16 Kasım 2007 Cuma

9.CUMHURBAŞKANI

1 MAYIS १९९३

Turgut Özal’ın ölümüyle boşalan Cumhurbaşkanlığının en güçlü aday olarak Süleyman Demirel görülüyor.

1960 lı yıllarda politika sahnesine çıkan Demirel, ordu müdahalelerinde şapkasını alıp kaçmasıyla tanınıyor. ‘Dün dündür bugün bugündür, yollar yürümekle aşınmaz, bana sağcılar cinayet işletiyor dedirtemezsiniz, benzin var da biz içtik mi?, ülke 70 sente muhtaç hale gelmiştir, kim tüp yok diyorsa bir kamyon göndereyim, bakın size bir şey söyleyeyim...’ sözleriyle politikaya kara mizahı getiren Demirel yaşlılık günlerini geçireceği güvenceli bir koltuk bulmuşa benziyor.

Demire’ in Cumhurbaşkanı olmasında en büyük sorumluluk sahibi parti ise şüphesiz SHP olacaktır.

Hiçbir politika üretemeyen, elindeki bakanlıklarla iş takibi yapan SHP, her ne olursa olsun, yerel seçimler yapılana kadar iktidarda kalınsın düşüncesinde. İktidar olanaklarıyla 1994 yerel seçimlerinde CHP’ yi alt etmeyi düşünüyor.

Demirel’in adaylığına önceleri soğuk bakan sayın İnönü şimdi ipleri tamamen yitirmiş görünüyor. DYP kongresine Demirel in müdahale etmemesi mümkün olmayacağı için, Çankaya’nın gölgesinde olmayan bir başbakan isteminden de vazgeçiyor.

Sayın İnönü ‘tüm sorumluluk benim’ diyor. Bu durumda ‘II. AKBULUT DEVRİNİN’ sorumlusu sayın İnönü olacaktır. İnönü bölgemiz milletvekilidir. Ara sıra bu tür konularda kendi seçmenin ne düşündüğünü araştırması gerekmez mi? Yoksa bizleri oy makinesi olarak mı görüyor?

ANAP’ın kurucusun Sayın Özal nasıl tarafsız bir Cumhurbaşkanı olmadıysa, yıllardır AP’nin ve onun devamı olan DYP’nin başkanlığını yapan Demirel de tarafsız olmayacaktır. Burada suçlu sayılması gereken Demirel değil, tarafsız insan varmış gibi tarafsız makamı gerekli kılan devlet yöntemidir.

Sonuç olarak, Harp Okuluna giren 1.sınıf öğrencisinin hedefleri Cumhurbaşkanı olabilmekti. Sanki bu makam Harbiye’nin son terfi noktasıydı. Ordunun, darbelere görevden uzaklaştırdığı bir kişinin orduya rağmen Cumhurbaşkanı olması, olayın, demokrasi açısından tek sevindirici yönüdür. ‘Çoban Sülü’ Cumhurbaşkanı olduktan sonra dağdaki çoban da artık Cumhurbaşkanı olabilme düşeri görebilir!
1 MAYIS 1993

14 Kasım 2007 Çarşamba

Dink'in cenaze töreni ardından

18 Şubat 2007

Dink'in cenazesi, Dink'in "vasiyeti" üzerine sessiz bir yürüyüşle kaldırılacaktı। Cenaze törenine katılanlar sadece tertip komitesinin belirleyeceği sloganları atabilecekti (bu nasıl bir sessizlik ise, ayni 301. Madde gibi işinize gelirse bu slogan serbest işinize gelmezse yasak. Madem slogan istemedi o zaman hiçbir slogan atılmamalıydı.)

Bilindiği gibi cenaze törenine 250 bin kişi katıldı. Topluluk, "hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz" sloganı attı.
Türk medyası cenaze törenine büyük ilgi gösterdi। Türkiye de milliyetçi guruplardan da buna tepki geçikmedi. Etki tepkiyi doğurdu. Hepimiz Türk'üz sloganları yanında, "hepimiz Ogün'üz" sloganları da tribünlerden duyulmaya başlandı.

Şimdi Türkiye de bir milliyetçi (ırkçı) tehlikeden söz edilmeye başlandı।

Gerçekten de milliyetçi, (burada ulusalcı hareket ile milliyetçi hareketi ayrı tutuyorum) azdı başını gidiyor। Daha düne kadar Türkiye'nin en büyük tehlikesi olarak şeriat görülürken şimdi milliyetçi bir hareket en büyük tehdit olmaya başladı diyenler çoğaldı. (kırk katır mı, kırk satır mı?)

Bu durumda, cenaze töreninde görev alan bazı arkadaşlar savunmaya geçerek, Almanya Solingen de, Almanlar, "hepimiz Türk'üz, Türkiyeliyiz" sloganı attı। Diyorlar.

Şimdi içinde bulunduğumuz konumdan uzaklaşıp, biraz objektif olmaya çalışarak, duruma bir göz atalım.
Almanya'da atılacak slogan bana göre, "hepimiz kardeşiz", "yaşasın halkların kardeşliği", "kahrolsun ırkçılık" vb। sloganlar atılırdı. "hepimiz Türk'üz" sloganı yanlış olduğu gibi Almanya da ırkçılığı körüklemekten başka işe yaramadı. Bu slogan da zaten içinde ırkçılığı barındırıyor.

Şimdi size soruyorum, Almanya da yapılan o mitingte siz de olsaydınız "hepimiz Türk'üz" sloganını doğru bulur muydunuz?Ertesi gün Almanlar yine Alman oldu।

Türkiye'de de "hepimiz Ermeni'yiz" diyenler yine Türk, Ermeni'ler yine Ermeni kaldı ve Ermeniler ırkçılığın boy hedefi durumuna geldi।

Cenaze törenin diğer boyutuna gelecek olursak।

Eğer cenaze töreninde "vasiyet var, tören de slogan atılmayacak" denmesiydi।

Ne sloganları atılırdı।

"hepimiz Hrant'ız,"

sloganı yanında

"katil iktidar"

"kontur-gerilla dağıtılsın"

"Türkiye laiktir, laik, kalacak"

"hükümet istifa"

"derin devlet dağıtılsın, çeteler yargılansın"

"Çankaya laiktir laik kalacak"

"kahrolsun Amerikan emperyalizmi"

"ne abd, ne ab"

vb sloganlar atılacaktı।

Neden atılmadı। Cenaze tertip komitesi istemedi.

Bu tören eğer engellenmeseydi, çok büyük bir hükümet karşıtlığına, derin devlet karşıtlığına dönüşecekti। Türkiye deki diğer kitleler de bu durumu hoşnutlukla bakacaktı. Ülkemizin demokratikleşmesine büyük katkı sağlayacaktı. Sanırım Dink de bundan memnun olacaktı. Ama ne oldu, milliyetçi hareket körüklendi, katiller güvenlik güçlerinin yanında kartpostallık pozlar verir oldu, diğer yazarlar tehditler alır oldu.

O zaman neden kitlelerin bu sloganları atmasına izin verilmedi। Çünkü cenaze sahipleri, Dink ailesi, Ermeni Kilisesi, Ermeni Diasporası akp hükümetinle anlaşarak töreni bu çizgiye çekti.

Her şey sadece 301। Maddeye indirgendi. Evet 301. Madde de Dink hedef haline gelmişti ama tetiği çektiren güçler ise başka adreslerde idi.

18 Şubat 2007

DİNK CİNAYETİ

22.01.2007
Türkiye, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle çalkalanıyor।

Dink’i kim öldürdü?

Aslında sorunun yanıtı çok kolay। Dink’i, 1977 yılı 1 mayısında kim kitleye ateş açtıysa, kim Abdi İpekci’yi, Ugur Mumcu’yu, A. Taner Kışlalı’yı, Çetin Emeç’i vb. öldürdüyse Dink’i de onlar öldürdü.

Aynı güçler Danıştay saldırısının arkasında da var, Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi Katolik Rahibi Andrea Santoro öldürülmesinde de var।

Danıştay saldırısında AKP hükümeti ve dinci çevreler zan altında bırakılmış, tepkiler o çevrelere yönelmişti। Şimdi ise tepkiler ulusalcı güçlere yöneltilmek isteniyor.

Danıştay saldırısında AKP ve dinci çevrelere tepkilerin yönelmesinde bu çevrelerin Danıştay’ı hedef göstermesi neden olmuştu।

Dink cinayetinde ise bilindiği gibi, 301। Maddeden yargılanma sürecinde milliyetçi çevrelerin göstermiş olduğu tepkiler şimdi de bu çevreleri cinayetten sorumlu tutulmasına neden oluyor.

Dink’i kim öldürdüğü bu anlamda net। Fakat niçin öldürüldü?

ABD, Irak batağında çıkmak için bir yandan çırpınırken bir yandan da yangını büyütmek ve İran ve Suriye’ye de saldırmak istiyor. Bu konuda Türkiye’den katkı bekliyor. Verilen sözlere ise 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi fazla güvenemiyor. Bu yüzden Türkiye’yi teslim almak, itiraz edemez bir duruma getirmek istiyor.
Dink cinayeti, zaten çıkmazda olan AB ilişkilerini daha kötüleştireceği açıktır। Avrupa’dan uzaklaştırılan bir Türkiye yalnızlığa itilecek ve tek çare olarak ABD’ye daha da fazla bağlanma yoluna gidecektir. Bu oynanmak istenen oyundur.

Ülkeleri tek tek “Ermeni soykırımını” tanımaların ardından Türkiye yargılanma sürecine itilmek istenecektir। Bu durum da, ABD’ye yanaşmak Türkiye’nin kurtuluşu olarak gösterilecektir.

Bu cinayet devlete ve hükümete yapılmış bir saldırıdır।

Hükümet Danıştay saldırısında olduğu gibi ağlamak yerine, katilleri elindedir, bu cinayeti çözmeli, sorumlular nerede ise oraya kadar gitmelidir। MİT, emniyet teşkilatı hükümetin elinde/emrindedir. Bu cinayeti hükümet çözemez ise kim çözecektir?

Eğer bu cinayet de çözülmez, Danıştay saldırısı gibi saçma sapan güçler hedef gösterilerek olay kapatılırsa bu tür siyasi çinayetlerin arkasının geleceği de açıktır।

Zaten dünyadaki bütün siyasi cinayetler, zayıf iktidarlar dönemlerinde işlenmiştir।

Bu iktidar zayıftır। Türkiye’yi aydınlığa götürecek durumda değildir. Cinayetin arkasındaki dış güçler tarafından korunmakta ve yönlendirilmektedir. Eğer tersi söyleniyorsa, hükümet bu cinayeti çözmelidir. Çözememesi durumunda hem kendisi hem de Türkiye güç durumlar yaşayacak demektir.

Bu oyunlar açıkca oynanırken, biz hala AB ve ABD’yi kendimize nasıl müttefik görüyoruz?

Bu oyunun bozulmasının tek yolu, arkasında halkı alan güçlü hükümetlerle, yüzümüzü biraz da doğuya çevirerek yeni bir rota çizmemiz gerekmektedir।

Şimdi oynanan oyunda AKP hükümeti bu cinayeti çözemez ise ya ABD’nin savaş planın bir parçası olacak, bunu başaramazsa kim ne derse desin ama şöyle ama böyle (darbe dahil olmak üzere) yıkılacaktır। ABD bu görevi başka parti veya güçlere verecektir.

17 yaşında bir genç, “Dink’in sözlerine kızdım” onu vurdum diyerek, Türkiye’nin geleceğini karartamaz, etkileyemez। Bu iş 17 yaşındaki bir çocuğun marifeti olamaz.

Hükümet katili yakaladım diye sevinemez। Çünkü tetikçi kendisini yakalatmak için herşeyi yapmıştır. Güvenlik kameralarına yakalanmış, silahı atmadığı gibi, kıyafetini bile değiştirmemiş, aman bir yanlışlık olur beni tanıyamazlar diye düşünerek, gerektiğinde giymek üzere bereyi bile üstünde taşımıştır.

Haydi burnundan kıl aldırmayan, bağırıp çağırarak, Kasımpaşalık yapan sayın Başbakan Tayyip Erdogan, devlet olanakları elinde çöz bu cinayeti।

Cinayeti çözmek, gerçek sorumlulukları ortaya çıkarmak için vereceğin tüm uğraşlarda halkın büyük çoğunluğunu da arkanda olacaktır।
22.01.2007

UYUYAN DEV UYANDI

1 ŞUBAT 1993

12 Eylül faşist diktatörlüğü ülkemize bir kabus gibi çöktü। Devrimciler idam edilirken devrimci, ilerici, demokrat yapılar ve hatta burjuva partileri bile kapatıldı. En ufak bir hak aramaya vatan hainliği damgası vurulduğu bu yıllar, ülkemizin en karanlık günleri olarak tarihe geçti.

Kara cüppelerini giymiş yüksek mahkeme üyeleri koltuklarını kaybetmemek için, hukukun üstünlüğü, kamu vicdanı, devletin kalıcılığı gibi ilkeleri bir kenara iterek 5 generalin elini ayağını öpmek için sıraya girdiler। Diğer bazı cüppeliler ise, 5 generalin genelgelerine yasa kabul ederek cezaevlerini devrimcilerle, demokratçılarla doldurdular. Anayasayı toptan yok eden generallere hiçbir şey yapamayan zavallı hakim savcılar, aynı generallerin içeri tıktığı insanlara aynı anayasa yüzünden ceza yağdırdılar. Bu mu hukuk devleti, hukuk anlayışı? Anayasayı bir kenara delmekle hiçbir şey olmaz diyenlere hiçbir şey yapamayan Anayasa Mahkemesi, sıra TKP ve SP ‘yi kapatmaya gelince ‘Anayasayı üzüntüyle uyguladıklarını’ söylüyorlardı.

12 Eylül rejiminin halkımıza sağladığı korku, şiddet ve sessizlik son Mumcu cinayetiyle son bulmuşa benziyor। Evlerinde dört duvar arasında devletten korkarak yaşayan halk, üzerindeki ölü toprağını attı. Türkiye’nin değişik yerlerinden milyonlarca insan Mumcu cinayetini lanetlemek için sokaklardaydı.

Ülkemizin demokratikleşmesini, yumuşamayı hazmedemeyen karanlık güçler demokratlara, aydınlara korku salmak, gelecek için umutları yok etmek, yeni darbelere ortam hazırlamak için Mumcu’yu haince katlettiler। Onlar, yine önceki cinayetler gibi halkın suskun kalacağını sanıyorlardı. Oysa Mumcu cinayeti ‘uyuyan devi uyandırdı.’ halk sokaklara döküldü. Önceleri tepkileri yok saymak isteyen devlet, böylesi yığınsal tepkiye sesiz kalamayacağını anlayıp tepkileri yumuşatıp yanlış yola kanalize etmek için İran’ı hedef gösterdi. Fakat kitlelerden çelişkileri gizleyemediler: ’Mumcu ’nun katili Kontr-gerilladır!’ Yüz binlerce kişi bu sloganı haykırdı. Niçin?Mumcu’nun karısı soruşturmayı MİT ve DGM ‘nin yönetmesini istemiyor. Niçin?

12 Martın faşist hukukçularından Baki Tuğ, Mumcu Apo ile MİT ilişkilerini araştırıyordu’ diyor। Bu nedenle Apo ‘cular vurdu, görüşünü savunanlar var. Apo’nun MİT le ilişkisi varsa kendi yandaşlarına hesabını versin. Ya peki MİT ‘in Apo ile ilişkisi varsa, Güneydoğu cinayetlerine Mit ortak olmuş olmuyor mu? Bu durumun bunun hesabını kim verecek?

Mit ve Kontrgerilla ile ilgili suçlamalar araştırılıp açığa çıkarılmalı। Suçlamalar gerçekse bu kurumlar dağıtılmalı. Yoksa tüm yazarlara, ülkenin yetiştirdiği değerli insanlara, devlet yöneticilerine, iş adamlarına yönelmiş bu tehditler ülkemizin geleceği için büyük bir tehlikedir.

Halkımızın, ülkemizin esenliği için faili meçhul cinayetler sonuçlandırılmalı, tetikçilerle birlikte gerçek sorumlular yargı önüne çıkarılmalıdır। Aksi halde, Mit, kontrgerilla tartışmaları son bulmayacaktır.

1 ŞUBAT 1993

TERÖR

15 EKİM 1992

Büyük bir hızla kaosa sürükleniyoruz.Terör olayları doğrudan batıya gittikçe tırmanıyor।Terör ülke gündeminde ilk sırada yer alıyor।Bazı çevreler,terörlü günlere alışmalıyız, diyor.Nerde ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir namlunun,bombanın,roketatarın tehdidi altında yaşamaya alışmalıyız.Biz terörle yaşamaya alışmak istemiyoruz.Biz terör istemiyoruz.Her nereden gelirse gelsin,patlayan her silaha karşıyız.Gerçek ne olursa olsun terörü insanlık suçu kabul ediyoruz.

Demokrasinin geliştiği ülkelerde terör olaylarının da artacağını ileri sürenler var।DYP-SHP koalisyon hükümetinin yeni kurduğu günlerde,demokratikleşme eğilimleri söz konusu olduğunda bu görüşü savunanlar vardı.’Terör olayları demokratikleşme ile paralel artar.’deniyordu.

Günümüzde,demokratikleşmenin,sivilleşmenin,şeffaflaşmaları kırıntıları bile söz konusu değil iken terör tersine artıyor।Terör demokratikleşmenin değil demokratikleşememenin ürünüdür.

Koalisyon hükümeti partileri gerek seçim programlarında gerekse ortak hükümet protokollerinde yer alan demokratikleşme,sivilleşme,şeffaflaşma konusundaki sözlerini yerine getirmelidir।Sosyal demokratlar da kendi iç çelişkilerini bırakıp ülke sorunlarına eğilmeleri gerekir.Yoksa yine birileri gelip, ’partileri kapatalım’ diyebilir.

Terör niçin önlenemiyor?Acaba Türkiye Cumhuriyetinde, ABD’de olduğu gibi güvercinler ve şahinler var mıdır? Güvercinler terör olaylarının demokratikleşme içinde barışçı çözüm yollarının denenmesini mi istiyorlar? Şahinler,demokratikleşme ve sivilleşmenin önüne geçebilmek için teröre ortam hazırlayarak destek mi veriyorlar?Gerçek alamda,demokratikleşmeyi ve sivilleşmeyi istiyorsak,ülkemizde yaşanan olayları soğukkanlı düşünmek durumundayız।

Dünyadaki demokratikleşme olmayan yöntemlerin büyük bir hızla yıkıldığı, yerine insanın ön planda yer aldığı, sivil-demokratik yöntemlerin oluştuğu günümüzde, baskıcı, militarist güçlerin, ülkemiz geleceğinde yerlerinin olmadığını bilmeleri gerekir। Acaba bunları bildikleri için mi bazı güçler terörle yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyorlar?

Terörle yaşamanın, otoriter, militarist yönetimlerle yaşamak demek olduğunu biliyor ve onları dünya gelişim süreçlerini tersine çeviremeyeceklerine inanıyoruz.

15 EKİM 1992

ŞERİATIN ÖNELENEBİLİR YÜKSELİŞİ

15 ŞUBAT १९९३

Her şey elbette çok daha önce başlamıştı।fakat 12 Eylül yönetimi Atatürkçülük adına,onun anılarını,mirasını,ilke ve kurumlarını yok etti.Laiklikte bu arada unutulmadı.ABD Patentli Türk-İslam Sentezi bu yıllarda gündeme geldi.Aramco ve onun Rabıtası, gereğinden fazla açılan İmam Hatip Liseleri,Faysal Finans v.b. bu yönetimin ürünleriydi.Atatürkçülük nutukları atılırken resmi kurumlar Türk-İslam Sentezcileriyle dolduruldu.Güneydoğu da devlet Hizbullahı örgütledi.

1970li yılların sonunda ve 1980li yılların başında,Sosyalist sisteme ve gelişen Sosyalist harekete karşı Köktenci hareketleri destekleyen ABD,Sosyalist sistemin dağılmasından sonra,kökten dinci hareketleri desteklemekten vazgeçmiş göründü।İlk bakışta sosyalist sistemin dağılmasıyla ona karşı desteklenen gerici kökten dinci hareketlere gereksinimi kalmamış göründü.Oysa ABD ülkemizde hiçte kökten dinci hareketleri desteklemekten vazgeçmedi.Tersine Şeriatla yönetilen,ulus bilinci hiç gelişmemiş,dünyadaki ilkel topluluklar arasında yer alan Arap ülkelerine giydirdiği deli gömleğini ülkemize de giydirmek istiyor.

SSCB ve Sosyalist Sistemin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Devletlerinin bağımsız,demokratik karşılıklı çıkar ilişkileri içinde ülkemizle kurulabileceği ilişkiden korkan,bunu bölgesel çıkarlarına tehdit gören ABD bir yandan Kürt Milliyetçi hareketini desteklerden diğer yandan kökten dinci hareketlerin arkasında yer alıyor।

Seçim hesapları yapan bir önceki ANAP hükümeti ve MGK kararıyla sosyalistlere,seçime katılma koşulları ağırlaştırılırken,% 10 barajlarla meclis kapatıldı.Bu günkü mecliste,MGK kararlarını yasa kabul ederek meclisten geçiren hükümet partileri,ANAP,DSP,MHP ye karşı tek muhalefet partisi RP si olarak ortaya çıkıyor.
MGK partilerinin belediye başkanlarının yolsuzluklarına karşı RP’sinin belediye başkanları örnek başkanlar olarak tercih nedeni oluyor।

Eğer devlet ve hükümet gerçekten laikliği ve Atatürkçülüğü savunuyorsa,öncelikle Milli Eğitim’deki yöneticilerin %74’ünü oluşturan İmam Hatip Lisesi çıkışlılarının değiştirilmesi,Hizbullahın, Aramco’nun, Rabita’nın araştırılması gerekir।Sosyalistlerin seçimlere katılabilme değişikliklerinin yapılarak,barajların kaldırılması meclisteki sosyalist sloganlar kullanan dinci akımların gerçek konumlarını göstermesi açısından öncelikli bir öneme sahiptir.

Fakat biz tarihten ders alarak,Hitler’in önlenebilir yükselişinin devlet ve burjuvazi tarafından engellenmediğini,tersine desteklendiğini bilerek,demokrasiye,gerçek laikliğe halk olarak sahip çıkmamız gerekir।

Türkiye halkı olarak ABD ‘nin yobaz kuklası olmamak için,Türk Cumhuriyetleri ile dostça ilişkiler kurarak bölgemizin barış ve demokrasisinin hakim olacağı güzel günler için mücadele etmeliyiz.Aksi halde güzelim yurdumuz,yobazların kılıçları ve kırbaçları altında yaşanamaz olacaktır.
15 ŞUBAT 1993

8 Kasım 2007 Perşembe

Kandırmacalar ve 3. Seçenek

Bazı “aydınlarımız”, “Türkiye’de bir avuç azınlık Cumhurbaşkanını seçmeye çalışıyor. Artık bunları bırakalım, TBMM cumhurbaşkanını seçsin demokrasinin önü açılsın” diyorlar.

Bu meclisin cumhurbaşkanını seçmesi durumu tamamen bir kandırmacadır. Bu şekilde bir cumhurbaşkanı seçilirse bu cumhurbaşkanını meclis değil, sadece ve sadece sayın Erdoğan seçmiş olacaktır. (Arkasına AB-D yi alarak) milletvekilleri sadece ellerini kaldıracaklardır.

Tepkileri gögüsleyeceğine inanırsa da cumhurbaşkanı kendisi olacaktır. Milletvekilleri ile, il başkanları ile yaptığı bütün toplantılar kandırmacadır.

Cumhurbaşkanını bu meclis seçmemelidir. Çünkü bu meclis meşru bir meclis değildir.

1- 2002 seçimlerinde sayın Erdoğan AKP genel başkanı olmadığı halde AKP oy pusulalarına genel başkan olarak yazılmıştır.
2- Tayip Erdoğan adaylığı cezası gerekçesiyle ret edilmiştir. Böyle olmasına rağmen bir seçimde iki yerden birden aday olmuştur. Siirt seçimi ayrı bir seçim değil 2002 seçimidir. Bu anlamda herhangi bir kişi aynı seçim içinde iki yerde birden aday olamaz.
3- Siirt seçimlerin yenilenmesinde hiçbir yeni aday gösterilemez. Aday gösterme seçim takvimi içinde yapılmış ve 2002 seçimleri öncesinde sonuçlanmış ve adaylar kesinleşmiştir. Eğer yenilenen Siirt seçimlerinde bir aday istifa edecek olursa bir alt sıradaki aday üst sıraya çıkar. Eğer tüm adaylar istifa edecek olursa o parti Siirt’ten milletvekili çıkaramayacak demektir. Bu YSK kararlarıdır.
4- Seçime katılan DEHAP oyları geçersiz sayıldığı halde, yüzde on barajı yeniden hesaplanmamış ve DYP’nin meclise girmesi anti-demokratik bir şekilde engellenerek AKP’nin ezici çoğunluğu ulaşmasına olanak sağlanmıştır.



Bu anlamda bu meclis meşru bir meclis değildir
Bu meclis cumhurbaşkanını seçerse bu kişi meşru cumhurbaşkanıdır sözü kandırmacadır.

Aslında karşı çıkılan elbette kişiler değildir. Sayın Tayip Erdoğan ve temsil ettiği siyasal eğilimdir karşı çıkılan. Sayın Erdoğan, ab-d nin ne derse yaptığı, ulusal çıkarları savunamadığı ve “ılımlı İslam” modeliyle bir din devletine özlem duyduğu bilinmeyen bir durum değildir.

Var olan devlet yapısının da elbette savunma refleksleri vardır ve mümkün olduğu kadar, üniter yapıyı, Kemalist yapıyı korumaya çalışacaktırlar. Var olan devlet yapısını arkasına halkı almadan, ab-d’ye güvenerek yola çıkanlar her zaman olduğu gibi kötü sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.

Bir devlet yapısı değiştirilemez mi? Elbette değiştirilir. Venezuela gibi, Humeyni gibi, Gorbaçov gibi arkana halkı alırsan devletin yapısını değiştirebilirsin. O zaman darbe de yapamazlar, yapsalar da başarıya ulaşmaları çok güçtür.

Ülkemizde yine bazı “aydınlarımız” milliyetçilik, ulusalcılık, yurtseverlik de özünde ırkçıdır diyerek hepsine karşı çıkmamızı savunuyor. Bunun için kampanyalar düzenliyor. Bunu savunan bazı “aydınlarımız” Türk yurtseverliğine karşı çıkarken Ermeni milliyetçiliği yapmaktan da geri kalmıyor. Agos Gazetesi Türkiye’deki Ermeni azınlığın çıkarlarını savunan bir yanın organıdır. Agos’un bunu yapması elbette çok doğal bir durumdur. Doğal olmayan durum ise Türk yurtseverliğine karşı çıkanların Agos’a üye kampanyası açmalarıdır.

Milliyetçiliğin kötü olmadığına bir örnek, chavez Venezuela’da ulusalcılığın dik alasını yapıyor. Özelleştirilmiş ne varsa hepsini kamulaştırıyor ve sosyalist bir devlete yöneliyor.

3. seçenek
Türkiye’de sol güçler ve halkımız, iki seçenekten birini seçmeye zorlanıyor,
1- Ortaçağ karanlığı, yobazlık
2- Militarist bir yapı.
Aslında üçüncü bir seçenek mevcut. Fakat bizim bazı “aydınlarımız” nedense bu seçeneğe pek değinmiyorlar. Neden biz de “turuncu devrim” gibi bir devrim yapmayı düşünmüyoruz. “Turuncu devrimler” sadece ab-d yanlısı olursa mı iyi oluyor? O zaman başımızdaki gericileri de, militaristleri de, ab-d cileri de kovar ulusal bir yapı ile, Türkü ile Kürdü ile Ermenisi ile, komşularımız ve barışçı dünya halkları ile kardeşçe yaşarız.

Türkiye’nin gerçek kurtuluşu ve tek seçeneği budur diye düşünüyorum.
Saygılarımla…

29 Ekim 2007 Pazartesi

Aydın Engin’e açık mektup

Sayın Engin, politika gazetesinde yazarlık yaparken
bütün yazılarınızı kaçırmadan okurdum.

Gazeteyi alır önce, ilk sayfasına bakar, önemli bir
haber varsa okur sonra Oya Baydar’ın köşesini
okuduktan sonra senin tırmık köşeni okurdum.
(pistiniz)

Politika gazetesi olarak o yıllar gündemi yakalar
doğru tespit ve yorumlar yapardı sanıyorum siz gazete
yazarları ve biz hareketin savunucuları olarak
birşeyler yapmaya çalışırdık.

Sonra 12 Eylül oldu. Bir kısım arkadaşlarımız
yakalandı, işkence gördü, cezaevlerinde yattı. Bir
kısım arkadaşlarımız, saklandı ve izlerini
kaybettirdi. Siz ise Almanya’ya gittiniz sanırım.
Orada güç koşullar altında yaşam savaşımını
verdiğinizi biliyorum. (taksi sürücülüğü yaptınız
sanıyorum)

Evet herkes şöyle veya böyle 12 Eylülden nasibini
aldı. Ama biz çocuk değildik değil mi sayın Engin?
Bilerek girmiştik ve sonucuna da katlanıyorduk. Fakat
hemen öyle karamsar olmaya da gerek yok. 12 Eylül
öncesi günlerde ne güzel de eylemler yapıyorduk. Biz
Türkiye idik, Türkiye de bizdi. Herşey halkımızın,
ülkemizin bağımsızlığı içindi.

Kızılay meydanında yapılan korsan mitingler, meşaleli
eylemler, afişlemeler, izinli- izinsiz dağıtılan bildiriler,
polisle kovalamacalar ne güzeldi değil mi sayın Engin?

Artık TKP yok.
sip adini TKP olarak değiştirdi. Ulusal cephe yerine
yurstsever cephe kurmaya çalışıyorlar. Yine de hiç
yoktan iyidir değil mi sayın Engin?

Alpaslan Berktay’ın bir sözü var. “yurtdışına gidenler
döne döne geliyor. Öyle mi sayın Engin siz de sanırım
döne döne geldiniz.

Oya Baydar daha gelmeden “nostaljik çığlıklar” mı
demişti. Onu biraz anlıyorum. Çünkü gençliğinde
yazdığı kitabi okumuştum. Burjuva gençliğinin
çıkmazlarını anlatıyordu sanırım.

Ama siz öyle değildiniz. Daha doğrusunu sizin öyle
döne döne geleceğinizi sanmıyordum.

Bazı günlük gazetelerde denemeleriniz oldu. Sonuçta
anlaşamadınız ve ayrıldınız.

Dink cinayeti ile medyada yeniden yer bulunca size bu
yazıyı yazma gereksinimi duydum.

Dink’in yakın arkadaşı imişsiniz. Öncelikle ben şunu
söyleyeyim. Siz de çok iyi bilirsiniz ki sayın Engin,
12 Eylül öncesinde, ermeni, rum, alevi, sunni, cerkes,
kürt ayrımı yoktu. Bizim hareket içinde her
cinsten insan vardı. Ve biz onların kökenini ve
ailelerinin dini geçmişini filan hiç öneme almazdık.
Ben de Dink’in ermeni kökenli olmasını bu şekilde
değerlendiriyorum. Yazılarını okuduğum zaman
görüşlerine katılmasam da onu bizden biri olarak
algılıyorum. Sanki biz “maocu”ların
görüşlerine katılıyor muyduk sayın Engin?

Ama benim burada anlayamadım şey siz nasıl oluyor da
sayın dink ile ayni görüşte oluyordunuz. O’nun tkp/ml
görüşünde olduğunu söyleniyor. Doğru mudur bilmiyorum
ama bizden olmadığı çok açık. (Olsa idik sanırım
bilirdik) Yani geçmişte ortak bir siyasi görüşünüz
yok.

Ne oldu da onunla ayni görüşte oldunuz?

O TKP li olmayacağına göre sizde tkp/ml
olamayacağınıza göre siz ne birleştirdi sayın Engin,
ab mi?

Siz Almanya da yaşadınız. Almanya size göre örnek
alınacak demokratik bir ülke mi Sayın Engin?

Almanya da kişi başı gsmh 20 bin avro. Ama bir
karpuzun, domatesin kilosu kaç para? İnsanlar tane
ile elma alabiliyorsa, dilimle karpuz-kavun
alabiliyorsa nasıl zengin ekonomik refahı
yakalayabiliyorlar? Ev kiraları kaç para?
İssizlik %10 lar da işsizlik sigortası 1000 avro. Ev kiraları kaç para? 300-500 avro.

Almanya da demokrasi var mı sayın Engin? Almanya’da
komünist partisi kurulabiliyor mu? Ya peki Fransa da,
İtalya da? marksist olmazsa serbest öyle değil mi?
(Almanya hariç) Britanya KP vardı ne oldu sayın Engin?

Bir insan sabah saat 5-6 da kalkıp, 5-6 da eve geliyor ve
saat 9-10 da uyumak zorunda kalıyorsa, bunu 65 yaşına
kadar yapıyorlarsa bunun adı ücretli kölelik düzeni
değil mi sayın Engin?

Avrupanın yarısının hala krallıkla yönetiliyor.
Krallık sembolikmiş. Hadi canim sende, nasıl
sembolik. Bugün İngiltere de Tony Blair’i eleştirmek
serbest. Bak ne güzel demokrasi diyerek çocukları da
kandırıyorlar. Haydi peki kraliyet ailesini eleştirin
bakalım. Demokrasilerde herkes eşit olarak doğar ana
İngiltere ve diğer krallıklarla yönetilen ülkelerde
değil değil mi sayın Engin?

Peki Almanya da krallık yok. Demokrasi mi var?
Yeşiller sosyalist söylemlerle koalisyon ortağı oldu, oldu da ne oldu? Afganistan’a asker göndermediler mi? Kendi içinde de çok eleştirildi. Peki demokratik sol parti
Berlin eyaletinde koalisyon ortağı oldu da ne oldu?
Hiç birşey. Devlet politikası aynen devam.

Propaganda bakanlığı vardı, Gobelsin bakan olduğu. Ona
ne oldu? Kaldırıldı mı? Hayır sadece adını
değiştirerek, başbakanlığa bağladılar. Ne oldu adı,
tam anımsamıyorum ama şöyle bir şey, Almanya’nın
politikasını belirleme, reklamını yapma ve halkı
inandırma (kandırma) müsteşarlığı gibi bir şey.

Evet Almanya da devlet politikasını belirleyen bu
müsteşarlık. Hükümetler onun söylediklerini
uyguluyor.

Avrupada demokrasi varmış. Orada darbe olmazmış,
siyasi cinayetler olmazmış. Hadi canim sende. Bakın
yakında neler olacak. Ekonomi tıkanıyor. Ayrıca Aldo
Moro yu, olaf palme’yi öldürenler de Türk değildi, Raştang yangınını çıkaranlar da.

Avrupa insanlara bir masa göstermişler bunun adı
demokrasi demişler çıkın ve masa da istediğiniz kadar
demokrasi oynayın. Onlar da demokrasi oynuyor. Gsmh
leri yüksek miş, hayat pahalılığı hiç önemli değil,
sağlık hizmetleri parasız mış, katılım payları
buradaki ücretli hizmetten pahalı imiş ne önemi var
gsmh 20 bin avro ya.

Sayın Engin, avrupadan dönen insanlar, döne döne
geliyor. Sizce neden? Gerçi Cemal Kıral Fransa’da
lokantalar da bulaşıkçılık yaptı ama döne döne
gelmedi. Birçok arkadaş da öyle siz neden döndünüz
sayın Engin?

Son bir sorum daha. Ab den birşeyler ummak ikinci
mandacılık olmuyor mu?

Yanlış biliyorsam lütfen bilgilendiriniz.

Saygılarımla

BAYKAL KİMİN ADAMI?

Genel seçimlerde, Cumhuriyet Mitinglerinin getirdiği moralle giren, ayrıca DSP ile seçim işbirliği yapılması ve SHP’nin de seçimlere katılmayacak olması nedeniyle oluşan olumlu hava, seçim sonuçları açıklanmasıyla, bir hayal kırıklığına, Baykal ve ekibine yönelik bir tepkiye dönüştü.

Herkes artık Baykal’ın çekilmesi konusunda görüş birliği içindeydi. Hikmet Çetin ve Mustafa Sarıgül hemen ortaya sürüldü. Her ikisinin de ABD ile ilişkileri ve politikaları bilindiği için, Baykal’a yönelik tepkiler hemen törpülendi. Hatta, “Baykal derhal istifa etsin” diyenler en çok Baykal’a sarılanlar oldu.

Bilindiği gibi seçimler öncesi Baykal’a büyük tepki vardı. Herkes “Baykal’a rağmen, oyumu CHP’ye vereceğim” diyordu.

Nasıl oluyor da Baykal sevilmediği halde CHP’yi krallık gibi yönetiyor.

“Ayak oyunlarını çok iyi biliyor” deniliyor. Kendine karşı olan il-ilçe yönetimlerini görevden alıyor, muhalifleri ihraç ediyor, aday göstermeyerek ekarte ediyor vs.

Bunları bilmekle bir parti bu kadar süre elinde tutulur mu? Türkiye bir muz cumhuriyeti mi? Bu ayak oyunlarını bilmeyen mi var? Üyelerin 3/2 sini ihraç et örgüt yönetimini elinde tut. Buna demokratik kamuoyu izin verir mi? Baykal’a veriyor.

Baykal istediğini yapıyor, demokratik kitle örgütlerinden, medyadan hiç tepki yok. Yasalar hep Baykal’ı haklı görüyor.

Neden?
Çünkü Baykal’ın arkasında ABD var.

ABD’nin Baykal ile yaptığı pazarlık çok kısa ve basit, “PASİF MUHALEFET” yani hem iktidarı hedeflemeyecek hem de kitleleri sokağa dökmeyecek. Bu anlaşmaya uyduğu sürece de, CHP yönetiminde kalması için kimse Baykal’a engel çıkarmayacak.

Bazı karşı sesler hemen gelecek, “1 Mart Tezkeresi”. Ne yapsaydı yani tezkereye evet mi deseydi? Bunu ne kendi gurubuna ne parti tabanına anlatabilirdi. Ayrıca ABD parti ve kişileri 1 defalık kullanıp atmaya kalksaydı bugün dünyada ABD’ci kimse kalmazdı.

BAYKAL’IN YANLIŞLARI:
1- Pasif muhalefet yapmak. Emperyalistlerin ve egemenlerin en korktuğu eylem, halk hareketleridir. Bunu engellemek Baykal’ın görevidir ve yıllardır bunu başarılı bir şekilde yürütmektedir. CHP Baykal yönetiminde, hiçbir konuda halkı alanlara çağırmamıştır. Şimdi anayasa değişikliği gündemdedir ve Baykal’ın programlarında halk hareketleri yoktur. Cumhuriyet mitinglerinde bile o misafirdir.
2- ABD’den aldığı talimatla, Recep Tayip Erdoğan’ın yasağını kaldırmış, yasalara rağmen onun milletvekili ve başbakan olmasını sağlamıştır.
3- 22 Temmuz seçimlerinde DSP ile ciddi bir seçim ittifakına girmemiş sadece DSP merkez yöneticisi olan 13 kişiye milletvekilliği güvencesi vermiş, diğer bölgelerde seçilme şansının çok az olduğu sıralara bile DSP’lileri aday göstermeyerek DSP’lileri seçim çalışmaları dışında tutması becerisini göstermiştir.
4- CHP-DSP seçim işbirliği görüşmeleri sırasında, tabanın, Cumhuriyet Mitinglerinin verdiği moralle CHP tek başına iktidar olacak beklentisine karşılık, CHP yöneticilerinin, “oy oranımız artacak ama milletvekili sayımız düşecek, bu yüzden DSP’ye ancak bu kadar sayıda milletvekilliği verebiliriz” söylemleri ve bunun gerçekleşmesi.
5- CHP miting yapmayı düşünmüyordu. O günkü açıklamalarda, “havalar sıcak olacak. Bu yüzden biz miting yerine gece konserleri düzenleyeceğiz. Baykal konserlerde kürsüye çıkarak halkı selamlayacak” diyorlardı. Seçim çalışmaları başladı. AKP TOKİ mitingleri yapıyor, CHP’den ses yok. Gelen tepkiler üzerine CHP mitinglere başlıyor. “Şeriat geliyor” diyen CHP tüm Türkiye’yi ayağa kaldıracağı yerde ancak AKP’nin yarısı kadar miting yapıyor. Bunların içinde de ne hikmetse Ankara, İstanbul, İzmir yok.
6- CHP paralarını seçim çalışmalarına değil parti binasına harcıyor. Parti Genel Merkezi 27 trilyona mal oluyor. Ayrıca seçimlere az bir süre kala “beyefendi” makam arabasını yeniliyor. İktidarı hedefleyen bir parti bunları yapar mı?
7- Seçimlerde Baykal’ın ağzından hiç ABD kelimesi çıkmadı. Halkın %92 sinin karşı olduğu ABD ve onun Irak’ta yaptıkları hiç politik malzeme konusu olmadı. Çünkü ABD kendisinin seçimlerde kullanılmasını yasaklamıştı. Bunu ABD büyükelçisi açıkça tüm partileri tehdit ederek basına açıklamıştı.
8- CHP’nin bir ekonomik programı yoktu.
9- CHP’nin bir güney-doğu programı yoktu.
10- Halkın karşısına çıkacak yüzü olmayan AKP ancak TOKİ mitingleri ile kalabalık toplayabildi, devletin her tür olanağını kullanarak. CHP buna pek ses çıkarmadı.
Başta AB-D olmak üzere, tüm mandacı aydınlar, AKP’li gazeteciler, 2. cumhuriyetçiler bir propaganda masası oluşturarak sayısız yalan haber, bilgi, belge hazırlayarak halkı yanıltılar;
- CHP’yi sosyalist enternasyonel’den atmaya kalktılar
- Emperyalizme göbeğinden bağımlı ülkemizin tüm suçunu, AB-D’yi yok sayarak Kemalizme yüklediler.
- Cumhuriyet Mitinglerini darbecilerin örgütlediği yalanını yaydılar.
- Nokta Dergisi darbe günlüğü yayınladılar.
- General Özkök’e darbe söylentileri yayıldı.
- En önemlilerden birisi ise, sahte anketlerle halk yönlendirildi.
Bunlara benzer sayısız yalan haber üretilip, insanlar suçlandı, kitleler yönlendirildi. CHP bunlara karşı bir kampanya yürütmedi.
11- En önemlisi ise, seçim sonuçlarında hile olduğu iddiasını hiç ciddiye almadı.
Türkiye ilginç bir seçim yaptı. Seçim her kademesi bizim bildiğimiz seçim gibi idi, halk sandığına gidiyor, oyunu kullanıp seçim sandığına atıyor, parmağı boyanır ve seçmen görevini yapmış oluyordu. Sandık görevlileri de oy verme işleminden sonra sandığı açıyor ve hangi partinin ne kadar oy aldığı tutanaklara geçiriliyor, üyeler bunu imzalıyor, sonuçlar seçim kurul başkanlarına veriliyordu. Bu seçimlerde aynı bu şekilde yapıldı. Fakat eskiden ilçe ve il seçim kurulu tutanakları YSK’ya gönderiliyor ve orada birleştirerek hangi partinin ne kadar oy aldığı ve kaç milletvekili çıkaracağı açıklanıyordu.
Fakat dünya tarihinde ilk kez, belki de son kez Türkiye bir seçim değerlendirme sistemi yaptı. Seçim sonuçları evrak olarak değil, sanal ortamda gönderildi ve sanal sonuçlarla seçim sonuçları açıklandı.
Telekom İsrail’in
İnternet ABD’nin
Program yapımcı yabancı bir şirket
Uygulayan Koç Holding
Bilgisayar korsanlarını hesaba katmaya gerek yok.

YSK başkanı tüm bunları bilmesine karşılık sanal rakamları seçim sonucu diye açıkladı.
AKP oyları %40 ların altında olmasına karşılık, muhalefet cephesinin direncini kırmak, kendi anayasalarını yaparak ılımlı islama geçmek için AKP oyları %47 olarak açıklandı.
Açıklandı diyorum çünkü, YSK kendi birimlerinden gelecek olan resmi sonuçları beklemeden sanal sonuçlara dayanarak %47 olarak açıkladı.

SONUÇ OLARAK:
Baykal derhal istifa etmelidir. Türkiye Cumhuriyetinde sadece Baykal ve Sarıgül yoktur. Kitleler Baykal’a sahip çıkması için Sargıgül ABD tarafından ortaya sürülmektedir. ABD’nin Baykal oyunu bozulmalıdır.

Yeni bir politik söylemi, ekonomik programı olan, özelleştirmelere karşı çıkan, AB’ye girmekten kökten vaz geçen, IMF ve Nato’dan çıkmayı hedefleyen bir yapı CHP’nin başına gelmelidir.

Bu yeni yapı AKP’nin her tür gerici girişimlerine karşı kitleleri alanlara dökerek onları engellemelidir.

Yoksa, Baykal basın açıklaması yapar, ekibinden bazıları basın açıklaması yapar her şey orada kalır, AKP’de istediğini gerçekleştirir.

ABD, İsrail (çok uluslu şirketler) sadece ülkelerdeki iktidarı değil muhalefeti de belirlerler.
Ülkemizde, AKP, MHP, CHP, DP ve Genel Kurmay ABD denetimindedir.
Bu gerçekler bilinmeli, Cumhuriyet Mitingleri ile “gazı alınan” kitleler yeniden ve gerçek bir çizgi ile harekete geçirilmelidir.

Geniş kitleleri harekete geçirebilecek olan, yenilenmiş kendini sola açan, sınıfsal bakış açısı olan yeni CHP yapabilir.

AKP iktidarını geriletecek olan sadece ve sadece halk hareketleridir. Ordudan veya başka yerlerden umut beklemek hayaldir. Eğer CHP’de yeni yapı oluşturulamazsa kitleler yeni oluşumlar yaratmak zorundadır. Aksi halde gidiş “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” olacaktır.

Saygılarımla.
İsmet Baytak