13 Eylül 2009 Pazar

12 Eylül’ü anımsamak

12 Eylül’ün 29. yıl dönümünde, bir çok kişi, yayın organı 12 Eylül öncesini ve sonrasını anlatıyor.

Hem de bu anlatanların bir çoğu, 12 Eylül’ün birinci derece tanıkları. Bir çoğu yakalanmış işkence görmüş, yıllarca cezaevlerinde yatmış.

Ben de 78 kuşağıyım. Fakat her nedense onların anlattıkları benim yaşadıklarımla fazla uyuşmuyor.

Bu nedenle 12 Eylül öncesi ve sonrasını bir kez daha anımsatmak istiyorum.

12 Eylül öncesi sol örgütler:

Dey-Yol
Halkın Kurtuluşu
Kurtuluş
TKP

Türkiye’de dönemine etkisini vuran en güçlü olan örgütler bunlardı. Bu örgütlerin ayrıca, gençlik, kadın, öğretmen, memur, işçi vb. örgütlenmeleri de oldukça güçlüydü.

Teker teker ele alırsak:

Halkın Kurtuluşu: Deniz Gezmiş hareketinin devamı: Maocu olarak tanımlanan bu hareket, Çin çizgisini savunuyor ve sosyalist sistem ve SSCB’yi emperyalist olarak tanımlıyordu. Sloganları; “kahrolsun sosyal emperyalizm” ile tanımlanabilir. Daha sonra Enver Hoca çizgisine girdiler.

Öğrenci ve gençlik hareketi içinde birinci dereceden güçlü olan bu örgüt, 5 Şubat 1977 Ankara/Tandoğan (Tüm-Der, Tüs-Der ve TÜTED) memur mitingine saldırması ve kanlı 1 Mayıs 1977 mitinginde oynadığı provakasyon sonrası hızla kitlelerden dışlanan fakat uzun süre militan kadrosunu koruyan bir yapı. Silahlı mücadeleyi, kurtarılmış bölgeleri savunuyordu. Günümüzün devamı EMEP

Dev-Yol:
Mahir Çayan çizgisinde mücadele eden, SSCB’yi ve sosyalist sistemi “Revizyonist” kabul eden ve kitle içinde Halkın Kurtuluşu hareketinin tasfiyesi sonrasında özellikle gençlik içinde en güçlü yapı. 1980 yıllarına doğru Dev-Sol parçalanması ile çok ciddi darbe yedi. Öncü savaş ile sosyalizmi kurulacağını savunuyordu. Demokrasi mücadelesi reddeden bu yapı için silahı, hem faşist saldırılara karşı hem de öncü savaşı için kaçınılmaz bir mücadele yönetimi kabul ediliyordu. En önemli sloganları, “Tek Yol devrim”di. Bu günkü devamı ise ÖDP

Kurtuluş:
Dev-Genç kökenli bu yapı, Dev-Yol çizgisine yakın bir politikayı savunuyordu. Türkiye’nin bazı bölgelerinde güçleri vardı ve bir çok yerde ve zamanda TKP ile ittifaklar içine girdi.

TKP:
1920 yılında kurulmuş Türkiye’nin en eski partisi. Mustafa Suphilerin, Nazım Hikmetlerin, İ. Bilenlerin partisi. Merkezi Demokratik Almanya olan partinin, “TKP’nin Sesi” isimli radyosu da vardı. Kurulduğu yıldan bu yana sayısız keskin dönemeçlere imza atan bu partiyi, konuyu uzatmamak için sadece 12 Eylül çerçevesinde değerlendirmek istiyorum.

12 Mart döneminin, Deniz Gezmiş, Mahir Çayanları varsa TKP’nin de Harun Karadeniz’i vardı. "Özel okullar devletleştirmelidir" kampanyası ve “6. Filo Defol” eylemlerinin önderidir. Hiçbir silahlı eyleme karışmadığı için idam edilememiş fakat, kolundan yakalandığı basit bir kanser hastalığının tedavisi cezaevlerinde engellendiği için 1975 yılında ölmüştür. Harun Karadeniz TKP davası sanıklarındandır.

TKP, özellikle işçi hareketi içinde ciddi gücü olan, öğrenci, işçi gençlik, kadın hareketinde ve Türk, Kürt hareketi içinde en etkili olan örgüt. En önemli sloganı, “İleri Demokratik Bir Düzen” ile “Faşizme Geçit Yok” şimdiki devamı ise karışık, SİP adını TKP olarak değiştirdi fakat şimdiki TKP, o çizgiyi savunmaktan uzak. Tüm-İGD, Ürün gibi yapılar kendilerini TKP’nin mirasçısı kabul ediyor.

12 Eylül kitle örgütleri içinde ise:

DİSK ve TÖB-DER en önemlileri.

DİSK’i Disk yapan Kemal Türkler. Kemal Türker TKP merkez yöneticisi. DİSK’in 1977 kongresinde tüm gerici, ve kendini sol tanımlayan tüm yapılar, Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu ve tüm diğerleri Kemal Türker’e karşı Abdullah Baştürk ve Fehmi Işıklar’ı destekledi ve bu kongreden sonra DİSK anti-faşist mücadeleden tasfiye edilmiş oldu.

1977 yılında Abdullah Baştürk’ün DİSK’e genel başkan olması Türkiye devrimci ve demokrasi mücadelesinin kırılma noktası oldu. Bu tarihten sonra DİSK devrimci ve demokrasi mücadelesinden, mitinglerden, genel grevlerden çekildi. Bu tarih, Amerikanın “Our boys”larının yolunun açıldığı en önemli dönemeç oldu.

Aynı dönemeç TÖB-DER kongresinde yaşandı. Türkiye’nin en dinamik en örgütlü derneği olan öğretmenler sendikasında da, TKP’ye karşı tüm sosyal demokrat ve sol birleşti. Artık 12 Eylül’ün önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Diğer örgütler:
TİKP, Türkiye İşçi Köylü Partisi, şimdi adı İP. Genel Başkanı Doğu Perinçek. 12 Eylül öncesi, “ABD çürüyen kokuşan devlettir, Rusya ise gelişen güçlenen sosyal emperyalist bir ülkedir. Bizim mücadelemiz SSCB’ye karşıdır” diyen yapı. Şimdi ise ABD’ye karşı Avrasya’yı, Rusya’yı savunuyor. “Ergenekon” soruşturması kapsamında Silivri’de yatıyor. Ne diyelim emperyalizme hizmette vefa yoktur. Vefa İstanbul’da bir semtin adıdır.

MHP: “Bir Gece Ansızın Gelebiliriz” sloganları ile darbeye açıkça davetiye çıkardı. 12 Eylül’ün olmasına en büyük katkıyı koyan yapı. Tüm cinayetlerde, tüm bombalı eylemlerde, tüm kahve taramalarında onlar vardı. 12 Eylül ortamını onlar hazırladı. Fakat 12 Eylül yönetimi tarafsızmış gibi, demokratmış gibi davranarak onları da içeri attı. Onları da astı. Genel Başkanlarının sitemi ise hala belleklerdedir; “Düşünce olarak biz iktidardayız fakat adamlarımız içeride” 12 Eylül sonrası da bir çok militanı derin devlet tarafından kullanıldı. En önemlileri ise Abdullah Çatlı ve M. Ali Ağca’dır.

PKK:
MİT tarafından kurulan ve görevi, Güney Doğuya giremeyen MHP yerine sol ve sosyalist yapılara saldırmakla görevli olan yapı. Saldırmadığı, Kürt ve Türk sosyalist örgüt kalmadı. Tüm Türk ve Kürt Sosyalist yapılar PKK’yı “Doğunun MHP”si olarak tanımladı.

Fakat onlar da MHP’nin kaderinden kurtulamadı. Onlar da işkenceler görüp cezaevlerine atıldılar. Fakat 12 Eylül dönemi Diyarbakır Cezaevinde işkence görenlerin büyük çoğunluğu Kürt sosyalistleriydi. Doğu Devrimci Kültür Ocakları, Doğu Devrimci Kültür Dernekleri, Rizgari, ala Rizgari, Kawa, Denge Kawa vb. şimdi elbette bunlar bize unutturuldu. Sanki o yıllarda Diyarbakır Cezaevinde yatanlar sosyalizmi değil de Kürt milliyetçi hareketini savunuyordu. Şimdi ise PKK devlet kontrolünden çıktı, gerisini biliyorsunuz.

Basın:

Türkiye’de bir çok kişi Cumhuriyet Gazetesini sol gazete olarak biliyor. Oysa Cumhuriyet Gazetesi hiçbir zaman sol bir gazete olmadı. Cumhuriyet Gazetesi devletin, kemalizmin bir yayın organı olarak yayın yaşamını sürdürdü, şimdi de sürdürmeye çalışıyor. Örneğin 1940 yıllarında devlet Hitler’e yaklaştığı zaman Cumhuriyet Gazetesi faşizmi savunur bile olmuştu.

Türkiye’de sol gazeteler ise: Yeni ortam ve Akşam gazeteleriydi. Bunlar demokratik bir çizgide yayın yapıyordu. Bunların dışında TKP’nin Politika gazetesi ve Dev-Yol’un ise Demokrat Gazetesi vardı.

Sağın ise amiral gemisi, Kemal Ilıcak’ın Tercüman Gazetesiydi. Açıkça 12 Eylül’e davetiye çıkarmış ve 12 Eylül’ün savunucusu olmuştur. Tercüman Gazetesinde kimler mi yazı yazıyordu? Şimdiki tüm medyada köşe başlarını tutanlar. Araştırırsanız kolayca öğrenebilirsiniz.

Basın konusunda bir not:

Uğur Mumcu, 12 Eylül döneminde hiçbir zaman solcu olmadı. 12 Mart’ta sakıncalı olan Mumcu 12 Eylül’de ise devlet koruması altına alınarak 12 Eylül paşaları tarafından kendisine koruma verildi. Uğur Mumcu, idamlar konusunda bakın ne dedi; “canım onlar da çocuk değil ki, bu işlere girerken sonucun nereye gideceğini elbette biliyorlardı” Uğur Mumcu’nun tüm yazıları 12 Eylül’e destek veren yazılardır. Hele TKP için “önemsiz” yazısı. Meraklısı araştırsın.

Fakat bu dönemde Cumhuriyet Gazetesi onurlu diğer yazarlarını da unutmamak gerekir. Başta İlhan Selçuk, Şükran Soner, Oktay Akbal, Mustafa Ekmekçi. Bunlar sürekli 12 Eylül karşıtı yazı yazanlar.

Mumcu, Mehmet Ali Ağca’yı Bulgar gizli servis/KBG ajanı bile yapmaya kalktı. “Sol neden gelişemiyor” diyenlere bakıyorum da şaşırıyorum. Siz sol olarak hala Uğur Mumcu’ya sahip çıkmaya devam edin.

Haydar Kutlu’nun/Nabi Yağcı’nın kulakları çınlasın. İyi anımsıyorum. Haydar Kutlu ve Nihat Sargın Türkiye’de işkence görürken herkesin sus/pus olduğu dönemde İlhan Selçuk “Hamamböceği” isimli yazısı ile İşkenceleri en ağır bir şekilde eleştirmiş, Kutlu ve Sargın’ı savunmuştu. Ama şimdi Haydar Kutlu’ya göre İlhan Selçuk “darbeci” ne diyelim politikada vefa yoktur. Vefa İstanbul’da bir semtin adıdır.

İşkence:

Şimdi herkes bir şeyi bilerek veya bilmeyerek karıştırıyor. Cezaevlerinde işkence olmaz. Cezaevlerinde kötü muamele olur, kaba dayak, tecrit, bok yedirme, süründürme, marş/şiir okutma vb. “Diyarbakır cezaevindeki işkenceler” diye başlayan sayısız yazılarla karşılaşıyoruz. “Diyarbakır Cezaevi müze yapılsın”, yapılsın buna itirazım yok. Fakat işkenceler emniyet müdürlüklerinde yapılır. Ve bir amacı vardır. “söyle ulan silahı nereye sakladın”, “senin üstünde kim var” veya “diğer örgüt arkadaşların kimler” veya “Hasan Toprak nerede saklanıyor” vb. emniyetteki, ABD’ye doğrudan bağlı, derin devletin işkencecileri bunları öğrenmek için neler mi yapıyordu? Bir kaçını sıralayayım;

Düz askı, Filistin askısı, ters askı, testislerinin sıkılması, askıda elektrik, buza yatırma, ıslak zeminde elektrik verme, tazyikli su, sigara söndürme, kaba dayak, kırık cam üzerinde yürütme, cop sokma, tecavüz ve daha bir çokları. Bunlar ne için yapılır. “Örgütü çökertmek için” bu işkenceler sonucu insan en yakın arkadaşını bile ihbar etmek zorunda kaldı. Şimdi herkes askeri cezaevlerinden, subaylardan söz ediyor, onların yargılanmasını ceza almasını istiyor. Doğrudur alsınlar. Ya peki emniyette işkence yapanlar ne olacak? Sanki herkes bilerek veya bilmeyerek emniyette işkence yapan polisleri aklamaya/unutturmaya çalışıyor.

12 Eylül döneminin en büyük işkenceleri Ankara Emniyet Müdürlüğünde yapıldı. Ankara Emniyet müdürlüğü “karanlığın/faşizmin” iniydi. Orada bu işkenceye maruz kalanlar askeri cezaevlerini cennet olarak gördüler ve bir an önce emniyetten cezaevlerine gitmek istediler.

Her nedense 12 Eylül mağdurları bu işkenceleri unutmuş görünüyor.

Elbette Diyarbakır Cezaevinde insanlara çok kötü muamele yapıldı, ama bu işkence değil bir çeşit “cezalandırma” idi. Ya peki Diyarbakır emniyetindeki işkenceler ne oldu? Diyarbakır Cezaevindekiler kötü muamele gördüler de, Mamak, Metris Cezaevine girenleri çiçeklerle mi karşıladılar? Buna da siz karar verir.

Onlar unuttu ama siz unutmayın ve unutturmayın; “tek tip kıyafet” eylemlerini, bu konuda PKK’nın tavrını, soğuk kış günlerinde, don atlet günlerce tir tir titreyen devrimcileri.

Saygılarımla…