14 Kasım 2007 Çarşamba

Dink'in cenaze töreni ardından

18 Şubat 2007

Dink'in cenazesi, Dink'in "vasiyeti" üzerine sessiz bir yürüyüşle kaldırılacaktı। Cenaze törenine katılanlar sadece tertip komitesinin belirleyeceği sloganları atabilecekti (bu nasıl bir sessizlik ise, ayni 301. Madde gibi işinize gelirse bu slogan serbest işinize gelmezse yasak. Madem slogan istemedi o zaman hiçbir slogan atılmamalıydı.)

Bilindiği gibi cenaze törenine 250 bin kişi katıldı. Topluluk, "hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz" sloganı attı.
Türk medyası cenaze törenine büyük ilgi gösterdi। Türkiye de milliyetçi guruplardan da buna tepki geçikmedi. Etki tepkiyi doğurdu. Hepimiz Türk'üz sloganları yanında, "hepimiz Ogün'üz" sloganları da tribünlerden duyulmaya başlandı.

Şimdi Türkiye de bir milliyetçi (ırkçı) tehlikeden söz edilmeye başlandı।

Gerçekten de milliyetçi, (burada ulusalcı hareket ile milliyetçi hareketi ayrı tutuyorum) azdı başını gidiyor। Daha düne kadar Türkiye'nin en büyük tehlikesi olarak şeriat görülürken şimdi milliyetçi bir hareket en büyük tehdit olmaya başladı diyenler çoğaldı. (kırk katır mı, kırk satır mı?)

Bu durumda, cenaze töreninde görev alan bazı arkadaşlar savunmaya geçerek, Almanya Solingen de, Almanlar, "hepimiz Türk'üz, Türkiyeliyiz" sloganı attı। Diyorlar.

Şimdi içinde bulunduğumuz konumdan uzaklaşıp, biraz objektif olmaya çalışarak, duruma bir göz atalım.
Almanya'da atılacak slogan bana göre, "hepimiz kardeşiz", "yaşasın halkların kardeşliği", "kahrolsun ırkçılık" vb। sloganlar atılırdı. "hepimiz Türk'üz" sloganı yanlış olduğu gibi Almanya da ırkçılığı körüklemekten başka işe yaramadı. Bu slogan da zaten içinde ırkçılığı barındırıyor.

Şimdi size soruyorum, Almanya da yapılan o mitingte siz de olsaydınız "hepimiz Türk'üz" sloganını doğru bulur muydunuz?Ertesi gün Almanlar yine Alman oldu।

Türkiye'de de "hepimiz Ermeni'yiz" diyenler yine Türk, Ermeni'ler yine Ermeni kaldı ve Ermeniler ırkçılığın boy hedefi durumuna geldi।

Cenaze törenin diğer boyutuna gelecek olursak।

Eğer cenaze töreninde "vasiyet var, tören de slogan atılmayacak" denmesiydi।

Ne sloganları atılırdı।

"hepimiz Hrant'ız,"

sloganı yanında

"katil iktidar"

"kontur-gerilla dağıtılsın"

"Türkiye laiktir, laik, kalacak"

"hükümet istifa"

"derin devlet dağıtılsın, çeteler yargılansın"

"Çankaya laiktir laik kalacak"

"kahrolsun Amerikan emperyalizmi"

"ne abd, ne ab"

vb sloganlar atılacaktı।

Neden atılmadı। Cenaze tertip komitesi istemedi.

Bu tören eğer engellenmeseydi, çok büyük bir hükümet karşıtlığına, derin devlet karşıtlığına dönüşecekti। Türkiye deki diğer kitleler de bu durumu hoşnutlukla bakacaktı. Ülkemizin demokratikleşmesine büyük katkı sağlayacaktı. Sanırım Dink de bundan memnun olacaktı. Ama ne oldu, milliyetçi hareket körüklendi, katiller güvenlik güçlerinin yanında kartpostallık pozlar verir oldu, diğer yazarlar tehditler alır oldu.

O zaman neden kitlelerin bu sloganları atmasına izin verilmedi। Çünkü cenaze sahipleri, Dink ailesi, Ermeni Kilisesi, Ermeni Diasporası akp hükümetinle anlaşarak töreni bu çizgiye çekti.

Her şey sadece 301। Maddeye indirgendi. Evet 301. Madde de Dink hedef haline gelmişti ama tetiği çektiren güçler ise başka adreslerde idi.

18 Şubat 2007

DİNK CİNAYETİ

22.01.2007
Türkiye, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle çalkalanıyor।

Dink’i kim öldürdü?

Aslında sorunun yanıtı çok kolay। Dink’i, 1977 yılı 1 mayısında kim kitleye ateş açtıysa, kim Abdi İpekci’yi, Ugur Mumcu’yu, A. Taner Kışlalı’yı, Çetin Emeç’i vb. öldürdüyse Dink’i de onlar öldürdü.

Aynı güçler Danıştay saldırısının arkasında da var, Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi Katolik Rahibi Andrea Santoro öldürülmesinde de var।

Danıştay saldırısında AKP hükümeti ve dinci çevreler zan altında bırakılmış, tepkiler o çevrelere yönelmişti। Şimdi ise tepkiler ulusalcı güçlere yöneltilmek isteniyor.

Danıştay saldırısında AKP ve dinci çevrelere tepkilerin yönelmesinde bu çevrelerin Danıştay’ı hedef göstermesi neden olmuştu।

Dink cinayetinde ise bilindiği gibi, 301। Maddeden yargılanma sürecinde milliyetçi çevrelerin göstermiş olduğu tepkiler şimdi de bu çevreleri cinayetten sorumlu tutulmasına neden oluyor.

Dink’i kim öldürdüğü bu anlamda net। Fakat niçin öldürüldü?

ABD, Irak batağında çıkmak için bir yandan çırpınırken bir yandan da yangını büyütmek ve İran ve Suriye’ye de saldırmak istiyor. Bu konuda Türkiye’den katkı bekliyor. Verilen sözlere ise 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi fazla güvenemiyor. Bu yüzden Türkiye’yi teslim almak, itiraz edemez bir duruma getirmek istiyor.
Dink cinayeti, zaten çıkmazda olan AB ilişkilerini daha kötüleştireceği açıktır। Avrupa’dan uzaklaştırılan bir Türkiye yalnızlığa itilecek ve tek çare olarak ABD’ye daha da fazla bağlanma yoluna gidecektir. Bu oynanmak istenen oyundur.

Ülkeleri tek tek “Ermeni soykırımını” tanımaların ardından Türkiye yargılanma sürecine itilmek istenecektir। Bu durum da, ABD’ye yanaşmak Türkiye’nin kurtuluşu olarak gösterilecektir.

Bu cinayet devlete ve hükümete yapılmış bir saldırıdır।

Hükümet Danıştay saldırısında olduğu gibi ağlamak yerine, katilleri elindedir, bu cinayeti çözmeli, sorumlular nerede ise oraya kadar gitmelidir। MİT, emniyet teşkilatı hükümetin elinde/emrindedir. Bu cinayeti hükümet çözemez ise kim çözecektir?

Eğer bu cinayet de çözülmez, Danıştay saldırısı gibi saçma sapan güçler hedef gösterilerek olay kapatılırsa bu tür siyasi çinayetlerin arkasının geleceği de açıktır।

Zaten dünyadaki bütün siyasi cinayetler, zayıf iktidarlar dönemlerinde işlenmiştir।

Bu iktidar zayıftır। Türkiye’yi aydınlığa götürecek durumda değildir. Cinayetin arkasındaki dış güçler tarafından korunmakta ve yönlendirilmektedir. Eğer tersi söyleniyorsa, hükümet bu cinayeti çözmelidir. Çözememesi durumunda hem kendisi hem de Türkiye güç durumlar yaşayacak demektir.

Bu oyunlar açıkca oynanırken, biz hala AB ve ABD’yi kendimize nasıl müttefik görüyoruz?

Bu oyunun bozulmasının tek yolu, arkasında halkı alan güçlü hükümetlerle, yüzümüzü biraz da doğuya çevirerek yeni bir rota çizmemiz gerekmektedir।

Şimdi oynanan oyunda AKP hükümeti bu cinayeti çözemez ise ya ABD’nin savaş planın bir parçası olacak, bunu başaramazsa kim ne derse desin ama şöyle ama böyle (darbe dahil olmak üzere) yıkılacaktır। ABD bu görevi başka parti veya güçlere verecektir.

17 yaşında bir genç, “Dink’in sözlerine kızdım” onu vurdum diyerek, Türkiye’nin geleceğini karartamaz, etkileyemez। Bu iş 17 yaşındaki bir çocuğun marifeti olamaz.

Hükümet katili yakaladım diye sevinemez। Çünkü tetikçi kendisini yakalatmak için herşeyi yapmıştır. Güvenlik kameralarına yakalanmış, silahı atmadığı gibi, kıyafetini bile değiştirmemiş, aman bir yanlışlık olur beni tanıyamazlar diye düşünerek, gerektiğinde giymek üzere bereyi bile üstünde taşımıştır.

Haydi burnundan kıl aldırmayan, bağırıp çağırarak, Kasımpaşalık yapan sayın Başbakan Tayyip Erdogan, devlet olanakları elinde çöz bu cinayeti।

Cinayeti çözmek, gerçek sorumlulukları ortaya çıkarmak için vereceğin tüm uğraşlarda halkın büyük çoğunluğunu da arkanda olacaktır।
22.01.2007

UYUYAN DEV UYANDI

1 ŞUBAT 1993

12 Eylül faşist diktatörlüğü ülkemize bir kabus gibi çöktü। Devrimciler idam edilirken devrimci, ilerici, demokrat yapılar ve hatta burjuva partileri bile kapatıldı. En ufak bir hak aramaya vatan hainliği damgası vurulduğu bu yıllar, ülkemizin en karanlık günleri olarak tarihe geçti.

Kara cüppelerini giymiş yüksek mahkeme üyeleri koltuklarını kaybetmemek için, hukukun üstünlüğü, kamu vicdanı, devletin kalıcılığı gibi ilkeleri bir kenara iterek 5 generalin elini ayağını öpmek için sıraya girdiler। Diğer bazı cüppeliler ise, 5 generalin genelgelerine yasa kabul ederek cezaevlerini devrimcilerle, demokratçılarla doldurdular. Anayasayı toptan yok eden generallere hiçbir şey yapamayan zavallı hakim savcılar, aynı generallerin içeri tıktığı insanlara aynı anayasa yüzünden ceza yağdırdılar. Bu mu hukuk devleti, hukuk anlayışı? Anayasayı bir kenara delmekle hiçbir şey olmaz diyenlere hiçbir şey yapamayan Anayasa Mahkemesi, sıra TKP ve SP ‘yi kapatmaya gelince ‘Anayasayı üzüntüyle uyguladıklarını’ söylüyorlardı.

12 Eylül rejiminin halkımıza sağladığı korku, şiddet ve sessizlik son Mumcu cinayetiyle son bulmuşa benziyor। Evlerinde dört duvar arasında devletten korkarak yaşayan halk, üzerindeki ölü toprağını attı. Türkiye’nin değişik yerlerinden milyonlarca insan Mumcu cinayetini lanetlemek için sokaklardaydı.

Ülkemizin demokratikleşmesini, yumuşamayı hazmedemeyen karanlık güçler demokratlara, aydınlara korku salmak, gelecek için umutları yok etmek, yeni darbelere ortam hazırlamak için Mumcu’yu haince katlettiler। Onlar, yine önceki cinayetler gibi halkın suskun kalacağını sanıyorlardı. Oysa Mumcu cinayeti ‘uyuyan devi uyandırdı.’ halk sokaklara döküldü. Önceleri tepkileri yok saymak isteyen devlet, böylesi yığınsal tepkiye sesiz kalamayacağını anlayıp tepkileri yumuşatıp yanlış yola kanalize etmek için İran’ı hedef gösterdi. Fakat kitlelerden çelişkileri gizleyemediler: ’Mumcu ’nun katili Kontr-gerilladır!’ Yüz binlerce kişi bu sloganı haykırdı. Niçin?Mumcu’nun karısı soruşturmayı MİT ve DGM ‘nin yönetmesini istemiyor. Niçin?

12 Martın faşist hukukçularından Baki Tuğ, Mumcu Apo ile MİT ilişkilerini araştırıyordu’ diyor। Bu nedenle Apo ‘cular vurdu, görüşünü savunanlar var. Apo’nun MİT le ilişkisi varsa kendi yandaşlarına hesabını versin. Ya peki MİT ‘in Apo ile ilişkisi varsa, Güneydoğu cinayetlerine Mit ortak olmuş olmuyor mu? Bu durumun bunun hesabını kim verecek?

Mit ve Kontrgerilla ile ilgili suçlamalar araştırılıp açığa çıkarılmalı। Suçlamalar gerçekse bu kurumlar dağıtılmalı. Yoksa tüm yazarlara, ülkenin yetiştirdiği değerli insanlara, devlet yöneticilerine, iş adamlarına yönelmiş bu tehditler ülkemizin geleceği için büyük bir tehlikedir.

Halkımızın, ülkemizin esenliği için faili meçhul cinayetler sonuçlandırılmalı, tetikçilerle birlikte gerçek sorumlular yargı önüne çıkarılmalıdır। Aksi halde, Mit, kontrgerilla tartışmaları son bulmayacaktır.

1 ŞUBAT 1993

TERÖR

15 EKİM 1992

Büyük bir hızla kaosa sürükleniyoruz.Terör olayları doğrudan batıya gittikçe tırmanıyor।Terör ülke gündeminde ilk sırada yer alıyor।Bazı çevreler,terörlü günlere alışmalıyız, diyor.Nerde ve nasıl patlayacağı belli olmayan bir namlunun,bombanın,roketatarın tehdidi altında yaşamaya alışmalıyız.Biz terörle yaşamaya alışmak istemiyoruz.Biz terör istemiyoruz.Her nereden gelirse gelsin,patlayan her silaha karşıyız.Gerçek ne olursa olsun terörü insanlık suçu kabul ediyoruz.

Demokrasinin geliştiği ülkelerde terör olaylarının da artacağını ileri sürenler var।DYP-SHP koalisyon hükümetinin yeni kurduğu günlerde,demokratikleşme eğilimleri söz konusu olduğunda bu görüşü savunanlar vardı.’Terör olayları demokratikleşme ile paralel artar.’deniyordu.

Günümüzde,demokratikleşmenin,sivilleşmenin,şeffaflaşmaları kırıntıları bile söz konusu değil iken terör tersine artıyor।Terör demokratikleşmenin değil demokratikleşememenin ürünüdür.

Koalisyon hükümeti partileri gerek seçim programlarında gerekse ortak hükümet protokollerinde yer alan demokratikleşme,sivilleşme,şeffaflaşma konusundaki sözlerini yerine getirmelidir।Sosyal demokratlar da kendi iç çelişkilerini bırakıp ülke sorunlarına eğilmeleri gerekir.Yoksa yine birileri gelip, ’partileri kapatalım’ diyebilir.

Terör niçin önlenemiyor?Acaba Türkiye Cumhuriyetinde, ABD’de olduğu gibi güvercinler ve şahinler var mıdır? Güvercinler terör olaylarının demokratikleşme içinde barışçı çözüm yollarının denenmesini mi istiyorlar? Şahinler,demokratikleşme ve sivilleşmenin önüne geçebilmek için teröre ortam hazırlayarak destek mi veriyorlar?Gerçek alamda,demokratikleşmeyi ve sivilleşmeyi istiyorsak,ülkemizde yaşanan olayları soğukkanlı düşünmek durumundayız।

Dünyadaki demokratikleşme olmayan yöntemlerin büyük bir hızla yıkıldığı, yerine insanın ön planda yer aldığı, sivil-demokratik yöntemlerin oluştuğu günümüzde, baskıcı, militarist güçlerin, ülkemiz geleceğinde yerlerinin olmadığını bilmeleri gerekir। Acaba bunları bildikleri için mi bazı güçler terörle yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyorlar?

Terörle yaşamanın, otoriter, militarist yönetimlerle yaşamak demek olduğunu biliyor ve onları dünya gelişim süreçlerini tersine çeviremeyeceklerine inanıyoruz.

15 EKİM 1992

ŞERİATIN ÖNELENEBİLİR YÜKSELİŞİ

15 ŞUBAT १९९३

Her şey elbette çok daha önce başlamıştı।fakat 12 Eylül yönetimi Atatürkçülük adına,onun anılarını,mirasını,ilke ve kurumlarını yok etti.Laiklikte bu arada unutulmadı.ABD Patentli Türk-İslam Sentezi bu yıllarda gündeme geldi.Aramco ve onun Rabıtası, gereğinden fazla açılan İmam Hatip Liseleri,Faysal Finans v.b. bu yönetimin ürünleriydi.Atatürkçülük nutukları atılırken resmi kurumlar Türk-İslam Sentezcileriyle dolduruldu.Güneydoğu da devlet Hizbullahı örgütledi.

1970li yılların sonunda ve 1980li yılların başında,Sosyalist sisteme ve gelişen Sosyalist harekete karşı Köktenci hareketleri destekleyen ABD,Sosyalist sistemin dağılmasından sonra,kökten dinci hareketleri desteklemekten vazgeçmiş göründü।İlk bakışta sosyalist sistemin dağılmasıyla ona karşı desteklenen gerici kökten dinci hareketlere gereksinimi kalmamış göründü.Oysa ABD ülkemizde hiçte kökten dinci hareketleri desteklemekten vazgeçmedi.Tersine Şeriatla yönetilen,ulus bilinci hiç gelişmemiş,dünyadaki ilkel topluluklar arasında yer alan Arap ülkelerine giydirdiği deli gömleğini ülkemize de giydirmek istiyor.

SSCB ve Sosyalist Sistemin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Devletlerinin bağımsız,demokratik karşılıklı çıkar ilişkileri içinde ülkemizle kurulabileceği ilişkiden korkan,bunu bölgesel çıkarlarına tehdit gören ABD bir yandan Kürt Milliyetçi hareketini desteklerden diğer yandan kökten dinci hareketlerin arkasında yer alıyor।

Seçim hesapları yapan bir önceki ANAP hükümeti ve MGK kararıyla sosyalistlere,seçime katılma koşulları ağırlaştırılırken,% 10 barajlarla meclis kapatıldı.Bu günkü mecliste,MGK kararlarını yasa kabul ederek meclisten geçiren hükümet partileri,ANAP,DSP,MHP ye karşı tek muhalefet partisi RP si olarak ortaya çıkıyor.
MGK partilerinin belediye başkanlarının yolsuzluklarına karşı RP’sinin belediye başkanları örnek başkanlar olarak tercih nedeni oluyor।

Eğer devlet ve hükümet gerçekten laikliği ve Atatürkçülüğü savunuyorsa,öncelikle Milli Eğitim’deki yöneticilerin %74’ünü oluşturan İmam Hatip Lisesi çıkışlılarının değiştirilmesi,Hizbullahın, Aramco’nun, Rabita’nın araştırılması gerekir।Sosyalistlerin seçimlere katılabilme değişikliklerinin yapılarak,barajların kaldırılması meclisteki sosyalist sloganlar kullanan dinci akımların gerçek konumlarını göstermesi açısından öncelikli bir öneme sahiptir.

Fakat biz tarihten ders alarak,Hitler’in önlenebilir yükselişinin devlet ve burjuvazi tarafından engellenmediğini,tersine desteklendiğini bilerek,demokrasiye,gerçek laikliğe halk olarak sahip çıkmamız gerekir।

Türkiye halkı olarak ABD ‘nin yobaz kuklası olmamak için,Türk Cumhuriyetleri ile dostça ilişkiler kurarak bölgemizin barış ve demokrasisinin hakim olacağı güzel günler için mücadele etmeliyiz.Aksi halde güzelim yurdumuz,yobazların kılıçları ve kırbaçları altında yaşanamaz olacaktır.
15 ŞUBAT 1993