30 Eylül 2009 Çarşamba

Baykal hükümet olmaktan korkuyor mu?

Son yıllarda hep aynı sözleri duyuyoruz. “Baykal Hükümet olmaktan korkuyor”

Bence de kesinlikle korkuyor.

Sadece Baykal mı korkuyor? Ya peki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli korkmuyor mu?

Bence o da korkuyor. Korktuğu için, seçim meydanlarında, “Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olursa onu oradan indiririz, Yüce Divan’a göndeririz” dedi. Seçim sonrası ise meclise girip, 367 çoğunluğunu sağlayarak Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlamadı mı?

İkisi de korkuyor.

Neden?

6 yıl öncesini anımsayalım. ABD Irak’a yalan gerekçelerle saldıracak. Gerekçelerinin yalan olduğunu tüm dünya biliyor. Ama dünyada hiçbir ülke gerekçelerin yalan olduğunu söyleyemiyor. Bush, “ya bendensiniz ya da bana karşı” diyerek tüm dünyaya meydan okuyor. Dünyada hiçbir ülke ABD istemlerine hayır diyemezken, sadece ama sadece Türkiye 1 Mart tezkeresi ile ABD’ye hayır diyor.

Oysa ABD 1 Mart Tezkeresinin geçeceğinden o kadar emin ki, araziler kiralamış inşaatlara başlamış, askerlerini gemiler içinde Antalya sahillerine göndermiş durumda.

Tezkerenin geçeceğinden çok emin. Çünkü bunun için, destek vermeyeceğini açıklayan Ecevit hükümetini paldür küldür devirmiş ve AKP’yi hükümete getirmiş durumda.

Fakat ne oluyorsa oluyor tezkere geçmiyor. ABD mosmor olarak Türkiye’deki kiraladığı tüm arazileri terk ediyor. Sonra da biliyoruz Türk askerlerinin başına çuval geçiriyor.

Fakat ABD’ye hayır diyemeyen tüm ülkelere karşı Avrupa halkı, Türkiye’ye hayranlığı göstermek için Eorovizyon’da Türkiye’yi birinci yapıyor.

O günleri anımsayalım. Hani, “Olacak o kadar televizyonu” programı yapan Levent Kırca’nın televizyona çıkması yasaklandığı günler. Onun yerine Hamdi Alkan’ın, Saddam ile Bin Ladin’i yan yana gösteren “komedi programları” hani Saddam’ın “Yusuf Yusuf” atması. Oysa biliyoruz onurla gitti ölüme Saddam. Acaba şimdi bu programları yapan Hamdi Alkan utanıyor mu acaba? Pişman mı yaptıklarından? Ya da kendisi şimdi “Yusuf Yusuf” atıyor mu?

Unuttuk ama hep bunları değil mi? Balık beyinli miyiz neyiz?

Şimdi mizah da yasaklandı! Levent Kırca, ABD kanalı Fox Tv’de yeni programına başladı. Başbakan Erdoğan’dan icazet almaya çalışıyor.

İşte Hamdi Alkan’ın “Yusuf Yusuf” attığı günlerde AKP hükümet oluyor. ABD’nin her isteğine olur diyor. Fakat 1 Mart Tezkeresi ret ediliyor.

ABD ekonomisi batıyor. ABD, SSCB gibi gönüllü sönümlenmeyi kabul etmiyor. ABD vuruşarak egemenliğini devam ettirmek istiyor. Siz bakmayın Obama’nın devlet başkanı olmasına, bu durum sadece bir kandırmacadan ibaret. ABD ne Irak’tan çekilecek ne de İran’ı vurmaktan vaz geçecek. Tersine İran’a saldırmak için tüm koşulları oluşturuyor. İran da ABD’nin saldırısının önüne geçmek için füze denemeleri yaparak “güçlü” olduğunu göstermeye çalışıyor.

ABD, Irak’a saldırdığında programında ne vardı? 26 ülkenin sınırlarını değiştirmek. Öncelikle hedef Irak, İran, Suriye ve Türkiye idi. Çünkü “Büyük Kürdistan” böylece kurulabilirdi. Irak çöllerinde ABD patinaj yaptı, yapıyor. Afganistan’da ise tam bir batağa girmiş durumda.

Ama ABD ekonomisi için savaşı küçültmek/bitirmek çıkar değil. Tersine savaşı büyütmek gerekiyor. Günümüzün en büyük tehdidi, küresel ısınma, deprem, sel vb. değil ABD emperyalizmi. Yani dünyanın gelmiş geçmiş en büyük askeri gücü.

Gerçi Roma İmparatorluğu da, zamanın gelmiş geçmiş en büyük askeri gücü idi. Yok oldu gitti. ABD emperyalizmi de yok olup gidecek ama arkasından milyonlarca ölü, yaralı, yetim yıkım, vb. bırakarak.

Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti geleneğinden geliyor. Osmanlı’nın çok ciddi devlet geleneği var. Var çünkü, hiçbir gücü olmamasına karşılık 300-400 yıl, milyonlarca kilometrelik bir coğrafyayı elinde tutmayı bildi. Türkiye Cumhuriyeti de bu geleneğin sahibi. Tüm Avrupa 2. dünya savaşında yıkıma uğrarken Türkiye bu kan gölü dışında kalmasını bildi.

Şimdi de olayları bu çerçeveden değerlendirmek gerekiyor. İşte Baykal da, Bahçeli de bu nedenle hükümet olmak istemiyor. Çünkü ABD taleplerinin muhatabı olmak istemiyor. ABD taleplerine AKP muhatap oluyor ve hepsine de “olur” diyor. Fakat, ABD’nin hemen hemen hiçbir talebi de gerçekleşmiyor. (1 Mart Tezkeresi, Kıbrıs, Ermenistan kapısı, Irak’a Güneyden müdahale etmek, Lübnan’a, Afganistan’a savaşçı birlikler göndermek, “Kürt açılımı”, “Ermeni açılımı”, olası bir İran saldırısına destek vermek, vb.)

Tüm çevremiz, Yugoslavya, Çekoslovakya, SSCB, Afganistan, Irak parçalanmış kan gölü içinde iken Türkiye 2003 yılından beri dik durmasını becerdi. Fakat önümüzdeki günler daha da sert geçeceğe benziyor. Bakalım TC devlet geleneği, ülkemizi savaş dışında tutmayı bundan sonra da başarabilecek mi? Göreceğiz.

Şunu da unutmamak gerekir ki, ülkemizi kan gölü dışında tutmak için alınan önlemlerin içerdiği riskleri de var. İslam Cumhuriyeti, Şeriat gibi.

Peki yapılacak başka şey yok mu? Elbette var.

Ama, ülkemizin gerçek solcuları, sosyalistleri, komünistleri olayları değiştirmeye çalışmak yerine seyrettiği sürece, biz de bu oyunun sadece izleyicileri olmaya devam edeceğiz.

Saygılarımla…

22 Eylül 2009 Salı

“Yoldaş General”

Bir arkadaşım bir gün, "Devletlerin/toplumların iki tane temel sorunu vardır. Birisi din ve diğeri de militarizmdir" dedi.

Evet toplumların gelişimine baktığımızda din hep gelişmelere fren olmaya çalışmıştır. Örneğin, din dünyanın güneş etrafında döndüğünü uzun süre ret etmiştir.

Ya peki militarizm? Tüm savaşların, ölümlerin acıların adı değil midir Militarizm?

Arkadaşım sanki haklı gibi görünüyor değil mi?

Ece Temelkuran'ın da "Bana bak general" yazısında askerlerin darbe yapmasını ve halka zulüm etmesini eleştiriyordu. Ama eleştirisinde "hangi general" kötüdür gibi bir bilgi yoktu. Bu yazıya göre tüm generaller kötü anlamı da çıkıyordu.

Peki gerçekten her tür militarizm kötü müdür?

Ya da gerçekten her tür darbeler kötü müdür?

Örneğin 12 mart ve 12 Eylül darbesi çok kötüdür. Fakat kimin için kötüdür? Türkiye işçi sınıfı için, emekçi halk için, demokrasi için çok kötüdür. Ya peki Tüsiad, Mess, AB-D için de kötü müdür? Ya da o zamanki Tercüman Gazetesi için bu darbeler kötü müdür? Hiç de kötü değildir, alkışlarla karşılamışlardır.

Ya peki, Honduras'ta darbe yapan generaller kimin için kötüdür? Honduras halkı için kötü, ABD ve AB-D işbirlikçileri için iyidir.

Demek ki tüm darbelerin iyi veya kötü olması insanların ve devletlerin bakış açısına, çıkar açısına göre değişmektedir.

Kısaca, Darbelerin iyi veya kötü olması demir parmaklıkların neresinde olduğuna bağlıdır. Eğer parmaklıkların arkasında isen darbe kötüdür, dışında isen darbe belki de iyidir.

Ya peki her tür militarizm kötü müdür?

Militarizm ordu demektir. Ama günümüzde militarizm toplumun militarize edilmesi, askeri koşullara göre yaşamın düzenlenmesi demek anlamına da gelmektedir. Elbette savaş koşulları/ülke savunması dışında sivil halkın militarize edilmesi iyi bir şey değildir.

Bunun dışında her tür ordu ve her tür general kötü müdür?

Bu durum da demir parmaklıkların neresinde olduğunuza bağlıdır.

Örneğin, 1940 yıllarında Alman ordusu ve bir Alman generali bir Yahudi, demokrat, solcu komünist vb. için çok kötüdür. Ya peki, Kızıl Ordu, Kızıl Ordu generali ise onlar için çok iyidir.

Çünkü yoldaş general gelmiş, Auschwitz'te yaşayan Yahudi ve Komünistleri serbest bırakmıştır. Orada yaşayan bir mahkuma, "her tür militarizm kötüdür" derseniz sizin suratınıza aptal aptal bakacağına emenim.

Dünyamızda emperyalizm ve emperyalistlerin orduları olduğu sürece milliyetçilik de, milliyetçilerin, sosyalist ülkelerin de orduları da var olacaktır.

Örneğin, Küba ordusu. Örneğin Venezuela ordusu kötü müdür? "Her tür ordu, her general kötüdür" çerçevesinde kötüdür diyorsanız siz kötü bir emperyalizm yalakasısınız demektir.

Ordusuz bağımsızlık, ordusuz sosyalizm olabilemez.

Aydın Engin o kadar liberalizme, AB-D'ye, AKP'ye hizmet etti ama kimse onun takdir etmedi. Şimdi adı sanı fazla duyulmayan bir internet sitesinde yazılar yazıyor. Bilmeyenler için reklam olmaması için sitenin adını yazmayacağım.

Orada Engin, "Milliyetçilik 17.,18., 19. yüzyıllarda ilerici ve devrimci bir ideolojiydi. Şimdi ise gerici bir ideoloji" türü bir yazı yazmış. Yazının altında da yorum yaz diyor. Ben de yazdım.

"Gazetecilerin bağımsız gazetesi" olduğunu iddia eden site yorumumu yayınlamadı.

O yorumumu da sizlerle paylaşmak istedim.

Sayın Engin;

Haydi sen döndün dönek oldun da, 1980 öncesi ulusal demokratik cepheyi/ milliyetçi demokratik cepheyi savunan TKP gerici miydi?

Ya peki, Lenin, Stalin, Mao, Che, Castro, Chavez, Ming bunlar milliyetçi değil mi?

Her tür general size göre de kötü, ya peki yoldaş general de kötü mü? tüm dünyayı faşizm tehlikesinden kurtaran kızıl ordu da mı kötü? bir Alman askeri için yoldaş general kötüdür ya peki o dönemde bir Yahudi için kötü olan kimdir Alman general mi, yoldaş general mi?

Sayın Engin,

Siz titreyip kendinize yani ABD emperyalizme hizmete döndüğünüzün sanırım ya farkında değilsiniz ya da cemaatin sağlayabileceği olanaklarını düşünüyorsunuz.

Dünyada emperyalizm var olduğu sürece milliyetçilik bitmeyecektir ve ilerici özelliğini sürdürecektir. Zaten milliyetçilik emperyalizme/başka ülkelere karşı sınırı korumak değil midir?

İşte bakınız Chavez'in tüm icraatları milliyetçilik üzerine değil midir? arkasından sosyalizm gelse bile emperyalist ordular var olduğu sürece, milliyetçilik devam edecektir. Ayni SSCB'de olduğu gibi.

Türkiye'de ve tüm ülkelerde milliyetçilik demek o ülkede yaşayan tüm halkların çıkarları savunmak demektir.

Kafatası ölçen ırkçılar bizi ilgilendirmez.

Selamlar…

19 Eylül 2009 Cumartesi

"Gerçek Darbe Günlükleri -II-"

Biz karar vermişsiz iktidara el koyacağız devrim yapacağız yani. Halkın oyları ile seçmiş olduğu "demokratik/meşru" hükümeti devirerek yönetime el koyacağız. Hangi iktidar devireceksiniz derseniz? CHP ve MC hükümetlerini. Tabi o zaman şimdiki gibi yalaka liberallerimiz, dönek Marksistlerimiz olmadığı için kimse bizi darbeci olarak suçlamıyor. Göğsümüzü gere gere dolaşıyoruz, "devrimciyiz" diyerek.

O zamanlarda daha Roni Margulies de yok. Var olan seçilmiş siyasi iktidarı bize karşı korusun. Rahatız yani.

Biz gerine gerine dolaşırken bir sabah bir baktık başkaları elini bizden önce tutmuş ve var olan siyasi iktidarı devirerek tepeye oturmuş. "Netekim" falan diyor. O zaman Roni Margulies olsaydı Kenan Evren "Netekim"i falan zor derdi. Derdi ama Roni Margulies o zamanlar daha Taraf'ta yazmaya, darbelere karşı siyasi iktidarları korumaya başlamamıştı, Taraf Gazetesi de yoktu yani. Bunu fırsat bilen General Evren Paşa pattadak darbeyi yaptı.

Bizim zaten siyasi iktidara hıncımız var, halkımızı sömürüyor, süründürüyor vb. diye kızıyoruz. General Evren ve General paşalara hepten kızdık. En kısa sürede onları devireceğiz.

Bunun için hemen yeni koşullara uygun yapılara girdik. Ev adresini polisin bildiği arkadaşlar evlerini değiştirdi. Daha önce toplandığımız alanları terk ederek bambaşka yerler seçtik. Zincir halkası örgütlenmelere filan girdik.

Birim sorumlularından 10 kişi kadar bir gizli toplantı örgütledik. General Evren'i nasıl devirecektik? Onların silahı, tankı, topu vardı. Ya bizde? Bir arkadaşın babasının tabancası varmış. Ulan dedik bir tabanca ile bu iş olmaz.

Bunun üzerine grevler örgütleyeceğiz, üniversitelerde boykotlar filan yapacağız. Yani general Evren'in halk desteği olmadığını filan göstereceğiz. Önce her zamanki gibi afişleme, yazılama filan yapıyoruz. Yakalanmıyoruz, zaten sıkıyönetim döneminden de deneyimliyiz yani.

General Evren 'Netekim' filan demeye başlayalı 5-6 ay oluyor. Fabrikalar çalışmaya devam ediyor, okullar açıldı. Bazı üst düzey sendika yöneticilerinin tutuklanması dışında her şey eski konumuna döndü. Umutluyuz yani, grevler, boykotlar yapmaya. Okulda hocalarımız daha da hoşgörülü davranıyor bizlere. Her şey uygun.

Tam o günlerde, "Dev-Yol, Cebeci semtinde bir polis otosunu keleşlerle taradı" haberini alıyoruz. Bu saldırıyı kim yapıyor tam bilemiyoruz ama hemen arkasından tutuklamalar başlıyor. Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş filan.

O günlerde birisi bizim elimize Tercüman Gazetesi veriyor. Tercüman'da manşet, "TKP çökertildi". Haberin devamında ise, "İç Anadolu Bölge sorumlusu dahil 217 kişi Kızıl Fener Operasyonu ile yakalandı". Eyvah hapı yuttuk derken başka bir kişi elimize bir bildiri tutuşturuyor. "TKP'nin yok edilmesi burjuvazinin 60 yıldır gördüğü rüyadır. TKP yaşıyor, savaşıyor, vs." bildirinin altında TKP Ankara İl Örgütü imzası var. Sözde biz de TKP'liyiz ama bildiriyi bize başkaları veriyor. Hem şaşırıyoruz, hem seviniyoruz.


****
Bir masa, masanın bir tarafında 21-22 yaşlarında bir kız diğer tarafında bir erkek oturuyor. Blum oynuyorlar.

Kızın adı Gönül, Sivaslı. 12 Eylül öncesi Hacettepe Üniversite'nin ve Beytepe Kız Öğrenci Yurdunun İGD sorumlusu.

Karşısındaki erkek DAL Şubesinden, işkenceci polis şefi, adı Teoman.

Gönül, 12 Eylül darbesinden sonra yurttan çıkarak şimdiki eve geçiyor. Oturduğu ev, o zaman yeni yeni yapılan 7-8 katlı binalardan. Gönül 6. katta, Teoman ise 5. katta oturuyor. Teoman Mersinli bir kadınla yaşıyor, fakat onunla evli değil. Kadını evlenme vaadiyle kandırmış, kadın Teoman'a kızgın, kadın Teoman'a öfkeli. Teoman gündüzleri evde, akşamları timi geliyor Teoman'ı alıp emniyete, işkenceye götürüyor.

Kandırılmış kadın, Gönül ile arkadaş oluyor, her şeyi bir bir anlatıyor Gönül'e. O sıralar Teoman Kurtuluş Gurubuna işkence yapıyor. (daha sonra, dava aşamasında Kurtuluş Gurubundan birisi mahkemede, "Teoman bunun hesabını vereceksin" diyerek haykırıyor)

Gönül Teoman'ın kim olduğunu biliyor. Fakat Teoman Gönül'ü erkek peşinde koşan bir zengin kızı sanıyor. Daha doğrusu Gönül bu rolü oynuyor.


Bir akşam üstü, Teoman pencereden güneşin batışını izliyor, çok romantik bulduğunu söylüyor Gönül'e. Gönül şaşırıyor hem işkenceci hem romantik olunabilinir mi? Diye kendini sorguluyor. Tam o günlerde Teoman bir kıza işkence yapmakla meşgul. İbrahim'i istiyor ve kız da İbrahim'in nerede olduğunu biliyor.

Teoman'ın kadını Gönül'e bilgileri veriyor, "bugün kızı çok kötü dövmüşler ama konuşturamamışlar" diyor. Kadın seviniyor, Teoman başaramıyor diye. Ertesi günü, "bugün elektrik vermişler ama yine konuşturamamışlar" diyor. Kadının sevinci 14 gün sürüyor. 15. gün ise, "orospu madem konuşacaktın neden bu kadar boşu boşuna işkence gördün" diyor. Kızı çırılçıplak 4-5 gün hücrede tutup, kış gününde üstüne tazyikli soğuk su tutmuşlar ve kız dayanamamış. Teoman'ın kadını kıza kızıyor. Kız, İbrahim'i Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin önünde kaldırımda yürürken yakalatıyor.

Gönül günü gününe her bir şeyi biliyor. Teoman, kadınına, kadını Gönül her şeyi anlatıyor.

Bir gün Beytepe Kız Öğrenci yurdunda, Kurtuluş Gurubu Maoculara (Halkın Kurtuluşuna) saldıracak. "Bizim haberimiz var, hazırlıklıyız", diyor Gönül. Kavga başlıyor. Yurtta Maocu gurup Kurtuluş gurubundan daha kalabalık. İGD onlardan daha az ama başlarında Gönül var. "biz Kurtuluşu gurubunun yanında kavgaya girsek, Maocular kesin kaybedecek. Ama o zamanda Kurtuluşçular "biz dövdük" diyecekler. Karışmıyoruz. Kurtuluş Gurubu bir güzel dayak yiyor ve kaçıyorlar. Arkasından biz Maoculara saldırıyoruz ve onları bir güzel pataklıyoruz" diyor Gönül. (Kavgaya nasıl hazırlanıyorlar? Derseniz, saçlarını topuz yaparak.)

Ertesi günü Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusünün Halkın Kurtuluşu gurubunun sorumlusunun önüne bir avuç saç atıyor Gönül, "al sevgilinin saçları" diyor. Beytepe'de İGD- Halkın Kurtuluşu kavgası tam gün sürüyor.


Teoman Gönül ile blum oynuyor. Kazanacağından emin. Kağıt atma sırası Teoman'da, mahsus elindeki sinek beşlisini düşürüyor. Gönül'ün tepkisini ölçmek için. Gönül sinek beşlisini görünce heyecanlanıyor.

Teoman, "bu beşli seni bitirir" diyor.

Gönül, "bana lazım değil" diyor.

Teoman, işkencelerde insanın doğru mu, yalan mı söylediğini iyi biliyor. Bu yüzden sinek beşlisinin Gönül'e gerekli olduğu konusunda ısrarlı.

Sonuçta Gönül elini açıyor ve sinek beşlisi Gönül'e gerekli değil. Psikolojik, işkence uzmanı! Teoman mosmor oluyor. Oluyor ama Gönül de korkuyor. "hani ben saftirik, erkek peşinde koşan kız rolü oynayacaktım?" diye.

Gönül, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nün İGD sorumlusu. Kampüste 150 militan İGD'linin içinden sorumlu o. Ama Teoman bunu ve Gönül'ün ne kadar zeki olduğunu bilmiyor.

*****

Ankara emniyetinde neler oluyor? Kimler toplanıyor filan hepsini biliyoruz da General Evren'i ve General paşaları nasıl devireceğiz? Kara kara düşünüyoruz.

Tam o günlerde çakı gibi, resmi üniformalı bir Harp okulu öğrencisi bana geliyor, "Biz Harp okulunun solcu öğrenciler olarak bir örgüt kurduk. Seçilmiş iktidarı silah zoruyla deviren, General Evren ve General paşaları, yine silah zoru ile devirerek sosyalizmi kurmayı hedefliyoruz" diyor.

Feleğim şaşıyor. Gelen askeri öğrenciyi tanıyorum. O da beni tanıyor. Zaten o yüzden de bana geliyor. Tamam diyorum, General Evren ve General paşaların suyu ısındı. Diyorum da beynimde de bir soru , Roni Margulies, Aydın Engin, Oya Baydar, Altan veletler, vb. acaba buna ne diyecekler? İktidar seçilmemiş, tersine seçilmişi devirmiş de, şimdi biz de seçilmişi silah zoru ile devirmiş iktidarı yine silah zoru ile devirip sosyalizmi kurmaya kalksak acaba bu iktidar meşru! olur mu? Yoksa Süleyman Demirel'i, Necmettin Erbakan'ı, Alpaslan Türkeş'i yine tutup getirip, iktidara oturtmak mı gerekir?

"Peki" diyorum, "benden ne istiyorsun?"

"Biz TKP ile ilişki kurmak istiyoruz."

Gerçek darbe günlükleri devam edecek…..

Saygılarımla…

Not: tüm isimler ve anılar gerçektir.

13 Eylül 2009 Pazar

12 Eylül’ü anımsamak

12 Eylül’ün 29. yıl dönümünde, bir çok kişi, yayın organı 12 Eylül öncesini ve sonrasını anlatıyor.

Hem de bu anlatanların bir çoğu, 12 Eylül’ün birinci derece tanıkları. Bir çoğu yakalanmış işkence görmüş, yıllarca cezaevlerinde yatmış.

Ben de 78 kuşağıyım. Fakat her nedense onların anlattıkları benim yaşadıklarımla fazla uyuşmuyor.

Bu nedenle 12 Eylül öncesi ve sonrasını bir kez daha anımsatmak istiyorum.

12 Eylül öncesi sol örgütler:

Dey-Yol
Halkın Kurtuluşu
Kurtuluş
TKP

Türkiye’de dönemine etkisini vuran en güçlü olan örgütler bunlardı. Bu örgütlerin ayrıca, gençlik, kadın, öğretmen, memur, işçi vb. örgütlenmeleri de oldukça güçlüydü.

Teker teker ele alırsak:

Halkın Kurtuluşu: Deniz Gezmiş hareketinin devamı: Maocu olarak tanımlanan bu hareket, Çin çizgisini savunuyor ve sosyalist sistem ve SSCB’yi emperyalist olarak tanımlıyordu. Sloganları; “kahrolsun sosyal emperyalizm” ile tanımlanabilir. Daha sonra Enver Hoca çizgisine girdiler.

Öğrenci ve gençlik hareketi içinde birinci dereceden güçlü olan bu örgüt, 5 Şubat 1977 Ankara/Tandoğan (Tüm-Der, Tüs-Der ve TÜTED) memur mitingine saldırması ve kanlı 1 Mayıs 1977 mitinginde oynadığı provakasyon sonrası hızla kitlelerden dışlanan fakat uzun süre militan kadrosunu koruyan bir yapı. Silahlı mücadeleyi, kurtarılmış bölgeleri savunuyordu. Günümüzün devamı EMEP

Dev-Yol:
Mahir Çayan çizgisinde mücadele eden, SSCB’yi ve sosyalist sistemi “Revizyonist” kabul eden ve kitle içinde Halkın Kurtuluşu hareketinin tasfiyesi sonrasında özellikle gençlik içinde en güçlü yapı. 1980 yıllarına doğru Dev-Sol parçalanması ile çok ciddi darbe yedi. Öncü savaş ile sosyalizmi kurulacağını savunuyordu. Demokrasi mücadelesi reddeden bu yapı için silahı, hem faşist saldırılara karşı hem de öncü savaşı için kaçınılmaz bir mücadele yönetimi kabul ediliyordu. En önemli sloganları, “Tek Yol devrim”di. Bu günkü devamı ise ÖDP

Kurtuluş:
Dev-Genç kökenli bu yapı, Dev-Yol çizgisine yakın bir politikayı savunuyordu. Türkiye’nin bazı bölgelerinde güçleri vardı ve bir çok yerde ve zamanda TKP ile ittifaklar içine girdi.

TKP:
1920 yılında kurulmuş Türkiye’nin en eski partisi. Mustafa Suphilerin, Nazım Hikmetlerin, İ. Bilenlerin partisi. Merkezi Demokratik Almanya olan partinin, “TKP’nin Sesi” isimli radyosu da vardı. Kurulduğu yıldan bu yana sayısız keskin dönemeçlere imza atan bu partiyi, konuyu uzatmamak için sadece 12 Eylül çerçevesinde değerlendirmek istiyorum.

12 Mart döneminin, Deniz Gezmiş, Mahir Çayanları varsa TKP’nin de Harun Karadeniz’i vardı. "Özel okullar devletleştirmelidir" kampanyası ve “6. Filo Defol” eylemlerinin önderidir. Hiçbir silahlı eyleme karışmadığı için idam edilememiş fakat, kolundan yakalandığı basit bir kanser hastalığının tedavisi cezaevlerinde engellendiği için 1975 yılında ölmüştür. Harun Karadeniz TKP davası sanıklarındandır.

TKP, özellikle işçi hareketi içinde ciddi gücü olan, öğrenci, işçi gençlik, kadın hareketinde ve Türk, Kürt hareketi içinde en etkili olan örgüt. En önemli sloganı, “İleri Demokratik Bir Düzen” ile “Faşizme Geçit Yok” şimdiki devamı ise karışık, SİP adını TKP olarak değiştirdi fakat şimdiki TKP, o çizgiyi savunmaktan uzak. Tüm-İGD, Ürün gibi yapılar kendilerini TKP’nin mirasçısı kabul ediyor.

12 Eylül kitle örgütleri içinde ise:

DİSK ve TÖB-DER en önemlileri.

DİSK’i Disk yapan Kemal Türkler. Kemal Türker TKP merkez yöneticisi. DİSK’in 1977 kongresinde tüm gerici, ve kendini sol tanımlayan tüm yapılar, Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu ve tüm diğerleri Kemal Türker’e karşı Abdullah Baştürk ve Fehmi Işıklar’ı destekledi ve bu kongreden sonra DİSK anti-faşist mücadeleden tasfiye edilmiş oldu.

1977 yılında Abdullah Baştürk’ün DİSK’e genel başkan olması Türkiye devrimci ve demokrasi mücadelesinin kırılma noktası oldu. Bu tarihten sonra DİSK devrimci ve demokrasi mücadelesinden, mitinglerden, genel grevlerden çekildi. Bu tarih, Amerikanın “Our boys”larının yolunun açıldığı en önemli dönemeç oldu.

Aynı dönemeç TÖB-DER kongresinde yaşandı. Türkiye’nin en dinamik en örgütlü derneği olan öğretmenler sendikasında da, TKP’ye karşı tüm sosyal demokrat ve sol birleşti. Artık 12 Eylül’ün önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Diğer örgütler:
TİKP, Türkiye İşçi Köylü Partisi, şimdi adı İP. Genel Başkanı Doğu Perinçek. 12 Eylül öncesi, “ABD çürüyen kokuşan devlettir, Rusya ise gelişen güçlenen sosyal emperyalist bir ülkedir. Bizim mücadelemiz SSCB’ye karşıdır” diyen yapı. Şimdi ise ABD’ye karşı Avrasya’yı, Rusya’yı savunuyor. “Ergenekon” soruşturması kapsamında Silivri’de yatıyor. Ne diyelim emperyalizme hizmette vefa yoktur. Vefa İstanbul’da bir semtin adıdır.

MHP: “Bir Gece Ansızın Gelebiliriz” sloganları ile darbeye açıkça davetiye çıkardı. 12 Eylül’ün olmasına en büyük katkıyı koyan yapı. Tüm cinayetlerde, tüm bombalı eylemlerde, tüm kahve taramalarında onlar vardı. 12 Eylül ortamını onlar hazırladı. Fakat 12 Eylül yönetimi tarafsızmış gibi, demokratmış gibi davranarak onları da içeri attı. Onları da astı. Genel Başkanlarının sitemi ise hala belleklerdedir; “Düşünce olarak biz iktidardayız fakat adamlarımız içeride” 12 Eylül sonrası da bir çok militanı derin devlet tarafından kullanıldı. En önemlileri ise Abdullah Çatlı ve M. Ali Ağca’dır.

PKK:
MİT tarafından kurulan ve görevi, Güney Doğuya giremeyen MHP yerine sol ve sosyalist yapılara saldırmakla görevli olan yapı. Saldırmadığı, Kürt ve Türk sosyalist örgüt kalmadı. Tüm Türk ve Kürt Sosyalist yapılar PKK’yı “Doğunun MHP”si olarak tanımladı.

Fakat onlar da MHP’nin kaderinden kurtulamadı. Onlar da işkenceler görüp cezaevlerine atıldılar. Fakat 12 Eylül dönemi Diyarbakır Cezaevinde işkence görenlerin büyük çoğunluğu Kürt sosyalistleriydi. Doğu Devrimci Kültür Ocakları, Doğu Devrimci Kültür Dernekleri, Rizgari, ala Rizgari, Kawa, Denge Kawa vb. şimdi elbette bunlar bize unutturuldu. Sanki o yıllarda Diyarbakır Cezaevinde yatanlar sosyalizmi değil de Kürt milliyetçi hareketini savunuyordu. Şimdi ise PKK devlet kontrolünden çıktı, gerisini biliyorsunuz.

Basın:

Türkiye’de bir çok kişi Cumhuriyet Gazetesini sol gazete olarak biliyor. Oysa Cumhuriyet Gazetesi hiçbir zaman sol bir gazete olmadı. Cumhuriyet Gazetesi devletin, kemalizmin bir yayın organı olarak yayın yaşamını sürdürdü, şimdi de sürdürmeye çalışıyor. Örneğin 1940 yıllarında devlet Hitler’e yaklaştığı zaman Cumhuriyet Gazetesi faşizmi savunur bile olmuştu.

Türkiye’de sol gazeteler ise: Yeni ortam ve Akşam gazeteleriydi. Bunlar demokratik bir çizgide yayın yapıyordu. Bunların dışında TKP’nin Politika gazetesi ve Dev-Yol’un ise Demokrat Gazetesi vardı.

Sağın ise amiral gemisi, Kemal Ilıcak’ın Tercüman Gazetesiydi. Açıkça 12 Eylül’e davetiye çıkarmış ve 12 Eylül’ün savunucusu olmuştur. Tercüman Gazetesinde kimler mi yazı yazıyordu? Şimdiki tüm medyada köşe başlarını tutanlar. Araştırırsanız kolayca öğrenebilirsiniz.

Basın konusunda bir not:

Uğur Mumcu, 12 Eylül döneminde hiçbir zaman solcu olmadı. 12 Mart’ta sakıncalı olan Mumcu 12 Eylül’de ise devlet koruması altına alınarak 12 Eylül paşaları tarafından kendisine koruma verildi. Uğur Mumcu, idamlar konusunda bakın ne dedi; “canım onlar da çocuk değil ki, bu işlere girerken sonucun nereye gideceğini elbette biliyorlardı” Uğur Mumcu’nun tüm yazıları 12 Eylül’e destek veren yazılardır. Hele TKP için “önemsiz” yazısı. Meraklısı araştırsın.

Fakat bu dönemde Cumhuriyet Gazetesi onurlu diğer yazarlarını da unutmamak gerekir. Başta İlhan Selçuk, Şükran Soner, Oktay Akbal, Mustafa Ekmekçi. Bunlar sürekli 12 Eylül karşıtı yazı yazanlar.

Mumcu, Mehmet Ali Ağca’yı Bulgar gizli servis/KBG ajanı bile yapmaya kalktı. “Sol neden gelişemiyor” diyenlere bakıyorum da şaşırıyorum. Siz sol olarak hala Uğur Mumcu’ya sahip çıkmaya devam edin.

Haydar Kutlu’nun/Nabi Yağcı’nın kulakları çınlasın. İyi anımsıyorum. Haydar Kutlu ve Nihat Sargın Türkiye’de işkence görürken herkesin sus/pus olduğu dönemde İlhan Selçuk “Hamamböceği” isimli yazısı ile İşkenceleri en ağır bir şekilde eleştirmiş, Kutlu ve Sargın’ı savunmuştu. Ama şimdi Haydar Kutlu’ya göre İlhan Selçuk “darbeci” ne diyelim politikada vefa yoktur. Vefa İstanbul’da bir semtin adıdır.

İşkence:

Şimdi herkes bir şeyi bilerek veya bilmeyerek karıştırıyor. Cezaevlerinde işkence olmaz. Cezaevlerinde kötü muamele olur, kaba dayak, tecrit, bok yedirme, süründürme, marş/şiir okutma vb. “Diyarbakır cezaevindeki işkenceler” diye başlayan sayısız yazılarla karşılaşıyoruz. “Diyarbakır Cezaevi müze yapılsın”, yapılsın buna itirazım yok. Fakat işkenceler emniyet müdürlüklerinde yapılır. Ve bir amacı vardır. “söyle ulan silahı nereye sakladın”, “senin üstünde kim var” veya “diğer örgüt arkadaşların kimler” veya “Hasan Toprak nerede saklanıyor” vb. emniyetteki, ABD’ye doğrudan bağlı, derin devletin işkencecileri bunları öğrenmek için neler mi yapıyordu? Bir kaçını sıralayayım;

Düz askı, Filistin askısı, ters askı, testislerinin sıkılması, askıda elektrik, buza yatırma, ıslak zeminde elektrik verme, tazyikli su, sigara söndürme, kaba dayak, kırık cam üzerinde yürütme, cop sokma, tecavüz ve daha bir çokları. Bunlar ne için yapılır. “Örgütü çökertmek için” bu işkenceler sonucu insan en yakın arkadaşını bile ihbar etmek zorunda kaldı. Şimdi herkes askeri cezaevlerinden, subaylardan söz ediyor, onların yargılanmasını ceza almasını istiyor. Doğrudur alsınlar. Ya peki emniyette işkence yapanlar ne olacak? Sanki herkes bilerek veya bilmeyerek emniyette işkence yapan polisleri aklamaya/unutturmaya çalışıyor.

12 Eylül döneminin en büyük işkenceleri Ankara Emniyet Müdürlüğünde yapıldı. Ankara Emniyet müdürlüğü “karanlığın/faşizmin” iniydi. Orada bu işkenceye maruz kalanlar askeri cezaevlerini cennet olarak gördüler ve bir an önce emniyetten cezaevlerine gitmek istediler.

Her nedense 12 Eylül mağdurları bu işkenceleri unutmuş görünüyor.

Elbette Diyarbakır Cezaevinde insanlara çok kötü muamele yapıldı, ama bu işkence değil bir çeşit “cezalandırma” idi. Ya peki Diyarbakır emniyetindeki işkenceler ne oldu? Diyarbakır Cezaevindekiler kötü muamele gördüler de, Mamak, Metris Cezaevine girenleri çiçeklerle mi karşıladılar? Buna da siz karar verir.

Onlar unuttu ama siz unutmayın ve unutturmayın; “tek tip kıyafet” eylemlerini, bu konuda PKK’nın tavrını, soğuk kış günlerinde, don atlet günlerce tir tir titreyen devrimcileri.

Saygılarımla…

10 Eylül 2009 Perşembe

Türkiye’de taşlar bir bir yerine oturuyor!

Ne yani sizin hiç kitle desteğiniz yok, askeri yaptırım güçünüz yok, oturduğunuz yerden iktidarı eleştireceksiniz! Yok öyle yağma!!! Al işte 2.5 milyar dolarlık ceza. “Ama ben sizi daha önceki seçimlerde desteklemiştim” filan bir işe yaramaz. Politika o kadar özverili değildir ki! Öyle olsa Erbakan Hoca Gül’ün koltuğunda otururdu.

Şimdi adam, Cem Uzan yani, devletten aldığı ihalelerle, ayrıcalıklarla milyar dolarlık servetler yapmış. Tv ler kurmuş gazeteler çıkarmış. Bir de üstüne üstlük parti kurmuş. Neymiş iktidara gelecekmiş! Çüüşşş yani. Bir de ne yapıyor iktidarı durmadan eleştiriyor. İşte adamı böyle yaparlar. Bereket yine adamlar insaflı, Rusya’daki gibi adamı içeri atıp Sibirya’ya filan sürmediler.

Tuncay Özkan kalkmış, önceki iktidarları döneminde bulduğu avantalarla bir tv kanalı kurmuş. Ne yapacakmış AKP iktidarını devirecekmiş. Bunun için, CHP’yi ele geçiremediği! için parti bile kurmuş. Yok öyle yağma. Burası yol geçen hanı değil. Haydi içeri!!! İktidar düşleri gören Tuncay Özkan şimdi soruyor, “benim suçum ne” suçun belli değil mi? tv kanalı ile AKP’ye karşı propaganda yapmak! Ve bir de parti kurmak. Var mı bundan ötesi?

Bekir Coşkun diyor ki, “karnını kaşıyan adam”, ne güzel de saptamasını yapmış. “Karnını kaşıyan adam” sen Hürriyet’ten kovulunca seni savunmaz ki. Ama bunu sadece sen bilmiyorsun, onlar da biliyor yani.

Neymiş Türkiye komünist Partisiymiş! Soruyoruz, sizin illegal başka bir yapılanmanız var mı? Aptal aptal bakıyorlar. Ya peki silahlı güçünüz? Aptallıkları daha da artıyor.

Oysa, burjuva demokrasinin en gelişmiş ülkelerinde bile komünistler tamamen legal olmazlar. “ustalar” öyle söylüyor.

Tamamen legalize olursan, yarın birileri gelir seni, Yüksek Seçim Kurulundaki üye listelerine göre, oradaki hazır adreslerine göre tutuklayıp götürürse ne olacak? Kimsenin haberi bile olmaz.

Ama bakın diğer bir çok “sosyalist” yapılara, ne güzel de durumun farkındalar. Ne diyor adamlar? “biz Türkiye’de Ermeni ve Kürdüz, Çin’de Uygur Türküyüz” işte tam ABD’nin/AKP’nin çizgisi. Bunlar sıralamada en son götürülecekler. Bir ölçüde de olsun önlemlerini almışlar yani.

Şimdi bizim liboşlarımız, dönek Marksistlerimiz filan sanıyor ki AKP hükümeti ülkeye demokrasi getiriyor. Tamam böyle düşünmeyenler de var. Var ama onlar da aslında işin pek de farkında değiller yani.

Şimdi, AKP hükümeti, 12 Eylül öncesi Demirel/Ecevit hükümetlerinden daha mı demokratik? Elbette değil. Ee peki o zamanlar TKP neden illegaldi. TKP’nin sesi neden Türkiye’de değil de Demokratik Almanya’da yayın yapıyordu?

Şimdi esas konumuza geldik. Dünya değişti, hiçbir şey eskisi gibi değil. Küresel sermaye, ulus devletlerin sonu, Lenin’in, Stalin’in sonu, Marksizmi yeniden yorumlamak gerekir filan.

İşte, Türkiye açık açık yaşıyor. Dünyada hiçbir şey değişmedi. Değiştiğini sananlar aldanıyor. Benden Aydın Doğan’a öneri, AKP hükümeti Doğan Medya’ya ne fiyat biçerse itirazsız kabul etsin parasını alsın gitsin, Rusya’ya, Kuzey Kore’ye filan oradan TV yayını yapsın.

Giderken yanına, başta Bekir Coşkun olmak üzere kara listedeki yazarlarını da alsın. Kurduğu kanal izlenme rekorları kıracağını ben garanti ediyorum.

Benzer önerilerimi de TKP ve sosyalist yapılara da yapıyorum. Onlar da merkez yöneticilerini alsınlar, AB-D karşıtı ülkelere taşısınlar. Orada, illegal örgütlerini oluşturup, TV/Radyo yayını da yapsınlar. Genel Kurmay da o yayınlarının frekansını bozmaya çalışsın. Aynı eskisi gibi. Ama olsun biz çazırtılı filan izleriz.

Ayrıca, Cem Uzan, Tuncay Özkan, Aydın Doğan, Bekir Çoşkun’a da bir öneri. Demirel ve Ecevit hükümetleri dönemi de dahil TKP, “Atılım” adında bir dergi/gazete çıkarır ve illegal yollardan Türkiye’ye gönderirdi. Bizden anımsatması.

Her şey aslına dönüyor.

Türkiye’de taşlar bir bir yerine oturuyor!

Saygılarımla…