17 Ocak 2008 Perşembe

TERÖRLE MÜCADELE YASA TASARISI

15 KASIM 1994

DYP-SHP koalisyonu büyük umutlarla kuruldu. Sağ’ da ve Sol’ da en çok oy alan iki partinin koalisyon kurması halkımızın geniş desteğini almış, bir hükümet olarak demokratik dönüşümleri gerçekleştirecekti.

12 Eylül’ ün yasakladığı bu iki parti 12 Eylül Anayasasını değiştirecek, ülkeyi demokratikleştirecek, Güney-Doğu’ da çekiç güç, olağanüstü hal ve koruculuğa son vererek barışçı çözümler bulacaktı.

Geniş tabanlı bu hükümet var olan devlet yapısına teslim oldu. Her demokratik dönüşüm, Güney-Doğu’ da ki barışçıl çözümler Milli Güvenlik Kurulu duvarına çarpıp geri döndü. Sonuçta hükümet memur tayini, işçi alımı, Bakanlık bütçelerinin partizanca paylaşımına dönüştü. Ülkenin yönetimi ise devletin eline bırakıldı.

Ekonomik talan ve Güney-Doğu’ da ki savaş politikasının getirdiği ekonomik faturanın yükü zamlarla, işsizliklerle halkımıza dayatılmış, yetmemiş devlet kuruluşları KİT’ lerin arsa fiyatına karşı satışı gündeme gelmiştir.

Koalisyon protokolü geniş bir demokratikleşme programı içeriyordu. DYP içindeki muhafazakar kanadın karşı çıkması ve SHP’ nin ödün üstüne ödün vermesi sonucu demokratikleşme paketi döne döne Terörle Mücadele Yasası’nda yer alan düşünce suçlarına kaldı. Düşüncelerini açıkladıklarından dolayı ceza evinde yatan sendikacı, aydın ve yazarların niçin ceza evinde olduklarını anlatamadığını Avrupalılar için çıkacak yasaya yeni DYP’ nin muhafazakar milletvekilleri karşı çıkıyor.

Özelleştirme ve Terörle Mücadele Yasalarında anlaşan hükümet ortaklarından DYP, özelleştirme yasası çıkınca anlaşmaya yan çiziyor. Demokratikleşme, ‘Düşünce suçunun’ terörden ayrılması DYP’ nin kaşarlanmış gerici milletvekilleriyle, Baki Tuğ’ larla, Yaşar Topçu’ larla sağlanamaz.

Demokratik hak ve özgürlükler, solcu, ilerici, devrimci, demokrat güçlerin demokrasi cephesinde birleşmesi ile mümkündür.
15 KASIM 1994

TEMİZ TOPLUM; SOSYALİZM

15 EYLÜL 1993

SHP ISKI skandalı ile sarsılmaya devam ediyor. İLK-SAN sanıkları tutuklanıyor. Olağan üstü hal eski valisi Hayri Kozakçıoğlu ile ilgili ‘örtülü ödenek’ tartışmaları sürüyor. Özal ailesinin tümü ülkenin en zengin kişileri arasında yer alıyor.

Cavit Çağlar, Hacı ve Yahya Demirel, Menemencioğlu ve birçok iş adamının, hayali ihracatlarla, teşvik primleriyle, geri ödenmeyen banka kredileriyle, vergi yüzsüzleri ile köşeyi nasıl döndükleri biliniyor.

Toplum hızla kirleniyor. Meclis içindeki hiçbir parti bu gidişi durduramaz, öyle bir istemleri de yok. RP var olan partilerin içinde, bütün bu yolsuzluklara, süren iç savaşa, işsizlik ve pahalılığa karşı çıkıyormuş görünmesinin de bir anlamı yok. RP’nin ABD-Suudi Arabistan paralarıyla finanse edildiği biliniyor. RP’li belediyeler de temiz değil. Şu an başkanı RP’ sinden olan on belediye yolsuzluk söylentisi nedeniyle soruşturma geçiriyor.

Artık temiz toplum, demokratikleşme, iç barış, işsizliğin çözümü, enflasyon vb. gibi sorunlar ancak bir demokratik sosyalizmle çözümlenir gerçeği çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Sosyalizmi beğenmeyip, ‘serbest ekonominin erdemlerine’ güvenen sosyalist ülke insanları eski günleri arıyor. Kapitalizme dönüş için öncülüğü çeken bazı sosyalist ülke insanları, Kapitalizm gerçeğini görür görmez, sosyalizme dönüş için yine öncülüklerine devam ediyor.

SSCB’ den ilk ayrılma kararı alan Baltık Cumhuriyetlerinde seçimlerde komünistler birinci parti konumuna geliyor. Sosyalizmden kapitalizme öncülük eden ‘Dayanışmanın’, Lech Walesa’ nın ülkesi Polonya da yapılacak seçimlerde yine komünistlerin iktidara gelmesi bekleniyor.

Kapitalizmden yana esen rüzgarların kesiliyor. Reel sosyalizm yeniden inşası gündeme gelirken, başta ABD olmak üzere Japonya ve Avrupa ülkeleri büyük bir ekonomik kriz içine giriyor. Son yıllarda hızla artan işsizlik, pahalılık, konut sorunu gibi sorunlar gelişmiş kapitalist ülkeleri büyük bir açmaz içine sokuyor.

Gelecek kokuşmuş kapitalizm ve onun acımasız sömürü aracı olan serbest piyasa ekonomisinde değil, kendini yenilemiş, demokratik sosyalizmde olduğu gerçeği yavaş yavaş, bir kez daha ortaya çıkıyor.
15 EYLÜL 1993

TEKNOLOJİK YAPI II

15 ARALIK 1992

Karar sürecine katılabilmek için uzmanlık bilgisine sahip olması sonucu erkin mal sahibinin elinden çıkıp yöneticilerinin eline geçmesi kaçınılmaz oluyor. Büyük işletmeler hisse senetli çok ortaklı işletmeler devlet işletmeler de hiç kimse sermayenin %1 den fazlasına sahip değildir. İşletme yönetimi genellikle yöneticilerin desteğini alarak seçilirler. Yeni yönetim de yöneticileri görevde tutar. Bu bir çeşit kapalı devre yönetim biçimidir. Şirket yönetim kurulu üyesi gerekli eğitime sahip değilse ve şirketle ilgili her tür gelişmeleri anında takip edemiyorsa, karar alma sürecinde hiçbir söz hakkına sahip değildir.

Şirket yönetim kurulunun tek istediği dağıtılacak kar paylarıdır. Kar payı ne kadar artıyorsa ortaklar o derece memnun olur. Kar payının artması içinde yönetim, teknolojik yapıya yöneticilere karışmamaları gerekir .Uzmanların dışında, kim olursa olsun ister yönetim ister şirket ortağı ve ister devlet karar alma sürecine etkin olmaya kalkarsa o şirket gerilemeye ve batmaya mahkumdur.

ITT ‘nin Şili darbesine orta Doğu savaşına veya Singapur’da yapılacak bir yatırıma hisse sahipleri karar verme durumunda değildir. Onları ilgilendiren kar paylarıdır. Bu anlamda karar verme süreci özel mülkiyet sınırlarının ötesine taşıyor.

Teknolojideki bu gelişmeler önümüze çok daha net olarak yeni bir güç oluşturuyor. TEKNOLOJİK YAPI özel mülkiyet sahibi olmayan ve karar yetkisini elinde bulunduran uzmanlar.

Teknolojik yapı sadece kapitalist ülkeler için geçerli değil. Devlet merkezi yapısıyla işletmeleri emirle yönetecek olursa o devlet Sosyalist Ülkeler gibi teknolojik anlamda geri kalmaya, batmaya mahkumdur.

Devlet işletmenin karar almaya sürecine katılmayabilir. Fakat işletmenin yasal sınırlar içinde çalışmasını denetleyebilir. Çalışan personelin hakları, yöneticileri, yatırım yapılan diğer ülkelere karşı tavrının yasal olup olmadığını, çevreye verdiği zararı denetleyebilir. Devlet ister Kapitalist ister Sosyalist Ülkelerde olsun büyük işletmelerde yöneticilik değil denetleyebilirlik görevini üstlenmelidir.

Kapitalizm ve Sosyalizmi eski bilinen konumları ile değil yeni gelişmeler içinde değerlendirmeliyiz.

Devletleri kim yönetiyor? Hükümetler mi? Teknokrat ve Bürokratlar mı?

15 ARALIK 1992

TEKNOLOJİK YAPI

30 KASIM 1992

Özel işletmeler yapıları ve amaçları ile çok farklı bir yapı oluşturmaktadırlar. Köşemizdeki bakkal, sanatkar ve çiftçi ile Exxon ya da General Motor’un, Renault ya da Citroen ile aynı temek özellikleri taşıdığını söylemek gerçeği yansıtmaz.

Sanayi üretimi gelişip giderek daha çok teknoloji gerektirir oldukça işletmenin boyutları da durmadan büyüdü. Çelik ve silah fabrikaları, petrol ve kimya sanayi kuruluşları v.b. sürekli büyümek, değiştirmek durumundaydılar.B u gelişmenin, değişmenin sınırı yok. Bütün işletmeler sürekli büyümek durumundalar.

Büyüyen işletmeler, diğer bir çok ülkelere girmek, o ülkelerin gerçeklerini bilmek ve çok geniş bir yapı oluşturmak durumundalar. Bu şirketler o kadar büyüdüler ki ITT Şili’de darbe yapabiliyor .Mobil, Shell, BP, Texaco gibi petrol şirketleri orta doğu da savaşa kadar girebiliyorlar.

Büyüyen çok uluslu bir işletmenin bakkal dükkanı gibi bir kişinin karar yetkisi ile işletilemeyeceği kadar büyük olduğu açık. Bu yüzden büyük işletmeler yeni bir yapı oluşturmak durumundaydılar. Buna teknolojik yapı diyebiliriz.

Büyük işletmeler de önemli kararlar bir kişi tarafından değil, bir çok kişi tarafından verilir. Yeni bir ürün üretmeye, ek bir fabrika açmaya veya yeni bir pazara girmeye karar verebilmek için gerekli tüm öğelere bunlardan hiç biri tek başına sahip değildir. İşletme müdürlerinin, mühendislerin, satış müdürlerinin, bilim adamlarının, avukatların, muhasebecilerin, personel müdürlerinin ve başka her bir uzmanlık bilgisi sahiplerinin bilgilerine, deneyimlerine ve yargılarına başvurmak zorunluluğu vardır.

İşte bu ortak karar alma aygıtına teknolojik yapı deniliyor. İşletmenin gelişmesiyle, teknolojik yapı bütün erk kaldıraçlarını eline geçirmektedir. Nedeni de açıktır; karar sürecine katılabilmek için uzmanlık bilgilerine sahip olmak gerekir.
30 KASIM 1992

TEK SESLİLİK

15 NİSAN 1995

Ülkemizde radyo ve televizyon yayınlarında devlet tekelinin kaldırılmasından sonra bir çok radyo ve televizyon yayın yaşamına girdi.

Tek seslilikten, resmi ideolojiden kurtulduğumuzu sandık, artık ‘Konuşan Türkiye’ oluyorduk.

Bir süre sonra ise ne kadar yanıldığımızı anladık. Tüm basın ve yayın organları sanki tek bir elden yönetiliyor. Bosna Hersek, Azerbaycan, Kıbrıs, Güney-Doğu gibi konularda tüm medya aynı şeyleri söylüyor.

‘Çelik Harekatının’ sürdüğü günümüzde, kendilerinin farklı olduğunu ileri süren tüm gazete ve televizyon kuruluşları militaristlere güven yarışına girdi. Cumhuriyet Gazetesinden, Sabah ve Zaman Gazetesine, Show TV, ATV, Kanal D Televizyonundan, TGRT-Samanyolu ve TRT’ ye kadar tüm Kuzey Irak haberleri hepsinin aynı.

Ülkemiz militaristlerin kontrolünde tek sesliliğe doğru gidiyor. Milliyetçilik, ırkçılık günlük yaşamımızın doğal bir konumuna dönüşüyor. Uluslararası konumda, itibarımız hızla tükeniyor. Bizi Yahudilere soykırım uygulayan Hitler Almanya’sına benzetiyorlar. Tüm uygar ülkelerde itiliyor, horlanıyor ve suçlanıyoruz.

Büyük basın kuruluşları dışında, resmi ideoloji dışında gerçekleri dile getiren fakat güçlü olmadıkları için sesini duyuramayan sayısız yaygın organı var. Fakat bu yayınlar, öncelikle aydınlardan destek alamadıkları için gelişemiyor, güçlenemiyor, sesini duyuramıyor. Bu aşamada öncelikle tek sesliğe karşı çıkan, militarizme, ırkçılığa karşı çıkanlar, ülkeleri ile hükümet olanaklarının yerlerini değiştirmiş, militaristlere koltuk değnekliği yapan sosyal-demokrat hareketten umudunu kesmeli ve gerçek yerlerini almalıdırlar.

Çok güzel konuşmak, eleştirmek kolaydır. Zor olan ise örgütsel çalışmanın içinde yer almak ve çoğunluğa karşı, doğru olan düşünceleri savunabilmektir.
Bunun dışında yapılan her şey önceden planlanan senaryoların basit birer ‘aydın’, ‘sol’ figüranı olmaktan öteye geçemiyor.
15 NİSAN 1995

ŞERİATIN KANLI YÜZÜ

1 TEMMUZ 1993

Sivas’ta, Nazi kundaklamalarına benzeyen bir olay yaşandı. Şeriatçı ve faşist güçler, özgür düşünceye ve laikliğe karşı barbarca bir saldırıda bulundu. Kırk ölü ve yüze yakın yaralı. Seksen yaşındaki bir adamın düşüncelerinden korkanlar olanak buldukları zaman neler yapabileceklerini göstermiş oldular. Almanya’da ki faşist saldırılara taş çıkartan bu saldırı ülkemiz tarihine bir kara leke olarak geçecektir.

Saldırı salt yazar Aziz Nesin’ e yönelik değildir. Bu saldırı özünde, Atatürkçülüğe, sosyalistlere, ilerici aydınlara ve özgür düşünceyedir. Olayda ölen ve yaralananlar, saldırıya uğrayan Atatürk ve Pir Sultan Abdal heykeli, yakılan parçalanan kitaplar bunun somut kanıtıdır.

Demokrat olduklarını söyleyen yobazların gerçek yüzleri bu olayda ortaya çıktı. Şeriatın, kan, diktatörlük ve ilk çağ yobazlığı olduğunu gösterdiler.

Güvenlik güçlerinin birkaç yüz kendini bilmezi engelleyememesi de düşündürücüdür. İçişleri Bakanı ‘Güvenlik Güçleri ateş açmayarak olayların büyümesini önlemiştir. Otelin dışındakilere hiçbir şey olmamıştır.’ sözü ne kadar saçmadır. Saldırıya uğrayanlar sanki otelin dışındakiler. Türkiye tarihinin toplu katliamlarından birinin yaşandığı bu saldırıyı büyümeden önlemek böyle oluyorsa, sayın Bakana göre binlerce kişinin ölmesi mi gerekiyordu? Oysa güvenlik güçleri kararlı bir tutumla gerekirse havaya ateş açarak kimsenin burnunun kararmasına meydan vermeden olayı engelleyebilirdi.

Nasıl oluyor da saat 12’ de başlayan olaylar, engellenemiyor? Otel saat 20.00’ de kundaklanıyor. Aradaki bu sürede güvenlik güçleri ne yapıyor? Olaylar oteldekiler tarafından telefonla hükümete bildirildiği halde, yetkililer ‘ her şey kontrolümüz altında’ sözleri ne demek oluyor?

Devlet kendi aydınını, laikliği savunanları korumaktan aciz midir? Şeriata karşı olduğunu söyleyen, MGK, ordu, hükümet, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, vb. niçin olaylara engel olmadılar? Yoksa 1980 yılı öncesi ordu müdahalesi için sağ-sol çatışmasını teşvik edip sonra darbe yapanlar gibi bunlarda şeriatı gerekçe göstererek darbe yapmak için mi hazırlanıyor mu?

Devlet gerçekten laikliği savunuyorsa, bu olayın gerçek sorumlularını cezalandırmalıdır. Olaylara katılan birkaç serseriyi cezalandırmak şeriatçıları daha da yüreklendirecektir. Olayların gerçek sorumluları bellidir. İlk başta RP Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, kışkırtıcılık yapan yerel basın, İmam-Hatip okulu yöneticileri, yerel şeriatçı ve faşist örgüt yöneticileri, gösterileri engelleyemeyeceği halde onlara yardımcı olan bazı güvenlik güçleri, camilerde halkı kışkırtan cami imamları…gerçek sorumlular bunlardır. Bunlar cezasız kaldığı sürece yeni Sivaslar yaşanacaktır.

Bu ülkenin aydını, laik düşünceyi savunan insanlar, her tür şeriatçı, ırkçı-faşist saldırıları engelleyecek güçtedir. Devlet güvenlik güçleri aydınlarını koruyamıyorsa, onların düşüncelerinden dolayı can güvenliği sağlayamıyorsa, bu ülkenin çağdaş insanları bunu sağlayacaktır.
1 TEMMUZ 1993

SOSYAL DEMOKRATLARIN ÖNLENEMEZ DÜŞÜŞÜ

1 EYLÜL 1993

Son günlerde gelişen ISKI skandalı başta SHP olmak üzere tüm sosyal demokrat partileri oldukça güç duruma soktu. Sosyal demokratların diğer partilerden ayırıcı özelliği olan, sosyal demokratlar yolsuzluk yapmaz düşüncesi artık bu olayla on bulmuşa benziyor.

Medya dahi önceki bir çok yolsuzlukların üzerine gitmediği biçimde ISKI olayına saldırdı. Bunun sonucu başta SHP olmak üzere CHP ve DSP hızla oy yitirme durumunda kaldılar. Elbetteki yolsuzluk yapanlar cezalarını çekmeli, olayın üzerine gidilmeli. Fakat istediğinin üzerine gidip diğerlerini es geçmek için hakça olmayan ir durum. Holdinglerin elinde olan Radyo, Televizyon ve basıl elbette sağcıların üzerine gitmeyecektir.

Türkiye 1980 sonrası hızlı bir değişim geçirdi. Başkaları için bir şeyler yapmak enayilik sayıldı. Köşe dönmece, zengin olma yüce değerlerin üstüne çıktı. Sosyal demokratlarda bu anlamda yeni bir düzene uydular.

Bu düzene sadece politikacılar uyum sağlamadı bizler de bu düzenin içinde yuvarlanır olduk. Yargısız infazlar, olağan üstü hal çekiç güç ve bunların sonucu süren iç savaş, devlet fabrikaların özel sektöre peşkeş çekilmesi, bölgede ABD’nin jandarmalığını yapma, zenginden hiç vergi almayarak orta kesimin vergi yükünü arttırma, IMF’nin isteği üzerine işçi ve memur ücretlerini düşük tutma vb. olaylarından iktidar ortağı SHP oy yitirmiyor da ISKI skandalından yitiriyor. İnsan yaşamının hiç değeri yok.

Türkiye’de ki oynanmak istenen oyun çok açık, batı demokrasisi dedikleri iki parti egemenliğini kurmak. DYP ve ANAP dışındaki partilere meclis kapatmak. ABD’nin ve holdinglerin iki güvenilebilir iki partisi. Son yapılan araştırmalar SHP,CHP ve DSP’ nin yüzde 10 barajı aşamayacağını gösteriyor. Daha olmadı baraj yüzde 15’e çıkarılır. Barajı aşabilecek başka bir parti RP’si var. Onun için oyun zaten hazır. Ordu müdahalesi için gerekçe olacak.

1980 yılı öncesi basın yine sağ partileri tutuyordu. Fakat onurlu bir mücadele vardı. İnsanlık adına tüm güzel şeyler adına bir şeyler yapılmak isteniyordu. Fakat şimdi tüm bunlar unutulmuş durumda Medya her ne kadar saldırırsa saldırsın haklı konumda olan bir partiyi eritemez. Tersine o parti için yükselişe neden olur. Sosyal demokratların bitişe doğru hızla gitmesinin sorumluluğunu medyaya atmazdan önce kendi konumlarına bakmalıdırlar. Koltuk düşüncesi yüzünden parçalanma, hiçbir programı olmama, iç politikada IMF’nın istemelerine uyma dış politikada ABD’nin.

İç ve dış politikada diğer partilerden farklı bir şeyler söylemeyen partilere gereksinim yok. SHP altı oku ne yapacağını bilemiyor, CHP ise programa bile sahip değil.

SHP’liler medyaya kızıyor. İstanbul belediyesi bu konuda kampanya açıyor. Fakat medya daha 3 yıl öncesi Murat Karayalçın’nı İnönü’nün valisi tayin ediyor. Tüm medya SHP Genel Başkanlığı için Murat Karayalçın’ı destekliyor. Medyaya kızan SHP liler nasıl oluyor da yine medyanın isteğini kabul ediyorlar?

Başta SHP olmak üzere tüm sosyal demokrat partiler ülke ve dünya koşullarına göre, en alt birimden üst birime kadar kokuşmuş politikayı ticarete dökmüş, delege ve oy ticareti yapanlardan arınarak tüm insanlık için, yüce değerler için ciddi ve inanılır olarak yeniden yapılanmalıdır. Bunun yanında medyanın ve holdinglerin oyuncağı olmaktan kurtulmalı, kendi özgür radyo ve TV sini kurup, kendi gazetesini çıkarmalıdır.
1 EYLÜL 1993

SHP YOL AYRIMINDA

1-15 AĞUSTOS 1994

SODEP- Halkçı Parti birleşmesiyle birlikte başlayan SHP’nin kimliksizleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi sürüyor.

Erdal İnönü’nün Genel Başkanlığı ile birlikte başlayan depolitisazyon dönemi kitlelerle bağın yitirilmesine neden olmuş, var olan yapıyı değiştirmek yerine yapının içinde erimeye razı olunmuştur.

Uzun bir süre sonra artık medyanın bile savunamaz olduğu Erdal İnönü’nün Genel Başkanlıktan ayrılması gündeme gelmiş fakat ne yazık ki sosyal-demokrat hareket bu olanağı iyi değerlendirememiş. ABD ve medyanın desteklediği Murat Karayalçın Genel Başkanlığına seçilmiştir.

Murat Karayalçın da İnönü gibi DYP’nin koşulsuz destekçisi konumuna düşmesi, son gelişmelerde ise 5 Nisan paketine imza atması, Tansu Çiller’in ABD’de ki mal varlığının araştırılmasına red oyu kullanması ve bakanlık değişikliklerini yüzüne gözüne bulaştırması sonucu kredisini hızla tüketmiştir.

Günümüz parlamento partileri ve yöneticileri için politika artık ticaret konumuna dönüşmüştür. Partilerin yerel yöneticileri de bu ticareti içindedirler. Bunlardan ayrı olması gereken SHP ‘ de de ne yazık ki durum farklı değildir. Bu yüzden SHP’nin tabandan tavana baştan yenilenmesi yeni güncel ideolojilerle donanması ve resmi ideolojinin dışında çıkması gereklidir.

Aksi halde diğer sağ partilerden farklı olmayan SHP ilk genel seçimlerde % 10 luk barajın altında yok olup gidecek, medya da onun yerine, sol adına ‘Milliyetçi Ecevit’ i’ lanse edecektir.
1-15 AĞUSTOS 1994

SERBEST PİYASA EKONOMİSİNİN İFLASI

1 HAZİRAN 1994

ABD’nin çırak politikacıları ekonomimizi iflasa sürükledi. Hükümet memur maaşlarını ödeyebilmek ve döviz artışını durdurmak için yüksek faizle para topluyor. 3 aylık % 50 net faizli hazine bonoları kapış kapış satılıyor. Bu durumda hükümet 3 ay daha idare edebilecek, daha doğrusu 3 ay daha iktidarda kalacak sonrası ne olacak bilen yok. Yapılması gerekenler ise tüm bunların tam tersi.

Yüksek Faiz Politikasına Son Verilmeli

Serbest piyasada döviz kullanımı yasaklanmalı, Bankalardaki döviz mevduatına el konulmalı.Türk parasını koruma kanunu düzenlenerek yeniden çıkarılmalı.

Üretim Artırımı Sağlanmalı

KİT’lerin zarar etme nedenleri ortadan kaldırılarak, kar eder konuma getirilmeli. Öncelikle kullandıkları krediler yüzünden içinde bulundukları faiz batağından kurtarılmalı. KİT’leri özelleştirme yerine özerk bir yapıya kavuşturulmalı. Bazı iş adamlarına sağlanan ayrıcalıkları ve orasını arpalık haline getiren politikacıların elinden kurtarılmalı.

Güneydoğu’ ya Barışçı Bir Çözüm Bulunmalı

Çekiç güç kaldırılmalı. Irak ambargosuna son verilmeli. Enflasyona da neden olan Güney-Doğu’ da ki iç savaş sona erdirilmeli. KEBAN projesi tamamlanmalı.

İthalata Devlet Denetimi Getirilmeli

İthal edilen lüks tüketim malları yasaklanmalı.

Vergiler İnsan Yaşantısına Göre De Belirlenmeli
IMF ve Dünya Bankasından Kredi Alınmamalı

Eski borçlar uzun bir süreçte ödeme yoluna gidilmeli. Böylece ulusal bağımsızlığımıza leke olan, kredi karşılığı veya yeşil ışık karşılığı IMF’nin ve ABD’nin istemleri yerine getirmekten kurtulmalı. Komşu ülkelerle karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı iş birliği yapılmalı.

Devletin Ekonomideki Yeri Artırılmalı

Özelleştirmeden, serbest piyasa ekonomisinin ‘erdemlerinden’ vazgeçilmeli. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz serbest piyasa ekonomisinin tükendiğinin bir göstergesi değil mi?
ABD’nin, medyanın beğendiği politikacılarla ülke ekonomisi ‘duvara tosladı’ bu acemiler yüzünden devlet tefecilerden para alır duruma düştü. Ülkemizin, ulusal çıkarları savunan partilere, politikacılara, liderlere ihtiyacı var. Aksi halde kötü günlere hazırlıklı olalım.
1 HAZİRAN 1994

SAFLARI DOĞRU BELİRLEMEK

1-15 TEMMUZ 1994

Ülkemizde bazı kesimler tarafınca, özellikle devlet ve medya tarafından insanların iki kesimde yer alması isteniyor. Atatürkçülük ve şeriat.

Günümüzde tüm medya kapılarını şeriat yanlısı güçlere açmış durumda.Hemen her gün televizyonlardan Atatürkçülük ve şeriat tartışmalarının yer aldığı açık oturumları izliyoruz. Bu durum şeriatçılara açıkça görüşlerini anlatma olanakları veriyor.

Atatürkçü Düşünce Derneği ise 65 şube ile tüm ülkeye yayılmış durumda.

Oynanan oyun çok açık, devlet bir yandan İmam Hatip Okulları açarken, Kuran Kurs’larının denetimini yapmazken, sayısız özel yurtlarda şeriatçı eğitimi görmezken, sayısız şeriatçı tarikatlar, yapılanmalar serbestçe çalışırken devlet sesizdir.

Anayasa Mahkemesi ise durmadan Komünist ve sosyalist partileri kapatarak, resmi ideoloji çerçevesinde herkesi Atatürkçü örgütler içinde yer almaya zorluyor.

Burjuvazi günümüze kadar sayısız, değişik taktikler uygulamıştır. Fakat bunların özü hiçbir zaman değişmemiştir. İnsanları sınıfsal yapılanmalar dışında tutmak. Bugün ülkemizde sanki, sömüren-sömürülen, fakir-zengin ayrımı yokmuş gibi, herkesi Atatürkçü ideoloji etrafında toplamak.

Ne yazık ki bazı iyi niyetli insanlar laikliği koruma altında bu yapı içinde yer alıyor. Oysa her geçen gün görüyoruz ki bu yapılar şeriatı engellemek yerine daha da güçlenmelerine neden oluyor.

‘Dinsizin hakkından imansız gelir’ bunu unutmamalıyız. Şeriatın hakkından ise sosyalistler gelir.

Burjuvazinin bir yandan şeriatı desteklerden, ilerici aydın insanlara Atatürkçü olmalarını örgütlemesinin ne anlama geldiğini iyi değerlendirmeliyiz. Bunun sömürüye devam demek olduğunu, ekonomik bunalımın halkımızın üstüne yüklenmesi demek olduğunu, Güneydoğu da ki haksız ve gereksiz savaşın sürmesi demek olduğunu kavramalıyız.

Şeriata, sömürüye, haksızlığa, kanlı savaşa karşı tüm ilerici, demokratik insanlık Birleşik Sosyalist Partisi saflarında yerini almalıdır. Bazı kişiler sizlere bunların yerine, ‘halk demokrasisi, halk iktidarı, birleşik kent hareketi’ gibi ne olduğu belli olmayan soyut kavramlar öne sürülebilirler. Oysa politik çözüm yolları arayan, tüm sosyalist, devrimci politik güçleri kapsayan örgütlü, hedef gösterici, politik partiler içinde yer almak gerekiyor.

Sosyalist Birlik Partisi’nin Anayasa Mahkemesince kapatılması yüzünden ve partiye yeni katılan yapıların, merkez yönetiminde yer alması gereğiyle SBP yerine Birleşik Sosyalist Partisi yeni bileşenleri ile birlikte politika sahnesinde,örgütlenme çalışmalarında.

Haydi özgürlüğe, haydi BSP’ ye güç vermeye!
1-15 TEMMUZ 1994

SAFLARI BELİRLEMEK

1 OCAK 1994

Ülkemizde, 1980 yılından sonra şeriatçı hareketin güçlendiğini görüyoruz. Düne kadar şeriat Türkiye’de taban bulamaz diyenler bu gün yanıldıklarını anlıyorlar.

Düne kadar demokratik davranan şeriatçı güçler, artık ‘Müslümanlık sana göre, bana göre olmaz. Müslüman olan herkes onun yükümlülüklerini yerine getirmeli, örneğin, Müslüman kadınlar saçlarını kapatmak zorundadırlar’ demeye başladılar. Sivas’ ta ‘Dini duygularınızı rencide ediyor’ diyerek aydınları yaktılar. Yılbaşı gecesinde bazı TV kanallarında, yılbaşı eğlencesine katılanları, ‘yozlaşan ahlaksız insan’ ilan ettiler.

Şeriat, medya bize kapalı diyor fakat, hem kendi TV’lerine hem de kendi gazetelerine sahipler. Diğer resmi ve özel TV’ler ise laiklik adına, doğru dürüst bilgisi olmayan insanları şeriatçılığın karşısına tartışmaya çağırıyor. Hemen her gün laiklik adına, Atatürkçülük adına bir TV kanalında şeriatçılar görüşlerini savunuyorlar.

DYP ve ANAP ülkenin % 95 i Müslüman’dır mantığı içinde şeriatçı harekete tavır alamıyor. İktidarın büyük ortağı, Sivas olaylarında sorumluluğu Aziz Nesin’ e bağlıyor. Yaşamında namaz nedir bilmeyen, daha dün ABD’ den gelen Tansu Çiller ‘ezan susmayacak’ diyerek dini politikaya alet etmenin kötü örneklerini veriyor.

ANAP ise Türk-İslam sentezinin kurucuları olarak şeriatçı harekete destek veriyor. Onların bir kısmını içinde barındırıyor.

Ülkemizde bu gelişmeler olurken sadece SHP, Atatürk devrimlerini ve laikliği savunan bir parti konumuna geliyor. Daha dün ekonomik olarak değişik hiçbir seçenek sunamayan ve ülke politikasında yeri olduğu kabul edilemeyen SHP laikliğin ve Atatürkçülüğün tek savunucusu olarak ciddi bir güçe erişiyor.

Bugün çağdaş anlamda laikliğin savunucusu SHP’ dir. Fakat şeriatçı hareketin karşısında, onu önleyecek en tutarlı görüşü savunanlar sosyalistlerdir. Ülkemiz gündemine giremeyen ciddi bir gücü olmayan sosyalist hareketin de son günlerde ciddi bir toparlanma içine girdikleri gözlemleniyor.

Örgütlenmesini tamamlayarak seçimlere girme hakkı kazanan Sosyalist Birlik Partisi (SBP) ittifaklarını genişleterek ciddi bir sol hareket konumuna geliyor.

Şeriatçı harekete ülkemiz insanı geçit vermeyecektir.yeter ki gelişmeleri iyi değerlendirerek, saflarımızı iyi belirleyelim.
1 OCAK 1994

PARTİ Mİ, ADAY MI?

15 OCAK1994

Günümüz büyük partilerinde ilkelerin bir kenara atıldığını bunun yerine kişilerin öne çıkarıldığını görüyoruz. Kişiler de bu partiden olmadı, diğer partiden aday olurum anlayışı içindeler.

‘Talan, Dalan’ diyen DYP dünkü ANAP lı Bedrettin Dalan’ ı DYP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday yaparken, ANAP ta DYP li Demirel’ in damadı İ. Kesiciyi ANAP’ tan aday gösteriyor.

Bunlara baktığımız zaman ne partinin önemi kalıyor ne de adayın. İlkesi sadece başkan olmak. Adaylar inandıkları, savundukları ilkelere, ideolojilere uygun partilerde olmalıdır. Adayın görünüşü ile partinin görüşü çakışmalı.

Parti mi aday mı? Sorusu 12 Eylülün neden olduğu, köşe dönmeciliğin, ilkesizliğin, apolitikliğin bir ürünü olarak gündemimize girdi.

Birbirlerinin fotokopileri olan ‘burjuva düzen partilerinde’ önemli olan ilkeler değil sağlanacak avantalardır. İnsanlar sadece, daha iyi çöp topluyor diye, daha çok yol yapıyor diye, daha genç ve yakışıklı diye başkan seçmemeli.

İlkesiz, ideolojisiz partilerde hızla bir çürüme-kokuşma,yolsuzluklar tüm hızıyla sürerken, ilkeli partilerin gerekliliği daha çok ortaya çıkıyor.

Parti mi aday mı? Sorusu köşe dönme mantığı içinde yanıt aranacak bir soru.

İçinde yaşadığımız dünyamız ve ülkemizde haksızlığa uğrayanları, ezilenleri, sömürülenleri, insan haklarını savunan, her tür savaşa, doğanın yok edilmesine, insanlık onurunu ayaklar altına alan insanlık suçu işkenceye, yargısız infazlara karşı çıkan partiler ve onların adayları önemlidir.

Fakat bazıları da ‘önemli olan bunlar değildir, ben sizin çöplerinizi daha güzel toplarım’ diyebilir, sakın onlara inanmayın.
15 OCAK1994

ÖZEL ORDU

15 AĞUSTOS 1993

Çiller hükümeti Güney-doğu olaylarına, Politik-barışçı çözümler bulmak yerine, silahlanma ve askeri çözümler arıyor. Son olarak özel ordu kurulması gündeme geldi.

Özel eğitilmiş, modern silahlarla donatılmış, sayısı 60 bin kişiyi bulan paralı profosyonel bir ordu kurulacak. Ordunun kuruluş gerekçesi bilindiği gibi PKK.

Türk Silahlı Kuvvetleri, son olarak Körfez savaşında ortaya çıktığı gibi, 1 milyona yakın askeriyle, iyi eğitilmiş ve iyi donatılmış, modern bir ordu değil. TSK’ inde yapısal değişikliğe gidilmesi, esas duruş, sağa-sola dön, selam ver, tüfek omza gibi eğitimin yerine ciddi bir askeri eğitimin verilmesi, yüksek sayıda asker yerine iyi eğitilmiş ve iyi donatılmış, hızlı hareket gücü olan bir yapıya dönüşmesi zorunlu.

Fakat hükümetin bunları yapması yerine ‘bu ordu işe yaramaz, olduğu yerde kalsın’ mantığı için özel bir ordu kurmaya kalkmasının altında PKK teröründen çok daha başka nedenler olmalı.

Örneğin bu ordu, komşu ülkelerle ilişkilerinin gerginleşmesine yol açmayacak mı? Bu ordu PKK ve ya başka gerçeklerle, Suriye, Irak ve İran’ a karşı sınır ötesi hareketlere göre eğitilmeyecek mi? Veya Ermenistan’ a müdahale için. Yine bu ordu ülkenin diğer bölgelerindeki hak arayan işçiye ve memura karşı kullanılmayacak mı?

Kurulan bu savaş mekanizmasına savaş gereklidir. Irak’ da ki Cumhuriyet muhafızları gibi. Irak-İran savaşı biter, Kuveyt başlar, PKK biter başka savaş başlar.

Özel ordunun savaş mekanizması dışında ülke demokrasisi açısından da büyük sakıncaları var. Özel ordu kuruluşundan sonra, o orduyu kaldırmayı programına alan bir muhalefet partisi seçimi kazanıp, hükümet olabilir mi?

Tüm bunların altında gerçek neden olarak, ABD’nin bölgede ki çıkarlarını koruyarak yeni yapısal değişimler yatıyor. Şu veya bu ölçüde tavanda ama özellikle tabanda var olan ordu içindeki, bağımsızlıkçı ,ulusal, Atatürkçü yapının ABD çıkarlarına az veya çok karşı çıkması yatıyor.

Bilindiği gibi bu Atatürkçü yapı sayesinde hükümet, ABD’nin yanında ülkeyi Irak’ a karşı savaşa sokamamıştı.

Ülkenin bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı benzeri yüce kavramlar yerine para için yapılan askerliğin yapısında elbette Atatürkçülük olmayacaktır.

Özel ordu, ‘2.Cumhuriyete’ yönelik atılmış bir adım olacak ve TC., ABD’nin bölgesel çıkarları için, İsrail’ in üstlendiği saldırgan politikayı üstlenecektir.

TSK’ de yapısal değişiklik zorunludur. Fakat özel ordu ABD’nin etkisine açık, ülke için çok ciddi bir tehlike olacaktır.
15 AĞUSTOS 1993

OYLARI BİLİNÇLİ KULLANMAK

1 ŞUBAT 1994

Yerel seçimlerin yaklaşmakta olduğu günümüzde bütün partiler, adaylar oy alabilmek, seçmene şirin görünebilmek için büyük kampanyalar yürütüyor. Bu kampanyalar zaman zaman ilginç boyutlara ulaşıyor.

Aday transferleri, büyük şovlar, halı saha maçları, 900 lü telefonlar, adayların televizyon tartışmalarında şirin görünme uğraşları sürüyor.

Refah partisi ise imajını değiştirmek, kitlelere kendini sevdirmek, kitle partisi olmak için ilkelerini bir kenara atmış durumda.Mankenden, başına türban takarak aday yapmak, alevi vatandaşlardan, utanmadan oy istemek ve en son olarak baş düşman ilan ettikleri siyonizme karşın Yahudi vatandaşlara şirin görünmek için ziyaretler yapmak.

Tüm bu gelişmeler ne kadar renkli bir seçim yaşayamayacağımızın ön belirtileri.

Bu seçimler partiler ve adaylar için güzel bir sınav olacak. Halkın % 95 i Müslüman diyerek yola çıkan adaylar, laiklik karşıtı şeriatçı-gerici çevrelerden oy almak için ödün üstüne ödün verecekler.

Yaşamında namaz kılmamış adayları Ramazan ayı boyunca camilerde görmeye hazır olalım.

Halkımız adaylarının eski konumlarına, geçmişlerine bakarak oy kullanmamalı, önemli olan adayların şu an ki içinde bulundukları konum olmalı.

SOLUN BİLİNCİ

1980 sonrası seçimlere sosyalist kimlikle sadece SP-İP katıldı. Bu partide belirli dar bir kesimin partisi olmaktan öteye gidemedi.

Bu seçimlerde ise Sosyalist Birlik Partisi, Kurtuluş ve Emek grupları ciddi bir seçenek olarak, yerel birimlerde ‘birleşik sosyal alternatif’ oluşturarak seçimlerde giriyor.

Birleşik Sosyalist Alternatif, 12 Eylül’ de 2,5 milyon insanın gözaltına alındığı-fişlendiği, yüz binlerce insanın işkence gördüğü, ceza evinde yattığı ülkemiz insanları için, demokrasi için, savaşsız, sömürüsüz bir dünya için, sosyalizm için yeni bir seçenek oluşturuyor.
1 ŞUBAT 1994

NELER OLUYOR?

1 KASIM 1994

Cumhuriyetin 71.inci yılını kutladık. Medyadan izlediğimize göre, halkımız Cumhuriyet bayramı kutlamalarına büyük ilgi gösterdi. 28 iş adamı giderlerinin üstlendiği İstanbul Taksim alanında ki kutlamalar muhteşemdi.

Cumhuriyet Bayramını kutlamak siviller adına iş adamlarına mı kaldı?

Türkiye İş Verenler Sendikası yasaları çiğneyerek sivil hükümet darbesi yapıyor. Sayın Sabancı ‘SHP şimdiye kadar başarılı hizmetler vermiştir. Fakat şimdi işlevi bitmiştir. SHP’ye güle güle, ANAYOL gelsin’ diyor.

Türkiye’ de hükümetleri TÜSİAD mı belirliyor?

Ara milletvekili seçimleri yaklaşıyor. Başbakan Tansu Çiller ve kendisini ‘Türklüğün Lideri’ kabul eden Türkeş-MHP güneydoğu’da Kürt aşiret reisleri ile pazarlık yapıyor.

Hükümet olma, oy toplama uğruna devlet parti yöneticileri aşiretlere teslim mi oluyor?

Turgut Özal’ın oğlu, kızı,ABD’ den getirdiği prensleri yolsuzluklara karışmış.Çek-senet-mafya ilişkilerine girmiş. Medyadan izliyoruz. Rüşvet devletin tepesine kadar uzanmış. Kanlı hesaplaşmalar sürüyor.

‘Benim memurum işini bilir, ben zenginleri severim’ diyen Turgut Özal’ in rüşveti devletin tepesine kadar çıkmasında sorumluluğu yok mu?

Türkiye’ de RP tırmanışa geçmiş. Ülkeye şeriat gelecekmiş. Bu konuda tartışmaları basından izliyoruz. Özellikle ATV’nin Siyaset Meydanı adlı programında, ‘ az Müslümanlarla’ ‘çok Müslümanlar’ tartışmalarını izliyoruz. Elbetteki ‘az Müslümanların sesi’ ‘çok Müslümanların’ sesinden az çıkıyor. Sonuç olarak başta ATV olmak üzere tüm medya ‘çok Müslümanların’ reklamını yapıyor. Hem de bunu Atatürk’ü, laikliği savunmak adına yapıyorlar.

Medya laikliği savunma adına şeriatı bilmeden mi destekliyor.

KİT’lerin ülke bütçesine büyük zararları varmış. KİT’ler zarar ettiği için hemen satılmalıymış. Bu satışa engeller çıkaran Sosyal demokratlar ve SHP ülkenin zarardan kurtulmasını geciktiriyormuş.

KİT’ler satışa çıkarılırsa zarar ederler mi, yok kar ederler mi satılacak?

Başbakan Tansu Çiller Ortadoğu’yu ziyaret ediyor. İsrail Tansu Çiller’ in gezisine büyük önem veriyormuş. İsrail’le Ortadoğu’ya projesi için görüşmeler yapıyormuş.

Ülkenin büyük şehirlerinin tamamına yakının ve büyük ilçelerin susuzluktan kırıldığı kolera benzeri hastalıkların yayıldığı günümüzde kendi insanımız yerine İsrail’ e mi su götüreceğiz?
1 KASIM 1994

KOALİSYONUN SONU

15 KASIM 1994

Büyük umutlarla SHP-DYP Koalisyonun sonuna gelmiş görünüyor.

12 Eylül Yönetiminin 1983 seçimlerine girmelerine izin vermediği iki partinin koalisyon kurması geniş halk kesimlerinin de büyük umutlarla neden olmuş, halkımız 12 Eylül Anayasasının değişeceğini, demokratik bir ortama geçeceğini, Güneydoğu’ da barışçı çözümler geleceğine inanmıştı. Çünkü bu iki partide bu değişimleri programlarına almışlar ve seçim meydanlarda vaatlerde bulunmuşlardı. Fakat tüm bu beklentiler gerçekleşmemişti.

Oysa muhafazakar DYP ve Sosyal Demokrat SHP Cumhuriyet tarihinde ilk kez kendi istemeleriyle bir araya gelerek, anlaşarak koalisyon kurdular. Bu koalisyon yolun, sağ ve solu kapsadığı için güçlü bir hükümet olacağını düşünenler kısa bir süre içinde hayal kırıklığına uğradılar. SHP’ in özellikle son Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın demokratikleşme ile ilgili güvenceleri gerçekleşmedi. Son gelişmelerde ise DYP içindeki RP’ye yalın milletvekilleri düşünce suçunun terörden ayrılması konusundaki tasarıya karşı çıktıkları görüldü.

DEP’ in kapatılıp milletvekillerinin ceza evine doldurulması ve Güneydoğu’ da ki anti demokratik uygulamaların, batı ülkelerinde yarattığı tepkiyi azaltmak amacıyla saygın demokrat kişilikli Mümtaz Soysal’ın Dış İşleri Bakanı olmasını kullanmak isteyen hükümet, daha önce Sosyal-Demokratların itibarını tükettiği gibi şimdi de Mümtaz Soysal’ın itibarını tüketiyor.

Sosyal Demokratların bu hükümete gereksinimi yoktur. Koalisyon olmak SHP’in değil DYP’in, laiklik karşıtı güçlerin, ırkçı hareketlerin işine yaramış Sosyal-Demokratların oyları devamlı düşmüştür.

Ülkemiz burjuvazi ve gerici militarist güçleri Sosyal Demokrat hareketi kullanmış ve en ufak ‘düşünce suçlarının’ kaldırılmasına bile tahammül edememiştir.

Sosyal Demokratlar bu koşullarda koalisyondan, ilkeler çerçevesinde ayrılarak, CHP ile birleşerek, gözlerini sağ’ dan sol’ a çevirerek gerçek konumlarına dönme olanağı bulabilecekler ve birleşik sosyal-demokrat hareket bilinçli, inandırıcı muhalefetiyle yeniden Türkiye Politika sahnesinde onurlu yerlerini alabilecektir.
15 KASIM 1994

KİŞİ DEĞİL DÜŞÜNCE

15 ŞUBAT 1994

Yerel seçimlerin yaklaşmakta olduğu günümüzde, bütün ‘büyük’ partilerde bir kriz yaşanıyor. Adaylar kendi partilerinin adını kullanmaktan özenle kaçınıyor. Hemen hepsi kendilerinin ‘başka, iyi, dürüst, şefkat, katılımcı, işbilir vb.’ olduğunu söylüyor. Hiçbir aday kendi partisini öne çıkarmıyor, çıkaramıyor.

Seçimlere 15 parti katılıyor. Seçimlere çok partinin katılması demokrasi açısından sevindirici bir olay. Artık büyük parti olayı sona eriyor. % 20 leri aşan parti pek yok. Çok partili koalisyon hükümetleri kaçınılmaz görünüyor. Toplumun değişik kesimlerinin istemlerine yanıt verecek,uzlaşmanın egemen olduğu koalisyon hükümetleri demokrasinin gelişmesine büyük katkıları olacak.Tek partili, tek liderli demokrasi döneminin kapanması bunun yerine çok sesli hükümetlerin kurulmasını bir takım demokrasi karşıtı güçlerinin karşı çıkmasına da hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Adaylar seçilmeleri durumunda partilerini dışlayarak başarılı olabilecekler mi? Geniş yetkilerle donatılmış başkanlık sisteminin olduğu belediyeler yasası ile, katılımcılık, şeffaflık, dürüstlük vb konularda ne kadar samimi olursa olsun seçilen her belediye başkanının bunları bir kenara attığını hep gördük. Belediyeler yasası değiştirilmeden, başkanların seçildikleri partilerle denetimi kurulmadan bu durumun değişmesini beklememek gerekir.

Seçimler yaklaştıkça RP’ nin ‘yükselişi’ en çok tartışılan konu oluyor. RP’sinin tepki olaylarını topladığı bilinen bir gerçek. Ülkemiz sosyalist solunun dağıldığı dönemde, yolunu şaşıran sosyal demokrat partilerin sağ konumla düşmesi meydanı RP’sine bıraktı. Fakat 27 Mart seçimleri ile birlikte SBP’sinin seçimlere, ülkenin hemen her yerinden geniş sol birlikler kurarak, Birleşik Sosyalist alternatifi oluşturarak girmesi solda büyük bir toparlanmayı da beraberinde getiriyor.

Türkiye solu yükseliş aşamasında buluyor. Sosyalist solun toparlanması ülkemizde sosyal demokratların da toparlanması beraberinde getiriyor .RP’sine yönelen tepki olayları bu anlamda gerçek yerini bulacak fakat devlet içinde yuvalanmış, ABD-Suidi destekli, şeriat yuvası haline gelmiş İmam Hatip Liseleri, Kuran kursları yurtlar gerçek anlamda düzenlenemezse bugün ve gelecek açısından kaygılı olmamız gerekiyor. Din devletten tamamen ayrılarak özerk bir yapıya kavuşturulmalı ve din ile politika birbirinden tamamen ayrılmalıdır.
Sonuç olarak büyük partilerin yerini bir çok partiler alırken, kişi eğilimlerini, bireysel çıkar peşinde koşanları bir kenara bırakarak insanlar kendi düşüncelerine en yakın olan partilere oy vermeliler ve oyum boşa gidecek anlayışını terk etmelidirler.
15 ŞUBAT 1994

Yeni Binyıl

3 ocak 2000

Bu aslında her yıl girdiğimiz sıradan yıllardan biri fakat takvim yeni bir binyılı gösteriyor sadece.

1999 yılında hükümet, IMF’nin istemleri doğrultusunda ekonomik bunalımın faturasını çalışanlara, dar gelirlilere, küçük esnaf ve üreticilere yükledi.

Hükümetin reform olarak adlandırdığı herşey bu kesimlerin daha da ağır koşullarda yaşamalarına neden oldu.

Osmanlı’dan kalma yönetim anlayışı günümüzde de hükümet politikasını oluşturuyor. Hazine de para yoksa, ek vergiler çıkarır herşeye zam yaparsın. Bu hükümet de kaynak bulmak adı altında zam üstüne zam yapıyor. Yapay kararlarla, zorlamalarla enflasyonu düşürmeye çalışıyor.

Özelleştirme adı altında kamu malları özellikle medya patronlarına peşkeş çekiyor.

Bir avuç tekelcinin çıkarları adına, yüzde beşlik rantiyiciler adına izlenen bu halk karşıtı ekonomik politikalar yine aynı kesimlerce ekonominin 2000 yılında düzeleceği ileri sürülerek halk ikna edilmeye çalışılıyor. Oysa ekonominin en temel yasası olan ‘üretim artmadan enflasyon düşmez’ ilkesi unutulmuş görünüyor.

Avrupa Birliği’ne giriş ise kısa vadede ülkemiz için bir düş. AB, ABD’nin baskısı ve Birliğin yayılmacı politikaları sonucu Türkiye’yi dışlamamak anlamında başvurusunu kabul ediyor.

Bu göstergeler ışığı altında en az 15-20 yıl Avrupa kapıları Türkiye’ye kapalı görünüyor.
Tüm ekonomik göstergeler ve hükümetin uyguladığı politikalar, dar gelirli halkımız 2000’li yıllarda da kemer sıkmaya devam edeceğini gösteriyor.

Herşeye rağmen binyıllarla avutulan halkımızın umutlarının 2000 yılında sönmemesini diliyorum।

3 ocak 2000

MEDYA

21 haziran 1999


Kermesin 6. günü medya paneli vardı. İç politikada medya, dış politikada medya, sporda medya, medyada medya gibi konularda tanınmış yazarlar görüşlerini bildirdi.

Fakat burada bir de yerel politikada medya konusu olması gerekirdi. Çünkü gerçek haberciler yerel basın mensuplarıdır.

Bugün gazeteler artık promasyon vermekten vazgeçti. Gazeteler artık alınan yoğurdun, maydanozun, tabak-çanağın yanında promasyon olarak verilir oldu.

Gazete bayine giren kişi ‘ne veriliyor’ diye soruyor. Beğendiği tabak varsa örneğin 12 tane birden alıyor. Yanında da promasyon olarak12 tane o gazeteden veriliyor.

Gazete patronları da bizim trajımız şu kadar diyor. Bir kişi aynı gazeteyi 12 defa okur mu?

Günümüzde medya ve basını birbirinden ayırmamız gerekir. Medya bir takım çıkar çevrelerinin elinde silaha dönüştü. Medya patronu elinde gazete veya televizyonu, ucuz kredi, teşvik, ihale, özelleştirmeden pay kapmak vb. çıkarlar için kullanır oldu. Medya patronları başka iş alanlarında ‘iş adamı’ oldu.

Habercilik de yerel basına kaldı.

Medyada çalışan köşe yazarları, haberciler, yorumcular da, bir merkezden aldıkları haberleri yapmaya, yorumlamaya ve halkı bu yönde yönlendirir oldular. Karşılığında ise dolarla maaş aldılar ve alıyorlar.

Örneğin ülkede bir krizden söz ediliyor. Kriz için alınacak önlemler tartışılıyor. Bu önlemlere baktığımızda çalışanlara, dar gelirlilere yönelik bir çalışma yok. Çalışmalar hep büyük tekellerin kurtarılmasına yönelik. Binlerce dolar maaş alan bir kişi asgari ücretle bile iş bulamayan bir vatandaşın hakkını zaten savunur mu?

Bu yüzden aynı anlama gelen medya ve basını ayırmamız gerekiyor. Medya dediğimiz zaman, devletten arpalanan, devlet malını yiyip içen ve çark içinde yer alanların yüksek maaşlar aldığı bir kurum olarak anlamamız gerekiyor. Bu kurum içinde yer alanlar bolluk ve refah içinde halkın sıkıntılarından uzak bir yaşam sürerler.

Basın dediğimiz zaman, hertür olumsuz koşularda bile haber yapmak için uğraşan, emekçi halkın çıkarlarını savunan bunun için gerekirse en güç koşulları bile kabullenen, basını kendisine çıkar sağlayacak bir silah olarak görmeyen ve halkla beraber aynı sıkıntıları yaşayan bir yapı olarak anlamamız gerekiyor.

Herkesin ekonomik olarak güç koşullar yaşadığı günümüzde kim kimi savunuyor, iyi bilmemiz gerekiyor.

21 haziran 1999

‘HASTA ADAM’ TÜRKİYE

1 NİSAN 1995

Osmanlı İmparatorluğunun son günleri,imparatorluğa bağlı tüm ülkeler ayaklanmış, ülke ekonomisi batmış, Avrupa ülkelerinde imparatorluğu paylaşım pazarlıkları yapılıyor. Tüm dünya Osmanlı İmparatorluğunu ‘hasta adama benzetiyor’.

Osmanlı İmparatorluğu Atatürk Cumhuriyetinle toparlanıyor. Gelişen saygın bir ülke konumuna giriyor. Fakat DP hükümeti ile birlikte NATO’ya giren Türkiye, ulusal bağımsızlığını yitirerek ABD’nin egemenlik adına giriyor. Ve tekrar geri sayım başlıyor.

Avrupa Gümrük Birliğine girmeye hazırlandığımız, içinde bulunduğumuz günlerde yine Avrupa ülkelerinde ‘Hasta Adam’ dan’ söz edilmeye başlanıyor. Ülkenin Güney-Doğusun da ki savaş sürüyor, bunun üstüne bir de Alevi’lere yönelik saldırılar sonucu protestolar başlıyor. Bu durumu parçalanan Osmanlı İmparatorluğunun son günlerine benzetiyorlar.

Bu noktaya gelmemizin nedeni bir takım karanlık güçlerin devleti, politikacılardan, ‘yıkıcılardan’, ‘bölücülerden’ korumaya çalışmaları neden oluyor.

Ülkemiz Türk’ü ile Kürt’ü ile Alevi’siyle, diğer etnik ve dini gurupları ile bir bütündür, dosttur. Bu dostluğu bozarak, ülkeyi bir anarşi ortamına götürüp, demokratikleşmenin önüne geçmeye çalışan militarist unsurlar hepimizin ortak düşmanıdır.

Türkiye’nin çözülemeyecek büyük sorunları yoktur. En büyük sorun militaristlerin demokratikleşmeyi engelleyerek erki muhafaza etmeye çalışmaları ve hükümetin gelişen bu olaylara engel olmak yerine onların peşine takılmalarıdır.

Alevi’lere yönelik kontur-gerilla oyunları tutmuyor, karşı tepkiler kontur-gerillacıların yerlerinden edecek boyutlara varıyor.

Ülke dışı ve içinde itibar yitiren devlet, karşı çıkışla güç gösterisine girişiyor. 35 bin kişinin katıldığı Kuzey Irak’a ‘Çelik Harekatı’ başlatıyor.

Ülkemizi serüvenci politikalar kurtaramaz. ‘Çelik Harekatı’ operasyonu hiçbir sorunu çözemez. Tersine bu operasyon, trilyonlarca para, can kayıpları ve ABD çıkarları adına komşu ülkelerle savaş ortamına girmemize neden oluyor.

Türk’ü ,Kürt’ü, Alevi’si ile tüm sorumlarımızın şiddet dışında barışçı yöntemlerle çözmeliyiz. Bu tüm insanlarımızın güvenliği , rahatı için zorunludur. Aksi halde hepimiz büyük acılar ve zorluklar içinde yaşamaya devam edeceğiz.

Ülkemizin gücünü halktan alan, halka güven veren, güçlü, tutarlı, sivil, ulusal politikaları savunan bir hükümete gereksinim var. Bunun için halkımız oy verdiği partilerin durumunu göz önüne almalı, sorunları savaşla çözmek isteyenlere itibar etmemelidir.
1 NİSAN 1995

HAKSIZLIĞA MERHABA

1 EKİM 1993

Bilindiği gibi Bergama’ da Anadolu Sağlık Meslek lisesi açıldı. Bunu öğrendiğimiz zaman çok sevinmiştik. Liseye sınavla öğrenci alınacaktı. Ortaokul mezunu olan kızlarımız sınava girebiliyorlardı. Hazırlık sınıfında İngilizce eğitim görecekler ve bütün dersler İngilizce verilecekti.

Çocukların bir meslek sahibi olabilmeleri için bir üniversiteye girebilmeleri için dershanelere milyonlarca para ödeyerek yine de ÖSYM sınavlarını kazanma garantisi olmayacaktı. Kazanırsa da yine büyük bir şehirde okuması için milyonlar harcanacaktı. Peki üniversiteyi bitirince bir iş garantisi var mı? Yoktu. Ekonomik sıkıntıdaki aileler kara kara bunu düşünürken karşılarına yeni bir olanak çıktı.

Yıllar sonra Bergamalı bir milletvekili Sağlık Bakanı olmuştu. Bergama’ya Anadolu Sağlık Meslek Lisesini açmıştı. İngilizce hazırlık, İngilizce eğitim ve iş garantisi. Dershane parası yok, üniversite giderleri yok ve iş hazır. Ekonomik sıkıntıda olan aileler bu durumu sevinçle karşılarlar, çocuklarını sınava sokarlar. Sınavı kazanamayan çocuklar veliler için başarısızlığın simgesini oluştururken, çocukların gözlerinden yaşlar boşanır. Sınavı kazanamadıkları için anne ve babalara kendilerini kabul ettirememişler, başarısız olmuşlardır.

Aileler çocuklarının sınavı kazanamamalarına bir yandan üzülürken diğer yandan karşılarında ağlayan kızlarına dayanamazlar, onu teselli etmeye çalışırlar.

Oysa gerçek ortaya çıkar. Sınav bir aldatmacadır. Torpili olanlar, sınav sonuçlarına bakılmaksızın okula alınmışlardır. Okula girmenin kriteri yoktur. Kimine göre bu ölçüt torpildir, kimine göre ise rüşvet.

Sınava giren tüm öğrenciler, kazanamadığınız için üzülmeyin. Böylesi haksızlıklarla, hilelerle ortaokul mezunu gencecik kızlar ilk kez karşılaştınız. Bu ülkede yaşadığımız sürece nice haksızlıklar sizi bekliyor. Bunlara karşı şimdiden hazırlıklı olun.

1 Ekim Dünya Çocuk Günü bütün haksızlıklara karşın tüm çocuklar için kutlu olsun!
1 EKİM 1993

DEVLET, ATATÜRKÇÜ-LAİK SHP’YE SAHİP ÇIKIYOR

10 OCAK 1994

Atatürk ilkelerinin gerçek savunucusu konumunda olan SHP’ye yönelik saldırıların son günlerde yoğunlaşması üzerine, devlet içindeki Atatürkçü yapı SHP’ye sahip çıkıyor.

Bilindiği gibi bazı çevreler tarafından solu bitirme senaryoları uygulamaya koyulmuştu. İSKİ olayını temel alarak, SHP’ye yönelik yoğun saldırılar sonucu SHP oyları % 10 lara düşmüştü. Murat Karayalçın’ın Genel Başkan olması ile yeniden bir toparlanışa giren SHP’ ye yönelik saldırılar yeniden gündeme geldi.

Fakat politik aptalların bu kampanyaları SHP’nin daha da güçlenmesine neden oldu. Özellikle başını İnter Star’ın çektiği bu saldırılar sonucu, SHP’nin Nurettin Sözen’nin İstanbul Belediye Başkanlığına şansı artarken bu düzeysiz saldırılar solu SHP’ de toplama işlevi görmeye başladı.

Atatürkçü bir çizgide olan Yüksek Seçim Kurulunun İnter-Star’ı beş gün süreyle kapatma kararı tüm diğer TV kanallarına da bir uyarı niteliği taşıyor.

İNTER-STAR AĞLIYOR

Partiler kapatılırken, gazeteciler öldürülür, tutuklanırken, millet vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılırken, HBB muhabirleri Genel Kurmay Başkanlığının emri ile askeri mahkemelerde tutuklanırken sessiz kalan inter-star sıra kendine gelince ‘ bu ne biçim demokrasi’ diye feryat ediyor. İnter-Star’ın demokrasi anlayışı kendisi ile başlayıp kendisi ile bitiyor.

Mehmet Barlas’ın ve bazı gazetecilerin Dalan zamanında boğazda kaçak ev yaptığı için bunu yıktıran Nurettin Sözen’e ekranlardan küfür ettirenler, santaj kasetleri ile politikacıları, bürokratları tehdit edenler, bir partiye karalamaya yönelik diziler yapanlar, yargı kararlarını tanımayıp kendi yargılarını topluma kabul ettirmeye çalışanlardan elbetteki ülkenin demokratikleşmesi konusunda bir şey beklemek gerçekçi olmaz.

Yasaksız tam demokrasiyi istiyoruz. Fakat İnter-Star demokrasiyi sadece kendisi için istiyor.
10 OCAK 1994

ÇİLLER HÜKÜMETİNİN ZOR GÜNLERİ

1 KASIM 1993

Ülkemiz bir yandan pahalılık ve işsizlik ile diğer yandan ise Güney-Doğu da süren savaşla bir açmaz içinde kıvranıyor. Hükümet ise olayların seyircisi konumunda bulunuyor.

Güney-Doğu da her önemli olaydan sonra aynı şeyler söyleniyor. ‘Eşkıyanın belini kırdık, bu onların son saldırısı, güçsüzlüğünü örtmek için intihar saldırılar düzenliyorlar’ gibi açıklamalar yapılarak, arkasından ‘Türk devleti güçlüdür, eşkıyanın hakkından gelecektir’ deniliyor. Eski tarihli gazetelere baktığımızda aynı sözleri görmek mümkün.

PKK, ‘üç-beş eşkıya’ ile başladığı yoluna devam ediyor. Bu tür açıklamalar PKK yok etmekten çok onun daha da güçlenmesine neden oluyor. PKK emir veriyor gazete dağıtımı durduruluyor ve çalışanları işlerini bırakıyor. PKK emir veriyor, tüm siyasi parti şubeleri açılmıyor. Terör ise ilçe merkezinde bir generali öldürecek boyutlara varıyor. Yol kesmeler, köy, kasaba, ilçe baskınları her gününün ‘normal’ olayları haline geliyor.

Güneydoğu da Türk’lerde Kürt’lerde büyük bir gerilim içinde yaşıyor. Terör potansiyel bir tehdit olarak diğer bölgelerde de belirginleşmeye başlıyor.

‘Asarız, keseriz’ nutuklarıyla bu savaşın sona ermeyeceği gerçeği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hükümet Güneydoğu sorununu TSK’lerine bırakmaktan vazgeçerek, ciddi, demokratik, barışçı çözümler bulmak zorunda. Tüm partiler milli mütabakata varılacaksa barışçı çözümler için varılmalı. Yoksa şimdiye kadar askeri önlemlerle sorun çözülmeye çalışılmış ve tüm partiler askerlere gerekli desteği vermişlerdi.

Savaş durumunun tüm ülkeye neden olduğu, demokratik hakların askıya alınması, işsizlik, pahalılık ve psikolojik sıkıntı olarak tüm ülkeye yansıyor.

Çok güvendiği ABD gezisinden de eli boş dönen Çiller, birkaç bakanın yerini değiştirmekle hükümete yönelik tepkileri yatıştırmaya çalışıyor. Oysa,ülkemiz için güçlü, ABD’nin isteklerinin geri çevirecek, çekiç güçü ve Irak’ a uygulanan anlamsız ambargoyu kaldıracak, Güney-Doğu sorununda askeri çözümler yerine bir hükümete gereksinim var.

Tansu Çiller hükümeti savaşın, pahalılığın, işsizliğin, memur ve işçi eylemlerinin içinde, olayları kendi akışına bırakarak ülkeyi kendi yönetiyormuş gibi görünmekten başka hiçbir şey yapmıyor.

Halkımız, sorunları çözmede bu hükümete güveni kalmamıştır.
1 KASIM 1993

BOSNA HERSEK

15 AĞUSTOS 1995
Slav kökenli, Sırp-Hırvat dilini konuşan İslam toplumu, Boşnaklar. Boşnaklar bölgeden Müslüman öncesi dönemde Hristiyanlık la anlaşamayan ve Papa tarafından Aforoz edilen bir toplum.

Bölge 1435’te Osmanlı Devletine vergi ödemek zorunda kalıyor. 1463’te ise tamamen Osmanlı toprağı oluyor. Osmanlının bölgedeki zaferi Boşnaklar tarafından sevinçle karşılanıyor ve gönüllü Müslümanlığı seçiyorlar.

Boşnaklar ve Arnavut Müslümanlar , Osmanlı dönemi sonuna kadar en güvenilir ülke oluyor, birçok vezir, sadrazam, paşa, devlet yöneticisi veriyor.

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşını kaybeden Osmanlı Devleti Arnavutluğu ve Bosna’yı da yitiriyor। 1878 Berlin Anlaşması ile Bosna-Hersek Avustralya veriliyor.Aylarca süren kanlı çarpışmalardan sonra Osmanlı Devleti bölgeyi terk ediyor.

Ülke uzun yıllar kan ve göz yaşı içinde el değiştiriyor. Tito’nun sosyalist Yugoslavya’sı altında huzura kavuşuyor. Sosyalizm sonrası ise yine kaynayan kazan oluyor.

Yaklaşık 120 yıl sonra Osmanlı Devleti’nin Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna terk ettiği Bosna-Hersek yeniden bağımsız ülke olmak için savaşıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Boşnaklara yardım etmeye çalışıyor.

Neler Oluyor?

Sosyalizmin dağılmasıyla başlayan milliyetçi akımlar birbirlerinin topraklarını ele geçirme, etnik temizlik gibi barbarca saldırılara yöneliyor. Sırplar arkasına Rusya ve Almanya gibi ülkeleri alarak Boşnakları yok etmeye çalışıyor. Boşnaklar ise sosyalizmin zamanında şeriatçı olduğu için kara listeye alınan İzzet Begoviç’in önderliğinde ABD desteğinde Balkanlarda küçük İsrail olma yolunu seçiyor. Türkiye’ de ABD’nin müttefiki olarak Boşnakları destekliyor. Olası bir hava saldırısı için ABD’ den tanker uçak alıyor.

Bosna-Hersek’te söylendiği gibi Hristiyan-Müslüman çatışması değil, ABD’nin ve Avrupa Ülkelerinin Pazar kavgaları sürüyor. Bu savaş kirli bir savaş oluyor ve emperyalist devletlerinin ve silah tüccarlarının Pazar kurbanı oluyor.

Bu pis savaşın önlenebilmesi için emperyalist devletlerin bölgeden atılması ve Sırp, Hırvat, Boşnak halklarının ırkçılık dışı yaklaşımları içinde olması gerekiyor. Ne yazık ki gelişmeler bunlardan çok uzak görünüyor. Bu durumda yüzyıllardır savaşın sürdüğü Balkanlarda savaş iki binli yıllarda da sürecek ve yöre halkı acı çekmeye devam edecek.
15 AĞUSTOS 1995

ÇİLLER HÜKÜMETİ

15 TEMMUZ 1993

İlk kadın Başbakan Tansu Çiller, ekonomik konular dışında diğer olaylara ne kadar uzak olduğunu, yaptığı laflardan biliyoruz. IMF’ in isteği doğrultusunda, ekonomik tıkanıklığın faturasını geniş halk kesimlerinin üstüne yıkmak, tekelci burjuvaziye nefes aldırmak için kurulduğu daha ilk günden ortaya çıkan bu hükümet halkımız için çok kötü bir şanssızlıktır.

Memur zamları ile ortaya çıkan, % 12 gibi komik bir artışı dar gelirli memurlara kabul ettirmek istemesi, KİT’leri özel sektöre peşkeş çekmesi, orada çalışan işçileri zorunlu emekli ederek, işsizlik sorunun büyük boyutlara ulaştığı günümüzde yeni işe gireceklere kapıları kapatması, Zonguldak Kömür Ocaklarını modernleştirmek yerine kapatmak istemesi, tütün alımlarına sınır getirmek istemesi, Güney-doğu olaylarına siyasi çözüm bulması gerekirken çözümü askerlere bırakması bu hükümetin programıdır.

Kurduğu hükümetin bakanlar kurulunun bakanlarının da konularına ne kadar uzak olduğu da ortadadır. İç İşleri Bakanlığının daha güven oyu almadan yaptığı gafları biliyoruz. Bergamalı Sağlık Bakanlığı’nın İktisat mezunu olduğunu, Bergama halkının 12 Eylül günlerinden Ahmet Yüzbaşı olarak, yedikleri dayaklardan çok iyi tanıdığı Emekli Albay Ahmet Yıldırım’ ı müsteşar yardımcılığına, akrabası, esas mesleği berberlik olan eski bir sendikacıyı da sağlık danışmanı yapması, ülkenin sağlık politikası açısından yüz kızartıcıdır.

Halkımızla sanki alay edercesine kurulan bu hükümet gidicidir. Halkımız, konulardan uzak, IMF reçetelerini uygulayan, devlet mallarını tekellere peşkeş çeken, Güney-doğu sorunu hükümet sorunu görmeyen bu hükümetten çok kısa sürede kurtulacaktır. Komik memur zamları ile karşısına çıkan memur direnişi bu gidişin başlangıcıdır.Yaptığı her haksız yanlış uygulamada karşısında halkımızı bulacaktır.

Fakat tüm bunlar halkımızın acil çözüm bekleyen sorunları için yeterli değildir. Ülkemizin, kendini yenilemiş, günümüz sorunlarına ciddi yanıtlar veren bir sol hükümete gereksinim vardır. Sosyal demokratlar önce ilkeli birliğini sağlamalı ve kendi dışındaki solu da kapsayan geniş kesimli bir birliği oluşturmalıdır. KİT’ leri satmak yerine yenileştirilmeli, Güney-doğu sorunlarına askeri değil siyasi çözüm yolları bulunmalıdır. Güney-doğu halkı için güvenini yitirmiş sağ hükümetler bu sorunu çözemez.

Eğer sol bir araya gelip, ciddi programla halkımızın karşısına çıkamazlar, Çiller gider Cindoruk gelir, DYP gider ANAP gelir ve bu kısır döngü halkımızın aleyhine sürer gider.

12 Eylül’ün neden olduğu suskun toplum giderek üstündeki ölü toprağını atıyor. Kitlesel hareketler halkımızın gelecek ile ilgili umudunu arttırıyor. Halkımızın Sosyal Demokratların birleşmesini istiyor. Eğer koltuk sevdası yüzünden bu birleşme gerçekleşmezse, yeni kurulacak başka partiler onların boşluğunu dolduracaktır.
15 TEMMUZ 1993

ALTIN MADENİ AÇILIYOR

15 EKİM 1994

Bergama halkının, siyasi partilerin tamamına yakının ve demokratik kitle örgütlerinin ‘bizi bilgilendirin, ikna edin’ sözlerine, Çamköy ‘de yapılan mitinge dönüşen basın toplantısında yöre köylülerinin ‘siyanürlü altın istemiyoruz’ işlemlerine karşın Çevre Bakanı medyadan gelen baskılara aldırmayarak çalışma izni verdi.

EUROGOLD Çevre Bakanlığına bir çok konuda taahhütte bulundu. Çok kademeli arıtma tesisi kurarak siyanür ve diğer ağır metallerin ayrıştırılacağını ve bunun sonucu atık barajına kesinlikle tehlikeli atık bırakılmayacağı ve ayrıca bir denetim mekanizması kurulacağını kabul etmişti.

Denetim mekanizmasında, ilgili bakanlıklardan uzmanlar ve yerel yöneticilerden temsilciler bulunacak. Bunlar belirli aralıklarla çevreden su, atık numuneleri, çevre köylerde sağlık kontrolü vb denetimleri yapacak.herhangi bir olumsuzluk durumunda madenin çalışmasını durdurabilecek.

Şimdi yöre insanın önünde yapabileceği iki şey var.

1-Çevre bakanının oluruna karşı yasal yollar var. Yasal yollar sonuna kadar denenmeli.
2-Şirket ruhsatı aldı. Artık yapacak bir şey kalmadı anlayışına karşı çıkılmalı. Tersine şimdi yöre halkının çok daha duyarlı olması gerekiyor.

Daha önce çok konuşulan, siyanür, atık barajı, ağır metaller, patlayıcılar vb tehlikeli maddeler şimdi bölgemize gelecek. Biz yöre insanı olarak tüm bunlara karşı çok dikkatli olmalıyız.

Denetimi sadece Bakanlığın göndereceği uzmanlara bırakamayız.

Acil olarak yapılması gereken Bergama’da ki tüm siyasi partileri, demokratik kitle örgütü temsilcilerini, köy ve mahalle muhtarları ile bir toplantı düzenleyip bir altın izleme komitesi kurmak. Bir takım yetkisiz kişilerin yasal yolları yanlış kullanmasını önlemek, denetim mekanizmasının tamamen yerel yönetimin kontrolünü verilmesini sağlamak ve tehlike anında hemen müdahale ederek gerekli yetkililere ulaşmak, gerekirse etkin eylemler düzenleyerek yöre insanının ve çevrenin zarar görmesini engellemek.
Altın madeni ile ilgili mücadele bitmedi. Aksine yeni başlıyor.
15 EKİM 1994

ACI REÇETE

1AĞUSTOS 1993
Ekonomik bunalımın faturasını işçi, memur, esnaf, çiftçi ve dar geliriyle yıkmak isteyen Çiller hükümeti, 1980 yılı sonrası en büyük direnişlerle karşı karşıya.

1980 yılı öncesi politika içinde yer almayan sayın Çiller, 12 Eylül faşist yönetimin neden olduğu susturulmuş, dağıtılmış, baskı altına alınmış toplum ile şimdiki değişimi, toplumsal hareketlerin farkına varamıyor. Faşist yönetim tarafından emir komuta içinde yapılan toplu sözleşmelerin gerilerde kaldığını halkın gittikçe kendi sorunlarına aktif olarak sahip çıktığını, özelleştirmeye, düşük memur maaş artışlarına ve oyalanan toplu sözleşmelere karşı işçi eylemlerinin büyüyen boyutlarını göremiyor.

Memur ve işçi ücretlerindeki artış için para bulamayan Çiller hükümeti iş MGK’lunun istediği olan silahlanmaya gelince para bulmakta zorlanmıyor. Türkiye son yılda ABD’den en çok silah satın alan ülke konumuna yükseliyor.

Güney-doğu olaylarına siyasi-barışçı çözüm yolları aramak yerine, profosyonel ordu askeri çözüm, silahlanma gibi önerileri olan sayın Güreş’ in yaş haddinden dolayı dolan görev süresi uzatılıyor.

IMF’nin acı reçetelerine karşı çıkan, MGk’luğunu kaldırmayı, Genel Kurmay Başkanlığını Savunma Bakanlığına bağlamayı, KİT’ leri satma yerine yeniden yapılandırmayı, vergileri dar gelirliler yerine fazla kazananlardan fazla vergi almayı, çekiç gücü kaldırmayı, bölgede ABD’nin ve diğer batılı ülkelerin çıkarları yerine ulusal çıkarları savunmayı, Güney-doğuda barışçı çözüm yolları savunmayı hedef alan sol bir hükümete ülkenin gereksinimi vardır.

Topluma acı reçeteler ancak askeri diktatörler döneminde uygulanabileceğini Sayın Çiller’ in iyi bilmesi gerekiyor. Yoksa kamuoyunda yıpranan Çiller için burjuvazi, başkalarını bulmakta hiç de zorlanmayacaktır.
1AĞUSTOS 1993

500 GÜN

15 MART 1993

Demirel’in istediği 500 günlük sürenin dolmasına az bir zaman kaldı. Fakat görünürlerde ekonomi, düzelmek bir yana daha da kötüye gidiyor.

Boğazına kadar girdiğimiz dış ve iç borçlar ve bunların faizleriyle, KİT açıkları, Güneydoğu da ki silahlanma harcamaları v.b. sorunlar çözülmeden ekonomide iyileşme beklemek zaten hayalcilik olurdu.

Aklı başında bir çok insan bunu biliyordu. Daha çok demokratikleşme ile ilgili beklentiler vardı. Yarım yamalak çıkan CMUK ve İLO sözleşmeleri dışında, bu beklentiler de gerçekleşmedi.

DYP ve SHP koalisyon hükümeti Güney-Doğu olaylarının neden olduğu militarist baskıya boyun eğmek zorunda kaldı.

Ülkemiz ekonomisinin düzelmesi için öncelikle demokratikleşmenin gerçekleşmesi gerekir. Güney-Doğu olayları çözülmeden demokratikleşme de sağlanamaz.

Komşu ülkelerle karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı dostça ilişkiler kurulmalı, Güney-Doğu’yu, herkesin memnun olacağı barışçı bir yapıya kavuşturulmalıdır. Militarizme ve onun silahlanma politikasına, ülke yönetiminin gündeminde kalmasına izin verilmemelidir.

Demokratikleşme de öncelikle, yargısız infazlara son verilmeli, MGK kaldırılmalı, Genel Kurmay Başkanlığı Savunma Bakanlığına bağlanmalı, sokaklarda, ’Kahrolsun İnsan Hakları’ sloganları atan emniyet görevlileri araştırılmalı ve Güneydoğudaki her tür terör sona erdirilmelidir.

Tüm bunlar gerçekleşmeden ekonominin düzelebileceğini beklemek boşunadır. Hükümete yeni bir 500 gün değil beşbin gün verilirse bile sonuç değişmez olacaktır.
15 MART 1993

15-16 HAZİRAN

15 HAZİRAN 1994

24 Yıl önce 1970 yılında AP ve CHP anlaşarak sendikalar yasasında yapılacak değişiklikle, sendikalara Türkiye çapında faaliyet gösterebilmeleri için o iş kolunda çalışan işçilerin 1/3 ü üye yapmış olmaları gerekiyordu. Bu da DİSK’ in kapatılması demektir.

DİSK’ in ve hukukçuların karşı çıkmasına rağmen 274 ve 275 sayılı sendikalar yasasında değişiklik çalışmaları sürüyordu. DİSK yeni yasayı tanımayacaklarını ve direneceklerini açıkladı.

15 Haziran 1970 sabahı ilk direniş Ulus Matbaasında çalışan, DİSK, Basın-İş sendikası işçilerinden geldi. Ulus gazetesi işçiler tarafından işgal edildi. İstanbul’ a yürüyüşler dört koldan başladı. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Otosan, Rabat, Philips, Arçelik, AEG, Singer, Simko, Auer, Man, Magirüs, Mersedes, Erka, Uzel, Gamuk, Grunding, EAC, Aygaz, Gıslavel, Derby, Çelik Halat, Eternet, Bostaş işçileri başta olmak üzere yaklaşık 200 iş yerinden 150 bin işçi yürüyüşe geçti.

15 Haziran günü barışcı gelişen tepkiler 16 Haziran günü polisin işçilere saldırmasıyla kanlı şekle dönüştü. Uzunluğu iki kilometreyi bulan işçilerin üzerine polis ateş açtı Sonuçta üç kişi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi.

Olaylar, köprünün açılması ve sıkı yönetim ilan edilerek engellendi. Yasa meclisten geçti fakat uygulanamadı .Anayasa mahkemesi de yasayı Anayasaya aykırı bularak iptal etti.

İşçi sınıfı dayatılmak istenen gerici yasayı direnme hakkını kullanarak engellendi.

İşçi sınıfının yok sayılmak istendiği günümüzde, ABD’ci politikalara,demokrasinin yok edilerek ortaçağ karanlığına çekilmek istenmesine, ulusal değerlerin yerli ve yabancı bir avuç holdinge peşkeş çekilmesine karşı çıkabilecek, ülkemize dostluğu, barışı ve dayanışmayı getirecek tek seçenek kitle eylemleridir. Parlamento partileri ve milletvekillerinden bir şeyler beklemek hayalcilik olur. Milletvekilleri, yüksek maaş, emeklilik hakkı, lüks villalar benzeri ayrıcalıklarla bu gidişten rahatsız değiller.

Bu kötü gidişe dur demek için, başta işçi sınıfı olmak üzere ülkenin tüm demokrasi güçleri, aydınları, solcuları, ilericileri sosyalist bir çatı altında veya birleşik bir demokrasi cephesi oluşturarak yığınsal karşı çıkışları örgütlenmelidir.
15 HAZİRAN 1994

12 EYLÜLDEN GÜNÜMÜZE

15 EYLÜL 1994

12 Eylül’ün üstümüze bir karabasan gibi çökmesinin üstünden 14 yıl geçti। Fakat biz henüz 12 Eylül öncesi demokratik hak ve özgürlüklere ulaşabilmiş değiliz.

24 Ocak ekonomik kararları yani ekonomik bunalımın faturasını emekçi halk üzerine yıkma kararlarının uygulanabilmesi için bir faşist diktatörlüğe gereksinim vardı.12 Eylül bu gereksinim sonucu ortaya çıktığını biliyoruz.

ABD ve diğer emperyalist ülkeler, kendi kamuoyunun tepkisini yatıştırmak için Cuntaya karşı çıkıyormuş gibi görünmesine karşılık Cuntayı tüm güçleri ile desteklediler.

Türkiye’nin ekonomik düzeyi, Avrupa ülkeleri ile ilişkiler ülkenin göstermelik, yarı sivil bir hükümete geçilmesini zorunlu kılıyordu. Önce Cuntacıların hazırladığı yasaklar anayasası yapıldı. Arkasından demokrasiden yana partilerin seçime katılması yasaklandı. Paşaların kurduğu MDP’nin seçimleri kazanacağı hesabı yapılıyordu.Fakat IMF’ de çalışmış ABD’nin güvenilir adamı Turgut Özal, halkın Cuntacılara karşı oluşan tepkilerinden de yararlanarak önce Başbakan ardından Cumhurbaşkanı oldu.

Turgut Özal ABD desteğinde, Cunta sonrası meydana gelen boşluktan da yararlanarak güçlü, yetkili bir yöneticilik yapma olanağı buldu. 12 Eylül paşalarının yargılanmamaları konusunda ve can güvenliklerini koruma konusunda güvenceler vererek ülkenin ‘tek adamı’ oldu.

Bu arada parlamento dışı kalan SODEP Evren’nin kurduğu HP ile birleşerek göstermelik, yasaklar anayasası içinde, Cuntacılarla uzlaştı. Meclis dışında kalan DYP’liler de MDP artığı milletvekilleri ile meclise girerek göstermelik seçimi onaylamış oldular.

Tam bu yıllarda de reel sosyalizm büyük bir deprem geçirdi. Sol ideolojisini, uygulamasını yitirdi. Serbest Piyasa ekonomisi tek ve seçeneksiz model kabul edildi. Sosyal demokratlarda bu akımın ardından sürüklendiler ve hızlı bir yok oluşa doğru gitmeye devam ediyorlar.

Sosyalist sol ise yavaş fakat daha olgun, daha sağlam temeller üzerine yavaş yavaş yükseliyor.

Şeriatçı hareketler ise 12 Eylül’nün resmi ideolojisi olan Türk-İslam sentezleriyle o günden bugüne ABD devlet destekli güçlenmeye devam ediyor. Tüm medyası şeriatçı güçlere kapılarını ardına kadar açarken, ülkenin tek sosyalist yapısı olan Birleşik Sosyalist Partiye kapatıyor.

Her tür olumsuz koşullara karşın BSP yeni bileşenleriyle politika sahnesinde yerini alıyor.

Haydi her tür gericiliğe karşı, savaş çığırtkanlarına karşı BSP’ de yer almaya!
15 EYLÜL 1994

1.CUMHURİYET

15 KASIM 1992

Sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu padişahlık ve hilafetle yönetiliyor. I. Dünya savaşı sonlarında tüm sömürgeleri elinden alınmış,işgal altında.Yeni bir uyarış başlıyor.M.K. Atatürk önderliğinde yeni bir ulusal bilinç gelişiyor.

Misakı-Milli sınırları içinde ulusal, bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti, Türk-Kürt halkının ortak savaşımları sonucu Atatürk önderliğinde I. Cumhuriyet kuruluyor. Padişahlık, daha sonra hilafet kaldırılıyor. Köklü toplumsal dönüşümler gerçekleştiriliyor. Geri kalmış bütün yoz kurumlar terk edilerek modern bir ülkeye geçiş için alt yapı oluşturuluyor. O yıllarda Türkiye, on yılara denk düşen yenileşmeyi, Kemalistler sayesinde birkaç yılda gerçekleştiriliyor. Avrupa’nın ‘hasta adam’ı sömürgeciliği, padişahlığı ve hilafeti terk ederek modern bir ülke olmaya yönelmiş olarak tarih sahnesinde yer alıyor.

Fakat ülke nasıl bir sanayileşme modeli izleyecek? Önünde iki seçenek var. Gelişmiş Avrupa ülkeleriyle, ulusal kurtuluş savaşında yanında yer almış. Çarlığın geri kalmış ekonomisinden-teknolojisinden kurtulamamış Sovyetler Birliği, SSCB’nin yeni kurulmakta olan bir ülke için cazip bir yönü yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin seçtiği örnek ülkeler Avrupa’da, İngiltere, Çekoslovakya, Almanya, Fransa, İzmir İktisat Kongresinde (1923) bu ülkeler örmek alınarak, kapitalist kalkınma yolu seçiliyor. Fakat Kapitalist kalkınma demek özel sektör, tekel, tröst demek. Türkiye’de bunlar yok. Devlet kendi eliyle tekel yaratma yolunu seçiyor. Koç Holding bu yıllarda palazlanmaya başlıyor.

Bütün büyük yatırımları(ulaşım, haberleşme, enerji, demir-çelik v.b.) devlet yapıyor. Genellikle özel sektöre de bunların dağıtımı ve pazarlanması düşüyor.

1923-1933 yılları arasında yaşanan kapitalist ekonomik kriz her şeyi ters yüz etti. Kapitalizme güven yıkıldı. 1930 yıllarının başında, sosyalist ülkeler gibi sanayi devlet eliyle gerçekleşmeye başladı. Krizi aşan kapitalizm yeniden gelişti. Buna paralel olarak ülkemizde yeniden özel sektöre yöneldi. 1950 yılına kadar Kemalist, ulusal-bağımsız politika başarıyla uygulandı. 1950 yılından itibaren ise bu politika terk edilerek ABD kapitalizmine doğru yönelindi. Yerli burjuvazi devletin sağladığı tüm olanaklara karşı tek başına ayakta durabilmek, konumuna gelememişti. Ulusal kalkınma yerini, acentalığa, montajlığa seçerek ABD çizgisine düştüler.

1960 lı yıllarda dünya gelişim çizgisine uygun düşen büyük bir sanayileşme gündeme geldi. Sanayileşmenin arttığı, işsizliğin düşük olduğu yıllar aynı zamanda 1960 anayasasının demokratik ortam Türkiye’nin en mutlu yıllarıydı.

1968 dünya kapitalist krizi ülkemizi de etkiledi. 12 mart bunun sonucu olarak gündeme geldi. Krizin faturası çalışan, dar gelirlere yüklendi. Devlet 12 eylülde de olduğu gibi gelir dağılımını tekellerden yana paylaştırdı. Fakat ne 12 mart ne de 12 eylül burjuvazinin krizine çözüm bulamadı.

Bunalım içindeki burjuvazinin kimi savunucuları bunalımdan çıkış yolu olarak II. Cumhuriyet’i öneriyor. Kemalist ilkeler, Misak-i Milli sınırları terk edilerek ABD önderliğinde eski Osmanlı sömürgeciliği diriltecek.

Balkanlardan Orta Asya’ya ulaşan bir sömürge devlet olacak ve bizim cılız tekeller, sömürge ülkeleri ile krizi aşacak. Bu son padişahı da papalık gibi Avrupa’dan getirip tahtına oturttun mu tüm Müslüman ülkeler Türkiye’ye bağlanacak.

II.Cumhuriyeti savunan başka çevreler de var. Bumlar, merkezi devlet yapısı yerine, insanın ön planda olduğu demokratik-sivil bir cumhuriyet modeli istiyorlar.

II.Cumhuriyet tartışmalarının gündeme girmesinin temelinde kapitalist devlet krizi yatıyor.
15 KASIM 1992

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

1 EYLÜL 1994

Dünya Barış Günü ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlandı।Genelde emniyet güçlerinin engellemeleriyle karşılaşılan kutlamalarda göz altına alınanlar oldu.

Ülkemiz barışa,barış mücadelesine her zamankinden fazla gereksinimi var.Güneydoğu da süren savaşın yanında, Kıbrıs’ta ki gerginliğe bir de Yunanistan’a karşı başlatılan kampanya eklendi.

Ülkemizin militarist güçleri en rahat günlerini yaşıyor. MGK hükümetin,meclisin üstünde ülkeyi yönetiyor.Güneydoğu’da ki savaş yüzünden hükümet tamamen militaristlere teslim olmuş durumda.

Bu durum da ülkemizin dünyanın en çok silahlanan ülkeleri arasında üst sıralara yükseltiyor. Militaristlerin silahlanma iştahlarını ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalımı, işsizliği, pahalılığı etkilemiyor.

Ülkemizin acil olarak barışa ihtiyacı var. Kıbrıs’ı Türkiye’ye ilhak etme uğraşları,Yunanistan’a karşı savaş durumu alınması bölgemizde ki gerginliğin daha da artmasına neden oluyor. Ege Denizine yığınak yapan Türk ve Yunan silahlı güçleri, Deniz ve Hava güçleri kazara da olsa karşı karşıya gelecekler ciddi, topyekün bir savaşa neden olabileceklerdir.

Türkiye barış güçlerine şimdi çok daha büyük görevler düşüyor. Türkiye’de ki militarist güçler, Güneydoğu’ da ki savaş yüzünden ülkeyi bir savaş mekanizmasına dönüştürdüler.

Savaş mekanizması çalışmaya başladı mı durdurmanın ne kadar güç olduğunu Irak’ tan biliyoruz.Bu yüzden onlarca yıl sürebilecek savaş ve militaristlerin egemenliğine bu günden dur dememiz gerekiyor.

‘Dünya Barış Günü’ hepimize kutlu olsun!
1 EYLÜL 1994