21 Mart 2009 Cumartesi

“M. Balbay’ın Günlükleri”

Geçtiğimiz günlerde internet Hürriyet Gazetesinin ilk sayfasında şöyle bir haber vardı, “Aliağa Emniyet Müdürlüğünde patlama, 1 polis şehit” merak edip haberin devamını tıkladım. Haber şöyle, “Aliağa Emniyet Müdürlüğünde bir balıkçıdan elde edilen patlayıcının mahkeme kararı ile imha edilmesi kararından sonra, emniyette polis memuru, bilmem kim, patlayıcıyı götürmek isterken elinde patladı. Polis memuru ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı”

Haberin devamı bu. Ama ilk sayfada polisin şehit olduğu yazıyor. Aşağıda ise okuyucu yorumları var, birisi, “Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı dileriz”, diğeri, “ruhu cennet mekan olsun” vb. diye yorumlar sürüyor.

Ne var bunda diyebilirsiniz, herhangi birileri saçmalamış. Ama saçmalayanlar, gazetenin “kadrolu” yorumcuları. Yani devamlı yorum yapıp oy alanlar filan. Yani haber okunmadan manşete bakılarak yorumlanmış.

Konumuzla ilgisi ne?

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın, günlükleri Doğan Medya gurubundan, http://www.tempo24.com.tr de yayınlandı. Bundan sonra başta AKP medyası olmak üzere herkes bu konuda yorumlar yazmaya başladılar.

Öncelikle yayınlanan bu anılar Balbay’a mı ait? Eğer Balbay’a aitse yayınlananlar günlüklerin tamamını mı oluşturuyor? Bazılarına göre günlükler çok daha uzun ama birileri bu günlüklerin sadece ordu/subaylarla olan ilgili kısımlarının servis edildiğini söylüyor. Eğer böyle ise bile ordu/subaylar ile ilgili kısımlarda çıkartmalar yapılmış mı? Bilinmiyor.

Ben, günlüklerin tamamen Balbay’a ait olduğunu ve herhangi bir çıkartma/çarpıtma vb. şeyler olmadığından yola çıkarak var olanı değerlendirmek istiyorum.

Günlükte hiçbir yerde darbe planına rastlamadım. Günlüklerin ana temasını Şener Eruygur oluşturuyor.

Günlüklerde öz olarak şunlar var; ülke ciddi biçimde geriye doğru gidiyor, yani şeriat devletine. Kıbrıs’ta tüm haklarımızdan vazgeçiyoruz. Türkiye, ABD planı ile bir bölünmenin içine sokulmaya çalışılıyor, AKP hükümeti de bu planın içinde.

Kısaca bu noktalarda ne yapabiliriz? Tartışması var. Ama hiçbir yerde darbe yapacağız yok. Tersine artık günümüzde darbelerin yapılamayacağından falan söz ediliyor. Amaç AKP hükümetine karşı ne yapabiliriz, nasıl bir yapı kurabiliriz, bizim yanımızda kimler yer alır, kimler yer almaz, medya kimden yana filan konular tartışılıyor?

Günlükte, “bu medya ile darbe yapılmaz” diye söz ediliyor. Darbenin medyaya gereksinimi olmaz ki! Yaparsın darbe medya esas duruşa geçer, örneğin Taraf Gazetesi ya kapanır ya da, “emredin paşam” gibi manşetlerle çıkar. Çıkmaz mı? 12 Eylül’de tüm gazeteler nasıl çıktı?

Darbe yapacak adamlar böyle, ordu dışı kişilerle günlerce tartışma da yapmaz. Zaten Eruygur emekli olacağından filan söz ediyor. Yani devlet başkanı filan olmaktan söz eden yok.

Bir de neymiş? Mustafa Özbek’in sendikasının darbe için 8 trilyonu varmış oysa günlükte 8 trilyon şöyle geçiyor, “tüzüğümüze göre 8 trilyonun %40’ı kadar herhangi bir şirkete (gazeteye) ortak olabiliriz” yani muhalif bir darbeye değil gazeteye kaynak aktarabileceğinden söz ediliyor.

Peki, komutanların, gazetecilerle, patronlarla, sendikacılarla böylesi toplantılar yapması yasa dışı mı? Bana göre hayır, görevi ne olursa olsun herkes ülke sorunlarını değişik çevrelerde tartışmalı, görüşlerini kamuya kapalı alanlarda tartışmaya açmalı emekli olunca da ADD gibi bir sivil toplumuna veya, sağ veya sol partilere üye, yönetici filan olabilmeli. Yeter ki var olan yetkilerini kötüye kullanmasınlar.

Peki bu subaylar yetkilerini/güçlerini hiç kötüye kullanmamışlar mı? Kullanmışlar. Zaten günlüklerde de geçiyor, 19 Mayıs, 23 Nisan gibi günlerde Genel Kurmay’ın basın açıklamalarında laiklik vurgusu yapmışlar.

Ama bir de darbe ile ilgili çarpıcı bir kesit var, paşa çeketini çıkarmış onunla görüşmeye gelenler, “ne o paşam neye soyundunuz?” diyerek espri yapmışlar. İşte darbeyi çağrıştıran en keskin bölüm bu.

Bir de, günlüklere göre, Tuncay Özkan’ın genç ama güvenilir olmadığı, Gürbüz Çapan’ın karanlık ilişkileri olduğu, Cumhuriyet gazetesinin ondan uzak durması gerektiği söz ediliyor.

Evet işte benim günlüklerden okuduklarım bunlar.

Ama kimileri günlükleri, “Darbe Günlükleri” olarak lanse ederse herkes de Aliağa’daki olay gibi, “Allah rahmet eylesin, ailesinin başı sağolsun” filan diyebilir. Tabi bunlar iyi niyetli olanlar, diğerlerini zaten saymıyorum.

Saygılarımla…

19 Mart 2009 Perşembe

“ISSIZ ADAM”

Çağan Irmak, 1970 doğumlu yönetmen ve senaryo yazarı. 6 tane uzun metrajlı filmi var. Ama ben onu, “Babam ve Oğlum” ile “Issız Adam” filmlerinden tanıdım.

Sanırım benim gibi bir çok insan da bu iki filmi izlemiştir. Fakat ben yine de bu iki film hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum.

Babam ve Oğlum; duygusal bir film, düşünceleri uğruna baba evine terk eden ve 12 Eylül zindanlarında kansere yakalanan ve ölümü kaçınılmaz olması nedeniyle baba evine geri dönen ve oğlunu babasına emanet etmek isteyen bir adamın öyküsü. Gözyaşlarına boğulduk. Gerçi film, 12 eylül dönemini çok iyi yansıtmış olsa da solcu/devrimci olmak demenin, işkence, hapis, idam, kanser vs. olmak demek diyen 12 Eylül korkutmacalarının bir devamı niteliğinde.

Ama ben “Issız Adam”ı da izledikten sonra sayın Çağan’ın kesinlikle amacının bu olmadığını anladım.

Issız Adam; orta burjuvazinin aşk macerasını anlatan güzel, romantik, duygusal bir film. Ekonomik sorunu olmayan, bencil yaşantısından kopamayan bir adamın ve çok duygusal, aile yaşantısına çok önem veren fakat aşk yaşantısında birçok başarısızlıklar yaşamış bir kadının tam aşk yaşamını, aile ortamını buldum dediği anda boşluğa düşmesini anlatıyor.

Sonuçta iki filmin kısaca konusu bu. Peki bu iki filmi özel kılan ne?

Sanırım Çağan Irmak bu iki filmi sadece yukarıdaki amaçla üretmemiş. Bana göre aslında başka mesajlar da vermiş.

Bu iki film de sanırım yabancı ülkelerden ödül almadı. Ama yine sanırım Babam ve Oğlum’dan sonra Issız Adam’da yurt dışında gişe başarılarına ulaştı.

Bir yönetmen bir filmi düşüncelerinde üretirken, neyi hedef alır? Yurt dışında ödül almayı hedeflerse, bu ödülü almak pek zor değildir. Türkiye’nin %10’nunu bile kapsamayan kesimlerden kesitler alır, onları örneğin, yakıt olarak tezek kullanan insanlar, öküzü öldüğü veya devletin aldığı için kadının öküz yerine koşulduğu bir sabanı, asker/polisin insanlara dışkı yedirdiği gibi filmler yaparsanız kesinlikle Avrupa’dan filan ödül alabilirsiniz.

Örneğin Yılmaz Güney’in son filmleri böyledir.

Çağan Irmak böyle bir film yapmak istememiş. İstemiş olsaydı, örneğin senaryo şöyle olabilirdi. 12 Eylül zindanından çıkan baba, öleceğini anlar yanına oğlunu da alarak baba evi olan köyüne döner. Baba evi tek katlı kerpiç ve üstü, toprak kaplı karanlık bir odadır. Aile odada hayvanlar ile birlikte yaşar, elektrik yoktur odanın içini duman ile kaplayan bir odun ateşi ile aydınlanır ve oda onunla ve hayvanların dışkıları ile ısınır. Vs.

Eğer Çağan Irmak böyle bir film yapsaydı kesinlikle yabancı ülkelerden ödül veya ödüller alırdı. Ama ne yapmış Çağan Irmak? Ekonomik sorunu olmayan bir baba ocağı, bayanların telsiz, traktör kullandığı bir aile yaşantısı. Avrupalı eğemenlerin istediğinin tam tersini yapmış.

Issız Adam filmi ile ise tamamen emperyalizme, kapitalizme bir başkaldırı eseri yaratmış.

Orta burjuvazinin aşk maceraları ile nasıl kapitalizme/emperyalizme bir başkaldırı olabilir diye sorabilirsiniz.

Yılmaz Güney toplumun %10’nun bile kapsamayan filmler yaptıysa (Örneğin Yol filmi gibi) Çağan Irmak toplumun yine %10’nun bile kapsamayan bir burjuva filmi yapmış.

Kapitalist sistem kendi halkını sömürmek ve egemenliğine devam ettirebilmek için halkının şükretmesini ister. Bu amaçla Türkiye gibi ülkelerde yaşamın ne kadar kötü olduğunu gösteren filmlere ödüller verir. Bu filmleri izleyen Avrupa halkı kendilerinin demokratik bir refah toplumu içinde yaşadığına inanır, sömürü sürer gider.

Çağan Irmak, Issız Adam filmi ile bu yalancı kapitalist düzenin suratına bir tokat atar gibi bu filmi yapmış. Bu filmi izleyen, Türkiye’yi tanımayan bir Avrupa vatandaşının kendi yaşantısını sorgulamaya yönelmesi bence kaçınılmaz.

Çünkü, Issız Adam filmi, Türkiye’nin en güzel mekanlarında çekilmiş, ekonomik sıkıntının olmadığı, herkesin bolluk içinde yüzdüğü, kültürlü insanların yaşadığı ülkenin bir filmi. Yine tekrar ediyorum, bu film Türkiye gerçeği değil, Yol Filmi gibi.

Benim düşüncelerime göre, Kültür Bakanlığı bu filmin tanıtımı için bütçe ayırmalı, bu film tüm dünya ülkelerinde gösterime girmeli ve büyük gişe hasılatları kırmalı. Bu filmi izleyen her dünya vatandaşı, eğer kafasında bir Türkiye imajı varsa kesinlikle o imaj değişecektir.

Ayrıca, eski ama çok güzel kırkbeşlik plakları tekrar günümüze kazandırdığı için sonsuz teşekkürler.

Çağan Irmak bir de, 78 kuşağı olmanın sadece, acı, işkence, idam, hapis, kanser olmadığını, gençlerin, insanların örgütlenerek nasıl bir güç olduğunu bu güçten egemenlerin nasıl korktuğunu, insanlığın kurtuluşu için, sosyalizm için mücadelede nasıl dostluklar, nasıl aşklar yaşandığını anlatan filmler yaparsa sanırım gençlerin politikadan korkmasının bir ölçüde önüne geçmiş olabilir.

Teşekkürler Çağan Irmak, “Babam ve Oğlum” ile “Issız Adam” filmi ile beni duygulandırıp ağlattığın için, başarılarının devamını dilerim.

Saygılarımla…

18 Mart 2009 Çarşamba

500 milyon dolarlık adam! Ve Oya Baydar

Dünyanın en zengin adamı değil ama en pahalı adamı kim?

Hemen akla topçular geliyor ama bildiğim kadarıyla onların en fazla değeri 50 milyon avro filan.

Bir insan sadece ama sadece kalemi ile kaç para edebilir? Beş para etmez değil mi? Ama ediyor hem de yarım milyar dolar ediyor.

Dünyanın en pahalı adamı Türkiye’de yaşıyor. Lüks serveti filan yok sadece kedi ve köpekleri var. Köpeklerinin bir tanesinin adını biliyorum, “Postal” ama bu postal asker postalı değil, köpeğin ayakları büyük olduğu için bu isim konulmuş.

Dünyanın en pahalı kişisi, Hürriyet Gazetesi köşe yazarı, “köpeği ile yatan” Bekir Coşkun. Tam 500 milyon dolar ediyor.

Hem de 500 milyon değeri Türkiye Cumhuriyeti devleti belirledi. Eğer Bekir Coşkun Hürriyet Gazetesinden kovulursa 500 milyonluk ceza büyük olasılıkla silinecek. Bunu nereden mi biliyorum? Fehmi Koru’nun yazılarından.

Ya peki Bekir Coşkun gazeteden kovulmazsa ne olacak? Sanırım o zaman değeri milyar dolarla hesaplanacak. Çünkü devlet doğan medyaya büyük olasılıkla el koyacak.

Bekir Coşkun, kısaca şöyle diyor, “patron beni kovarsa, kovar ben doğru bildiğim yazılarıma devam edeceğim”

Aydın Doğan ise omurgalılık sergiliyor, dik durmaya çalışıyor ama Cem Uzan’ın konumuna düşmek de var.

Bence Aydın Doğan, Bekir Coşkun’u hemen kovalasın yerine de Oya Baydar’ı alsın. Zaten Hasan Cemal’de ön hazırlığını yapıyor.

Aydın Doğan neden Oya Baydar’ı Bekir Coşkun yerine almalı?

Çünkü, Oya Baydar, “Darbe kuşaklarına açık mektup” isimli bir yazı yazıyor. Yazı Taraf Gazetesinde yayınlanıyor. Bu yazıya hemen tüm AKP medyası sahip çıkıyor, köşelerini vermeye hazırlanıyor. Zaten Hasan Cemal Milliyetteki köşesinde onun yazısını yayınlıyor iki gündür. http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1072462&AuthorID=63&Date=18.03.2009&b=Asil%20korkmamiz%20gereken,%20tarihe%20darbeseverler%20olarak%20gecmektir%20(2)&a=Hasan%20Cemal&ver=67


Ne diyor Oya Baydar? “Umudun farkında mısınız?... arkadaşlar, darbecilik ilk kez suç oluyor” diyor. Yani Ergenekon soruşturmasından, AKP hükümetinden çok memnun.

Eğer Aydın Doğan, Bekir Coşkun’u kovalar yerine Oya Baydar’ı alırsa kimse bir şey diyemez. Çünkü Oya Baydar eski TKP’li, hem de 1980 öncesi Politika Gazetesi Köşe yazarı, deneyimli yani. Şimdi ne güzel dönmüş, dönek olmuş. Tam Aydın Doğan’a göre. Baydar’ı Bekir Coşkun köşesine aldıktan sonra, “bakın Coşkun’u kovaladım ama yerine komünist bir yazar aldım” da diyebilir. Haklı adam!

Oya Baydar’ı, Bekir Coşkun’un köşesine yerleştirirse o zaman dönek komünistleri, liberalleri de kazanmış olur.

Yalnız aydın Doğan’ın acele etmesi lazım. Çünkü AKP medyası Baydar’ı her an kapabilir. Doğan medya, Hasan Celal Güzel, Akif Beki gibi acele Oya Baydar ile pazarlığı otursun.

Kim bilir belki de pazarlıklar başlamıştır bile.

Ama benim de Oya Baydar’ın yazısına bir yanıtım olacak:

“Umudun farkında mısınız?”

Oya Baydar ve onun gibileri ben anlamakta güçlük çekiyorum. Bunlar Türkiye’de yaşamıyorlar mı? Yoksa bunları ab fonlarından para aldıkları için mi böyle yazıyorlar? Bilemiyorum.

Sanıklar darbe girişimi içindeymişler. Ama zaten darbe ortamında değil miyiz?

1- Ülkede herkes dinleniyor.

2- Gazeteler beyaz haberlerle!, köşelerle çıkıyor. Aynı 12 mart 12 eylül günleri gibi

3- Basına çok büyük sansür var. Hükümet tutturdu Bekir Coşkun’u atacaksın diye. Bir milyara yakın ceza kesti. Teminatları kabul etmiyor, belki de doğan gurubuna el koymaya hazırlanıyor.

4- Sabah gurubu, dinci medya ve TRT padişah efendimizin yayın organları oldu.

5- Yerel basın susturuldu. Sıkıyorsa biraz onların üstüne git, hemen karşına maliye memurları, emniyet, savcılık vs. geliyor.

6- Bütün kaynaklar satıldı, yandaşlarına peşkeş çekildi. Ancak darbe dönemlerinde yapılabilecek yolsuzluklar yapılıyor.

7- Mahkemeler hükümetin baskısı altında. Hükümetin beğenmediği savcı ve hakimleri görevden alınıyor, sürülüyor, terfi etmesi engelleniyor.

8- Hükümetin istifasına yönelik mitingler yasa dışı kabul görüyor.

9- Başbakanı, bakanları eleştiren vatandaşlar yaka paça gözaltına alınıyor.

10- Muhalefet, CHP, MHP ise AKP ile uyumlu bir şekilde bizi ılımlı islama, Osmanlıya götürüyor.
11- Darbeyi yapan netekim orada devlet katında en üst düzeyde itibar görmeye devam ediyor.

12- Derin devlet, mit-cia,jitem, mhp, bbp iken jitem haric diğerlerine kimse dokunmuyor.

13- Böyle giderse yakında hükümet aleyhine yapılan gösteri ve yürüyüşler ile grevleri yasaklayacaklar.

14- Biraz daha güçlenseler, idamlar toplu tutuklanmalar falan da başlayacak.

Ergenekon soruşturması ise “cadı avı” biçiminde, Leipzig duruşmalarılarına döndü

Erdoğan padişah oldu Baydar gibiler hala onlardan medet umuyor.

Saygılarımla…

16 Mart 2009 Pazartesi

Komünistler seçimlere nasıl girmeli?

Türkiye’de siyasetin merkezi hep sağa kayıyor. Ana muhalefet partisi CHP Çarşaf açılımından, her mahalleye kuran kursu açmaktan söz ediyor. AKP ise, Osmanlıya dönüşten filan söz ediyor. MHP ise milliyetçi söylemlerin arkasında AB-D’nin, AKP’nin değirmenine su taşıyor.

Eskiden CHP için burjuvazinin stepnesi denirdi. Şimdi stepne filan kalmadı. Giden otomobilin iki tekeri AKP ise bir tekeri CHP ve diğer bir tekeri de MHP artık. Otomobil nereye gidiyor? ABD’nin istediği yöne. Yani, Osmanlıya, ılımlı islama, islami faşizme.

İyi bakınız ne zaman AKP sıkışsa bu iki parti onun yardımına koşuyor.

Ülkemizdeki bir çok aydın, kurum, kuruluş, sendika, dernek vb. AB fonlarından, Soros gibi vakıflardan para alıyor. Sonra da AB’nin, AKP’nin ülkemize demokrasi getireceğinden filan söz ediyor.

Türkiye’de politik merkezin sağa kayması, ülke halkının sağa, ırkçılığa ve aşırı dinciliğe yönelmesinden kaynaklanmıyor. Merkezin sağa kaymasının nedeni ülkede sol/sosyalist yapıların güçlü olmamasından kaynaklanıyor.

Ülkemiz 12 eylül darbesinin etkisinden kurtulamadan, reel sosyalizmin yıkılışına tanık oldu. İnsanlarımız bir çok yönden umutsuzluğa düştü. Herkes bir yerlere savruldu. Ama dünyada başka bazı ülkeler bu umutsuzluğu kırdı ve yeni kazanımlar elde etti. Biz ise bu konuda fazla bir başarı gösteremedik.

Neden?

Türkiye’de, küçük yapılar dışında üç ana unsur var; TKP, ÖDP, EMEP ve bir de Kürt sosyalist hareketi. Gerçi PKK Kürt sosyalist hareketinin üstünden silindir gibi geçti.

Ülkemizde bir çok aydın, düşünen insan Türkiye’de sol yapıların olmasını istiyor, çünkü bir çoğu gidişten rahatsız.


Bu çerçevede, 29 mart yerel seçimlerinde ciddi bir kampanya yürüten ve kendimi de yakın gördüğüm TKP’yi irdelemek istiyorum.


TKP, AKP’yi durdurun. ile “Ya sosyalizm ya Osmanlı” kampanyası açarak seçimlere giriyor. Kampanyanın içeri doğru olmakla birlikte bu iki kampanya ne kadar gerçekçi ve ne kadar başarılı olabilir?

İnsanlar yaşam alanlarının daraltılmasından, yaşam alanlarına müdahale edilmesinden çok rahatsız. AKP genel iktidarı yanında yerel iktidarı ile insanların yaşam alanlarına müdahale ediyor, daraltıyor.

TKP 29 mart yerel seçimlerinde şöyle bir politika yürütseydi çok daha başarılı olacağını düşünüyorum.

1- Belediye seçimlerinde her il ve ilçe örgütü ne yapacaklarına kendileri karar verecek. Başkan adayı çıkaracaklar ya da var olan CHP, DSP veya bağımsız adayı destekleyecekler.
CHP adayı demek Baykal demek değil. Bir çok yerde Baykal muhalifleri belediye başkan adayı. Baykal’a yazılan ise il genel meclis oyları. Ayrıca TKP oy oranını artırmak istiyorsa CHP tabanını iyi değerlendirmesi gerekiyor. Bu gün CHP tabanında önemli ölçüde eski sosyalistler var. TKP öncelikle onları kazanmalı. Bu anlamda merkezi karar yerine yerel örgütlere insiyatif vermeli. Ayrıca şunu da göz önüne almak gerekir ki, AKP’nin kan damarları, para ve insan kaynakları belediyelerdir.

2- “Durdurun” ve “ya sosyalizm ya Osmanlı” kampanyası yerine. %1’i hedef alan bir kampanya açılmalıydı. Solun güçlenmesini istiyorsanız il genel meclisinde bizi destekleyin. Bize oy verin, siyasetin merkezini sola çekelim, bize oy verin, CHP’nin sağa savrulmasının önüne geçelim, bizi destekleyin, AKP Osmanlıyı unutsun, bize destekleyin, özelleştirmeler, sağlıktaki paralı uygulama son bulsun, bize oy verin, üniversiteler özerkleşsin, bize oy verin Irak’taki, Filistin’deki ölümler, acılar son bulsun. Bize oy verin Türkiye sosyalist olsun. Vb.
Ayrıca bir de ne kadar eskiden, gençliğinde, sosyalist, devrimci harekete katılmış insan varsa onların listesini çıkarıp onlarla birebir veya mektupla ulaşarak oy vermelerini isterdim.

Bazılarına, yüzde 10 baraj dururken yüzde birden söz etmem komik gelebilir ama TKP’nin yüzde bir oy oranının üstüne çıkması Türkiye’de her tür dengeleri değiştireceğine inanıyorum. Ve bu şans önümüzde duruyor.

Saygılarımla…

14 Mart 2009 Cumartesi

“Komünistler nerede?”

Bir arkadaşım bana sordu, “bu komünistlere ne oldu, hiç sesleri çıkmıyor” dedi.

Olur mu öyle şey filan dedim ama benim de kafam karıştı. Biraz araştırmaya başladım. Bakın ortaya ne sonuç çıktı.

Önce, 12 öncesi günlerinde Politika Gazetesinde her gün köşesini okuduğumuz Oya Baydar’ı aradım hemen. Fakat boşuna zahmete girmişim. O daha Almanya’da iken, “nostaljik çığlıklar” atarak komünizme veda etmiş.

Bu kez yine Politika Gazetesinde zevkle okuduğumuz Aydın Engin aklıma geldi. Tuttum onun yazılarını araştırdım. Bir çok gazeteye girmiş çıkmış tutunamamış sonunda da Hrant Dink’in arkadaşı, Agos Gazetesi yazarı olmuş, Ermeni halkının ulusal çıkarlarını savunuyor. Sonra da AKP’ye karşı yapılan Cumhuriyet mitinglerini Hitler’in yükseliş mitinglerine benzetti. Şimdiki Ergenekon savcısı gibi.

Baktım ondan hayır yok aramaya devam ettim.

Aklıma Ufuk Uras geldi, bin umut adayı var ya, hani Kürtlerin oyu ile milletvekili olan, “bakalım o ne diyor” dedim. Ona göre İlhan Selçuk filan olmuş sosyal faşist. Oysa İlhan Selçuk’un 12 Eylül günleri yazılarını anımsadım, işkencelere, idamlara filan karşı çıktığı için devamlı emniyete götürülen, onun yüzünden Cumhuriyet Gazetesinin sayısız kez kapatıldığını anımsadım. Şaşırdım. Ama Uras meğerse Dev-Yol kökenli değil, öz ÖDP’li imiş. Haklı adam canım, AKP’yi demokrat sanıyor, onunla demokrasi geleceğini düşünüyor. Hani nasıl da 1 Mayıs ta Türkiye’ye demokrasi gelmişti. ÖDP binasına atılan gaz bombaları ile ne güzel de gözleri yaşara yaşara demokrasiyi solumuştu Uras. (orada yok muydu? Olsun)


Sonra aklıma Baskın Oran geldi. Hani ezber bozan adam var ya, o. O da olmuş Kürt ve Ermeni milliyetçisi. Ama, “her tür milliyetçilik kötüdür” de diyor. Bu nasıl oluyor diye sordum, onlar ezilen ulus olduğu için milliyetçilik onlara serbestmiş. “Ama biz de eziliyoruz, AB-D bizi eziyor sömürüyor Kürt ve Ermeniler gibi” dedim ama dinlemedi, bize milliyetçilik, yurtseverlik yasakmış. Baktım ondan da fayda yok.

Hemen aklıma Haydar Kutlu geldi, hani son TKP-TBKP genel sekreteri. Onu biraz araştırdım. Onun ise girmediği kapı kalmamış en iyisi ondan söz etmemek.

Dedim ki, bu TKP’liler ne yapıyor. Baktım kendilerine “öz TKP” diyenler var, Ürün- Tüm İGD gibi. Evet onları bulmuştum. Fakat onlara baktım türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını savunuyor. Ne imiş, “türbana özgürlükmüş” yapmayın, bu gericiliktir, kadınları ikinci sınıf vatandaş yapmaktır” dedim. Ama beni kimse dinlemedi.

Bu sefer de bakalım Ertuğrul Kürkçü ne diyor dedim. 68 kuşağının liderlerinden kaşarlanmış devrimci. Sordum kendisine ilkelerinden dönmemiş, sevindim ama bir baktım yazısına, “aynı karede”. Bir fotoğraf çekmiş, tutmuş, Sabih Kanadoğlu’nu, İlhan Selçuk’u, Mustafa Balbay’ı, İbrahim Şahinlerle, Veli Küçüklerle aynı kareye yerleştirmiş. Peki, “bu karede neden işkenceci polisler yok” dedim, yanıt alamadım. Kürkçü’nün eline versen daha büyük objektifli, eskiye yönelik film çeken bir kamera tutacak Stalin ile Hitler’i de aynı kareye koyacak. Baktım ondan da bana fayda yok.

Bu kez karşıma 78 liler org çıktı. Onlar da bana bir fırça kaydılar. Yok neymiş ben Ergenekon soruşturmasına karşı çıkarak, darbecilerin, işkencecilerin yargılanmasına karşı çıkıyormuşum. AKP’den demokrasi çıkmaz, karanlık cinayetler aydınlanmaz, derin devlet çözülmez, derin devlet demek ABD’dir dedim, darbecilerin başı devletin en tepesinde itibar görüyor onu neden içeri atmıyorlar filan dedim ama anlatamadım. İşkenceciler ise “görevlerini” yapmaya devam ediyorlar ya neyse.

Kendilerine Marksist-Leninist diyen bir gurup buldum (Kızılyıldız). Kendileri dışındaki yapıları eleştiriyorlar hem de Barzani’yi savunuyorlar. “Barzani’yi savunmak ABD’nin kucağına oturmak değil mi?” diye sordum. Yanıtları ise çok ilginç oldu, “yeteri kadar Türkiye’nin kucağına oturduk, biraz da ABD’nin kucağına oturalım” oldu.

Biraz da radikaller ne yapıyor onlara bakmaya kalktım. Onları AKP hükümeti tutmuş gözaltına almış. 60’ın üzerinde devrimci gözaltında. Diyorlar ki, “AKP faşist iktidarı bizden korkuyor” filan. Tamam dedim aradığımı buldum. Sonra bir baktım, bunlar İzmir’de eylem yapmışlar. Ne yapmışlar? İşbirlikçi, gerici, faşist partilerin afişlerini yırtmışlar. Kimlerin mi? CHP ve MHP’nin.

AKP’nin afişlerini de yırtsalardı seçimlerde eşitliği sağlamış olurlardı ama eşitlik konusunda bir bilgi yok.Güldüm geçtim.

Geldi sıra bizim, goşistlerimize, Maocularımıza. Yani ÖDP ve EMEP’e. Emep tutmuş DTP ittifakı olmuş. DTP neyi savunuyor? Kürt milliyetçiliğini.

ÖDP ise, “Ergenekon yetmez, Darbeciler de yargılansın” diye kampanya açmış. Yani onlar da sanıyorlar ki Ergenekon soruşturması ile ülkeye demokrasi gelecek. Ama sanırım ÖDP’nin şimdilik her tür görüşü askıda. Onlar daha önce de bir takım görüşleri askıya alıyorlardı. Şimdi de AKP/ Ergenekon konusunu askıya aldılar. Çünkü Ergenekon yüzünden başlayan ayrışma onları olağanüstü genel kurula götürdü. Ufuk Uras başkanlıktan düştü ama yakında yeni olağan kongreleri var. Ondan sonra tavır belirleyecekler.

Peki hiç komünist yok mu? Var.

Paranın saltanatı varsa halkın da TKP’si var.

Baktım TKP, “DURDURUN” diyor. AKP’nin durdurulması istiyor yani. Çok hoşuma gitti. Ama nasıl durduracağız. Sandım ki CHP’li başkan adaylarına oy vereceğiz. Ama öyle değilmiş, CHP’de AKP’de düzen partisi, özelleştirmeci, piyasacı imiş. Bu anlamda ikisinin arasında fark yokmuş. Gerçi CHP Osmanlılığı savunmuyor ya olsun. TKP diyor ki, “Ya Osmanlı ya Sosyalizm” bu sloganı okuyunca, “eyvah dedim boku yedik” yakın dönemde sosyalizm gelemeyeceğine göre Osmanlı olacağız.

Sonuç olarak:
Türkiye’nin, emekçi halkın geleceği 12 eylül öncesi gibi, TKP, ÖDP, Emep ile yön bulacak. Umarım eleştirilerde bulunduğum, umut ettiğim bu üç yapı yanlarına da Kürt milliyetçiliğini değil Kürt sosyalistlerini alarak, bizi, ittifak içinde aydınlık ufuklara taşırlar.

Belediye seçimlerine karışmam ama il Genel meclisi seçimlerinde bu üç partiye oy verilmesini gerektiğini düşünüyorum.

Yalnız TKP’ye bir önerim var, eski TKP’liler partinin üvey evladı olmasın.

Aslında arkadaşımın bir sorusu daha vardı.

Neden komünistlerin ekonomist ve sanatçıları yok?

Gerçekten neden yok?

Bu aşamada biraz komplo teorilerine girmek gerekiyor bence.


1- Adnan Kahveci ölmeseydi ANAP’a genel başkan olur muydu? O durumda ANAP şimdiki gibi yerlerde sürünür müydü?
2- Ahmet Priştina yaşıyor olsaydı şimdi CHP’ye Genel Başkan olur muydu?

Bunların ölümünde hiç sır perdesi yok mu?

Ya peki Barış Akarsu, günümüzün Cem Karacası. Onun ölümünde de sır perdesi yok mu?

İsterseniz “kimdir o” parçasını Youtube den izleyebilirsiniz.

Bilinen cinayetler Ergenekon soruşturmasına ilave ediliyor. Hiç bilinmeyen cinayet yok mu? Yukarıdakiler gibi.

Bir de soru:

Sayısal Loto’da iki kişiye çıktığı bildirilen 50 trilyona yakın paranın AKP seçim kampanyasında kullanılmadığından emin misiniz? seçim öncesine kadar parayı biriktirdiler de.

Bilgi için: yuvarlak olarak, MHP: 20 trilyon, CHP: 30 trilyon, AKP:40-50 trilyon bütçe ile seçimlere girdiler.

Saygılarımla…