17 Kasım 2010 Çarşamba

Her şey Benlin Duvarının yıkımı ile başladı.

Yıl 9 Kasım 1989.

Tüm televizyon kanallarının canlı yayınladığı görsel şovlarla Berlin duvarı yıkıldı ve emperyalizm dünya üstündeki mutlak egemenliğini ilan etti.

Kızıl Ordunun doğudan Berlin'e girmesi ve Hitler'in intiharı ile II. Paylaşım savaşı gerçek anlamda sona ermişti. Berlin'e ise batıdan Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri girmiş Berlin'de 4'lü bir yönetim gerçekleşmişti.

Sovyetler Birliği yapılacak bağımsız bir seçimle Almanya'nın geleceğinin belirlenmesini savunuyordu. Fakat emperyalist batı seçimlerden komünistlerin galip çıkacağını bildikleri için (çünkü Almanya'da nazi ve komünistlerden başka yapı yoktu), kendi işgal bölgelerinde, Alman faşistleri ile işbirliği yaparak Federal Almanya Cumhuriyetini ilan ettiler. Bunun üzerine Demokratik Alman Cumhuriyeti kurularak Almanya fiilen ikiye bölünmüş oldu.

Alman faşizmini yenen Berlin'e girerek nazi Almanya'sını teslim alan Sovyetler Birliği, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyanın sempatisini kazanmıştı. İşte bu nedenle ABD, bu sempatiyi kırmak, başta SSCB olmak üzere tüm dünyaya gözdağı vermek için Japonya'ya atom bombaları attı. Yüzbinlerce masum Japon öldü, sakat kaldı.

Atom bombası üstünlüğünü göze alarak SSCB'yi savaşa zorlayan ABD, Berlin sınırında sayısız kez Kızıl Ordu'ya taciz saldırılarında bulundu. İşte bu nedenle Berlin Duvarı inşa edildi.

Niçin ilan edilirse edilsin Berlin Duvarı yıkılmış, reel sosyalizm çökertilmiş, emperyalizmin mutlak egemenliği tüm dünyaya kabul ettirilmişti. Artık öyle işçi sınıfının hakların savunan sosyal demokrat partiler filan olamazdı, gerek kalmamıştı onlara. Sosyal demokrasi Avrupa'da tarihe karıştı. Artık o İngiltere'nin ünlü İşçi Partisi, Almanya'nın sosyal demokrat partisi, Fransa'nın Sosyalist Partisi filan bitmişti. Yerine Afganistan'da, Irak'ta ABD'ye asker veren partilere dönüştüler.

Kapitalizm şimdi krizden çıkmak için tüm eski ulus devletleri yeniden yapılandırmak istiyor. Kabul etmeyen ülkelerde iç savaşlar çıkarıyor, açık işgallere başvuruyor.

Türkiye'ye biçilen elbise ise, ordusu, yargısı, üniversiteleri, emniyeti, mit ve her türlü istihbaratı ele geçirilmiş, tüm yer altı /yer üstü kaynakları küresel sermayeye açılmış bir ülke. Küresel sermaye bu konuda önemli yollar kat etti. Etmeye de devam ediyor. Anayasa değişikliğinde Türkiye küresel sermayeye tam teslimi için gerekli düzenlemeler yapıldı. Fakat %42'lik hayır oyu küresel sermaye için ciddi bir tehdit. Milyonların sokağa dökülmesini elbette hiçbir iktidar istemez.

CHP'de son yapılan operasyonda amaç CHP'yi de bu çizgiye çekmek.

Statükocu, yaşlı, eski politikaları savunmak, küresel sermayenin yeni politikalarına karşı çıkmak demek. Bu amaçla Önder Sav ve ekibi tasfiye ediliyor, yerine kara çarşafı CHP'nin içine taşıyan, amacı Rusya, İran gibi ülkelere göz dağı vermek olan "füze Kalkanı" projesine destek veren Gürsel Tekin getiriliyor. Gürsel Tekin'in de marifetlerini biliyoruz, izlemeye de devam edeceğiz.

Aslında emperyalizm çok ciddi bunalım yaşıyor. ABD askeri üstünlüğüne rağmen Afganistan ve İrak'ta başarılı olamıyor. Bu nedenle saldırmak istediği İran'a da saldıramıyor.

Avrupa ise tam çökmüş durumda. İngiltere hariç diğer Avrupa ülkelerinin savaş güçü yok. Kendi açıklamalarına göre Fransa'nın askeri malzemeleri, tank/top/uçak vb. %30'u kullanamaz durumda. Almanya'nın ise ciddi bir askeri gücü yok. Diğer Avrupa ülkelerin ise neredeyse dağılma noktasında.

Gürsel Tekin CHP'yi ne kadar "light" yapacak, AKP iktidarı ne kadar sürecek, CHP de Avrupa "Sosyal Demokrat" partileri gibi ABD emperyalizmi hizmetine savaşçı asker verecek mi?, yaşayarak göreceğiz.

Ama çok bilinen bir gerçek var ki; ABD'ye, Fettullah Gülen'e, Cumhurbaşkanı Gül'e yaklaşarak, "Türban özgürlüğü"nü savunarak, Başbakan Tayip Erdoğan'ın bu güçler tarafından tasfiye edilmesini bekleyip CHP'nin hükümet olacağını düşlemek, böylesi politikaları savunmak enayiliğin danişkasıdır.
Saygılarımla…

15 Ekim 2010 Cuma

"İleri Demokrasi"

Referandum öncesi Başbakan Tayip Erdoğan, Referandumdan evet oyu çıkarsa ileri demokrasiye geçileceğini söyledi.


Kim ileri demokrasiyi istemez ki?


12 Eylül öncesi biz, "İleri Demokratik Bir Düzen"i savunuyorduk. İleri Demokrasiyi yani. Ama o zaman bizim referandum yapma şansımız olmadığı için demokratik devrimle bunu gerçeleştirecektik. Yani halkın oyu ile seçilmiş iktidarı halkın güçü ile yıkacak ileri demokrasiyi kuracaktık. Stratejimiz sosyalizm/komünizm, taktiğimiz ise ileri demokrasiydi. Yani ileri demokrasi, bizim sosyalizme/komünizme ulaşmamız için kısa dönemli hedefimizdi. Bunun için, yani demokratik devrim için ise UDC'yi kuracaktık. UDC yani Ulasal Demokratik Cephe. O zamanlar Radikal ve Taraf gibi gazeteler olmadığı için ulusalcı olmak, ulusal çıkarları savunmak, 6. filoya karşı olmak, NATO'dan çıkmayı savunmak, emperyalizme karşı olmak suç değildi.


Kısaca taktiğimiz şuydu; her tür emperyalizme, onların yerli işbirlikçisi tekelci burjuvaziye karşı, tüm ulusal güçleri UDC'de birleştirmek. Ulusal burjuvazi, orta burjuvazi, işçi sınıfı, memur, esnaf, köylüler, yani emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinden zarar gören tüm kesimlerle bir cephe oluşturmak ve emperyalizm ve yerli işbirlikçilerin egemenliğine yıkarak ileri demokrasiyi kurmak. İleri Demokrasinin amacı elbette sosyalizm/komünizme geçmekti. Fakat bu o günkü güçler dengesi ile ilgiliydi. Çünkü ileri demokraside işbirlikçi olmayan burjuvazi de vardı. Yani bir başka burjuva iktidarına da gidebilirdi bizim yeni ileri demokrasimiz. Ama olsun emperyalizmden kurtulacaktık ya.


AKP'de İleri Demokrasi deyince, bizim bazı solcularımız sosyalizme filan gidiyoruz sanarak, "yetmez ama evet" diyerek referandumda AKP'yi desteklediler.


Aslında AKP doğası gereği, ileri demokrasi derken, her tür işçi sınıfı hareketinin kırıldığı, komünist ve sosyalist hareketlerinin, emperyalizme karşı çıkan tüm yapıların yok edildiği bir "ileri demokrasi"den söz ediyordu. Bizim hedefimiz sosyalizm/komünizm iken onun hedefi ise 1400 yıl öncesiydi.


İlk okul mezunu bir arkadaşım, MÖ 300 yılı, 3 bin yıl önce sanıyordu. Ona, İsa'dan önce 300 yılı ve üstüne 2010 yılını ekledim falan ama anlatamadım. Sonunda bir düz çizgi çizdim, ortasına da bir dikey çizgi. Sol taraf milattan önce sağ taraf milattan sonra 2010 deyince her şeyi anladı.


Ama ne yazık ki bizim bazı eski solcularımız bu kadar net olarak milattan önce ve sonrası ya anlamıyor ya da anlamak istemiyor.
CHP ne yapmak istiyor?


Birileri Kılıçdaroğlu'nun kulağına, "AKP parçalanacak, sen Cumhurbaşkanı Gül'ü destekle, türbanı filan savun, Başbakan Erdoğan'ı ABD harcayacak yerine seni getirecek" demiş olmalı ki CHP böyle bir çizgi izliyor.
Kimler yalan söylüyor?


ELLERİNİZE VE YALANA DAİR
"……..
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
…."
Nazım Hikmet


Nazım bizi yıllar önce uyarmış, herkes yalan söylüyor, yalan söylüyor gazeteler, yalan söylüyor TV'ler, yalan söylüyor tartışma programları her şey yalan söylüyor, "bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diye" her şey yalan söylüyor.
Birkaç köşe yazarı dışında onları da biliyorsunuz.
Saygılarımla…

17 Eylül 2010 Cuma

Menderes neden idam edildi?

Adnan Menderes İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21'de idam edildi.

Adnan Menderes neyle suçlanmıştı?

1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2- 6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek,
3- Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak,
4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak,
5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak,
6- Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek
7- Kırşehir'in haksız olarak ilçe yapmak,
8- Yargı bağımsızlığının ihlal etmek,
9- Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak,
10- CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak,
Gibi nedenlerle.

Peki bunlar idam cezası için yeterli mi? Bence hiçbir suçun cezası idam olamaz, idama tamamen karşıyım. Fakat Menderes de idama karşı mıydı? Elbette değil, 1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di. İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı. Suçu neydi? Rusya için casusluk yapmak.

Menderes'in başka suçları yok muydu? Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi. ABD'nin tepkisinden çekinen Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi.

1- 1951 yılında Menderes hükümeti Kore Savaşı'na Amerika için asker gönderdi. Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore'de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.
2- 1952'de NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu.
3- 1954 yılında Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi.
4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları için kapatıldı. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapattı.
5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa'yı destekledi.
6- 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi.
7- "Tahkikat Komisyonu"nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti. Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasakladı.
8- İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi
9- Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı.
10- Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melehat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu görülen lüzum üzerine emekliye sevkedildiler.

Aslında Menderes hükümeti, ordu darbe yapacak gerekçesiyle daha 6 Haziran 1950'de, Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etmişti.

1950-1960 DP hükümetinin kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalıştım.

Başbakan Erdoğan, Menderes’in ölüm yıldönümü ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı Necip Fazıl’dan şiir okuyarak tamamladı. Ben de Nazım Hikmet’tin bir şiiri ile yazımı tamamlıyorum. O şiirde belki Menderes’in niçin idam edildiğini de bulabilirsiniz.

KORE'DE ÖLEN BİR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ

DİYET

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.


25 Haziran 1959

15 Eylül 2010 Çarşamba

"12 Eylül; Referandumun gösterdikleri"

Küresel sermayenin çok yoğun bir baskı altına aldığı Türkiye'de kartlar yeniden dağıtılıyor.


Reel sosyalizmin yıkılışından sonra, çevremizdeki tüm ülkelerin parçalanıp, küresel sermayenin tam kontrolüne girerken, bölgenin askeri ve ekonomik olarak ciddi bir gücü olan Türkiye elbette bu paylaşımdan nasibini alacaktı.


ABD'ye "Ne derseniz yaparım" diyen AKP 2002'de hükümet oldu. Fakat bu hükümet küresel sermayenin istemlerini tam olarak yerine getiremedi. 1 Mart tezkeresinin ret edilmesi, Kıbrıs'ta ödün verilememesi, Ermenistan kapısının açılamaması, Ruhban Okulunun açılamaması, Güney Doğu sorunun çözülememesi, Afganistan'a savaşçı birlik gönderilememesi, bir çok özelleştirmelerin Anayasa Mahkemesinden geri dönmesi gibi sorunlar yüzünden Türkiye'nin yeniden yapılanması gerekli olmuştu.


En son ordu susturuldu, sırada yargı vardı ve bu Anayasa değişikliği de yargıyı küresel sermayenin eline vermiş oldu. Artık Türkiye'nin küresel sermaye istemleri doğrultusunda yeniden yapılanması önünde engel kalmadı.


"12 Eylül ile hesaplaşacağız", "yargıdan kaçmak için anayasa mahkemesini ve HSYK ele geçiriyorlar" söyleminin ardından aslında bu gerçekler vardı. CHP, kendi karşısında yer aldığı tüm kapitalist merkezlere karşı tavır alacağına, "biz daha iyi hizmet edeceğiz" mesajları vermeyi tercih etti.


Şimdi küresel sermayenin önünde sadece bir engel kaldı, %42 hayır oyu verenler ve alanlara çıkan kitleler. Cumhuriyet Mitinglerine katılanlar darbeci ilan edildi, miting düzenleyenler Silivri'de yatıyor. Bakalım %42 hayır oyu verenler ile mitingleri düzenleyen CHP'lileri ne bekliyor? Göreceğiz.


Kartlar yeniden dağıtılıyor


Artık ülkemizde sadece 2 parti var. AKP ve CHP, Güneydoğuda ise BDP. BDP nereden güvence aldıysa özerk bir devlet olacakları konusunda eminler. Yani kendi yasaları, kendi bayrakları, kendi polis ve bürokratları olacağı dış konularda ise Türkiye'ye bağlı olacakları konusunda hiç kuşkuları yok.
Türkiye'de , DSP, BBP, DP, RP, MHP bitmiştir. Herkes AKP ve CHP'de saflarını belirlemek durumundadır. (Elbette sosyalist sol yetersiz kalsa da var olmaya devam edecektir.)


MHP ancak kendi yönetimini yeniler ve tabanına güven verecek bir yönetim kadrosu oluşturursa var olabilir. Fakat küresel sermayenin bu azgın saldırısında MHP'nin baraj üstünde kalması oldukça zor görünüyor.


MHP'nin barajı geçememesi durumunda ise AKP'nin tek başına iktidar olma olasılığı çok yüksek.


12 Eylül sorumluları yargılanabilir mi?


Aslında AKP, darbecilerin yargılanmasının önünde engel olan geçici 15. maddenin kaldırılmasını, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nu ele geçirmek için sos olarak kullanmıştı. Fakat, özellikle, "yetmez ama evet" diyenler nedense bunu ciddiye aldılar ve 13 Eylül'de mahkemelere koştular. Şimdi Yarsav onursal başkanı ve bazı CHP'liler 15. maddenin af kapsamı içeriği taşıdığı ve zaman aşımı olduğunu ileri sürerek darbecilerin yargılanamayacağını ileri sürmeye devam ediyorlar.


Bunları anlamak mümkün değil. Onlar şimdi, "madem öyle, yargılayın bakalım darbecileri" demeleri gerekiyor. O zaman AKP nasıl bir konuma girecek, ne söyleyecek? Göreceğiz.

Hukukçuların söylediği gibi yasalar geriye doğru işleyemez mi? Bal gibi işler. 12 Eylül'cüler, yasal örgütlere üye oldukları halde, örgütleri geçmişe yönelik yasa dışı örgüt ilan etmişler ve üyelerini ceza evlerine doldurmuşlardı. Şimdi aynı uygulama neden kendileri için işletilmesin. "ama şimdi hukuk devleti var" diyenler bir de Silivri'ye baksın.


Son olarak, Kemal Okuyan bakın ne diyor; "Hem 12 Eylül'e karşı yüzde 8.6'dan yüzde 42'ye yükseldiğimizi unutmayalım. Şaka değil, ciddiyim..."

Saygılarımla…

5 Eylül 2010 Pazar

“Hey devrimci, Hey devrimci”

TKP, ÖDP, EMEP, Halk-Evleri birleşmiş anayasa değişikliğine hayır eylemleri yapıyorlar. Bu örgütler sağlarını, sollarını şaşırmışlar, anlaşılan.

Bakın Başbakan Erdoğan ne diyor; “İleri Demokrasi”

12 eylül öncesi TKP ne diyordu? “İleri Demokrasi” Dev-Yol, Halk-Evleri ne diyordu? “Kesintisiz devrim”. Yani demokratik devrim kesintiye uğramadan sosyalist devrim. Eee, Başbakan yarısını yapıyor kalanını da siz tamamlayın. Peki Emep/Halkın Kurtuluşu ne diyordu? “Kurtarılmış bölgeler” Güney doğu zaten kurtarılmış bölge değil mi?

Bizim sosyalistler şaşırmış canım şaşırmış.

Tarih 12 Eylül 1980 sabahı, arkadaşlar TKP’nin kuruluş yıldönümü için afiş asacaklar, saat 07.00 gibi kalkıyorlar. Tutkalı hazırlayıp sokağa çıkıyorlar. Her tarafta asker var. Sanıyorlar ki bir olay oldu asker geldi. Ne de olsa Ankara’da sıkıyönetim var, geri eve dönüyorlar. Bizim İbo bir süre bekliyor askerler gitmiyor. “Askerler gidince beni uyandırın” diyor, vurup kafayı uyuyor.

Sadi pencereden dışarı bakarken, komşuların konuşmasından “ihtilal” olduğunu öğreniyor. Gidip İbo’yu uyandırıyor, “kalk İbo, kalk devrim oldu” diyor. İbo uykulu gözlerle, “hadi lan oradan” diyor, “bizsiz devrim olur mu?” Radyoyu açıyorlar, kahramanlık türküleri okunuyor.

Ama bu kez bizsiz devrim oluyor. Oluyor da hiç kimse bilmiyor!

Açıyorum televizyonu, “yandaş” denilen kanalda, 1 Mayıs marşı çalıyor, diğer kanala geçiyorum, Avusturya işçi marşı fon müziği altında, 12 Eylül’ün Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş gurubu önderleri televizyonda, 12 Eylül’de nasıl işkence gördüklerini anlatıyorlar, dönemin yürüyüşleri, grevleri arka planda.

Bir başka yandaş kanala geçiyorum, Başbakan konuşuyor; “Tusiad’da kim oluyormuş? onlar, önceki iktidarları elinde oynatıyormuş biz öyle değiliz, biz sermayenin iktidarı değiliz” diyor.

Bir başka yandaş kanala geçiyorum, acaba TKP marşı çalıyor mu? Diye bakıyorum. Hayır orada sadece “hey devrimci hey devrimci” marşı çalıyor. Diğer bir yandaş kanalda, “uyan artık uykudan uyan, uyan esirler dünyası” marşını arıyorum ama orada, “sabah oldu hep uyandık siperlere dayandık” marşı söyleniyor. Diğer yandaş kanala geçiyorum, “yırtıyor fırtına sessizliği, ufuktan yen bir gün doğuyor” marşı okunuyor. Ama ben biliyorum, AKP iç Anadolu ve Doğu Anadolu seçmeninin ürkütmemek için henüz Enternasyonel marşını yayınlamıyor. Bakın siz 13 Eylül olsun neler neler olacak!

Tüm dünya Türkiye’de, komünistlere, sosyalistlere, devrimcilere, sendikalara rağmen nasıl “ileri Demokrasi”ye geçecekmiş göreceğiz!

Saygılarımla…

"Askerler de sivil mahkemelerde yargılanacak!"

"Amerika'dan 25-30 uzman gelmiş, Ankara'da ABD elçiliğinin yakınında bir ev tutmuşlar, merkez, masa kurmuşlar, Türk danışmanlar ile birlikte, Türkiye'de neler olacak, hangi sahte belgeler düzenlenecek, Ergenekon nasıl bir seyir izleyecek, yandaş medya ne yazacak, Başbakan Erdoğan alanlarda ne söyleyecek, hep bunları bu masa kararlaştırıyor" diyorlardı. İnanmıyordum. İnanamazdım da, çünkü sonuçta Türkiye muz cumhuriyeti değildi.


Ama, Anayasa değişiklik paketi ortaya çıkınca şaşırdım. Kesinlikle bu Anayasa değişikliği Türklere ait değil. Bu değişiklikleri bizden olmayan birileri hazırlamış olmalıydı.


Eğer anayasa değişiklik paketini Türkler hazırlamış olsaydı, hükümetin Anayasa Mahkemesini ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunu ele geçirmek için, "kadın için, özürlüler için pozitif ayrımcılık vs." gibi halkımızın doğrudan anlayamayacağı karmaşık detaylara girmezdi.


Bizim Türkler olsaydı, halkın anlayacağı çok net maddeler koyarlardı. Örneğin; 12 Eylül'de "çalışanların mağdur olduklarını" söyleyerek; memurlar, işçiler için, tüm emekliler için iki maaş ikramiye verilecek, geçici bir madde koyarlardı. Böyle olunca da; Başbakanın ve AKP'nin anayasa değişikliğini halka kabul ettirmek için il il, ilçe ilçe dolaşmaya gerek kalmazdı. "Halkın iradesi mi?" Ortalama 1.5-3 milyar lirayı kim red edebilir ki?


ABD'lilerin pratik insanlar olduğu söyleniyor ama onlar bizim kadar pratik değilmiş demek ki!


Görünen göz kılavuz istemez, CHP'nin oyları %50'lilerde dolaşıyor. Bunu nereden çıkardım; Başbakanın göz yaşlarından, BDP ile pazarlığından, CHP mitinglerin sansürlenmesinden. Sözlerime inanmayanlara "Halk TV"yi izlemesini öneririm.

Hedefe/ iktidara giden her yol mubahtır mantığını yöntem kabul etmiş AKP için elbette sınır yoktur. %60'larda olan hayır oyları her şey mubah sayılarak nerelere kadar indirilecek göreceğiz. Bunun için medya susturulacak, araştırma şirketleri susturulacak, halka çok büyük oranda "evet" çıkacak duygusu pompalanacak ve "Hayır"cıların umudu kırılacak. Şimdi uygulanan yöntem bu.

Halk TV dışında tüm büyük; kanallar, gazeteler, araştırma şirketleri, satın alınmış, susturulmuş, santaj altına alınmış durumda. Nasıl ki santaj altında alanlara çıkamayan Baykal gibi Bahçeli'de alanlara çıkamıyor, MHP tabanı rahatsız. SP satın alınmış ve "Evet"te yönlendirilmiş durumda, BDP ile pazarlıklar bitmiş görünüyor, TÜSİAD tehdit altında, Doğan Medya havlu attı, Ciner gurubu medyanın yüz karası oldu, Kara Mehmet susması için yeteri kadar ihale aldı.


CHP/Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Papağan gibi her gün aynı şeyleri söylüyor. AKP Yüce Divan'da yargılanacağı için kendi yargısını oluşturuyormuş.


Anayasa değişikliğinin amacını AKP'nin yargıdan kaçması olarak değerlendirenler ya hiçbir şey bilmiyorlar ya da gerçekleri halktan gizliyorlar.


Eğer bu referandum kabul edilirse, yürütmenin önünde hiçbir engel kalmayacak.


1- Hükümet istediği işletmeyi, nehirleri, koyları, limanları vs. istediğine paralı veya parasız verebilecek yargı yolu kapalı olacak.

2- Allianoi, Ovacık Altın madeni, Hasankeyf vb. tesisler için yargı yolu olmayacak.

3- Hükümet istediği vali, kaymakam, bürokratı, memuru istediği zaman görevden alacak istediği yere atayacak, yargıya gidilemeyecek.

4- Hükümet ve belediyeler doğal gaz'a, elektriğe, suya, metrobüse, trene vb. istediği kadar zam yapabilecek, tüketici dernekleri yargıya gidemeyecek.

5- Güvenlik güçleri herhangi bir kişiyi istediği kadar göz altında tutabilecek, suçsuz yere yıllarca ceza evlerine atabilecek fakat mağdur olduğu konusunda eğer bakanlık olur vermezse yargı yoluna gidemeyecek.

6- 4-C gibi durumlarda yargı yolu olmayacak.

Maddeleri daha uzatmak mümkün.


Sonuçta özelleştirmenin, ülkenin yer altı yer üstü kaynaklarının yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmesinin önünde ne kadar engel varsa hepsi temizlenmiş olacak. Devleti devlet tapan tüm normlar ortadan kalkmış, yürütmenin tek yetkili olduğu bir yönetim biçimi gelmiş olacak.


Deniyor ki; "halkın iradesi ile hükümet olmuş iktidar istediğini yapamaz mı?" elbette istediğini yapabilmeli ama bu istekleri denetleyen bir yapı da olmayacak mı? Örneğin, halkın oyları ile iktidar olmuş bir hükümet oylarının düştüğünü görerek yapılacak seçimleri 5 yıl sonraya ertelerse ne olacak. Diyelim ki buna tüm muhalefet partileri de destek vermiş olsun? Buna kim olmaz diyecek?


Anayasa değişikliği kabul edilirse askerler de sivil yargıda yargılanacakmış, zaten yargılanmıyorlar mı?


Saygılarımla…

30 Temmuz 2010 Cuma

“Eksen Kayması”

Türkiye’nin eksenin doğuya kaydığı söyleniyor. AKP’liler, “eksen filan kaymadı, Avrupa orada Anadolu burada, orta-doğu ise orada duruyor” diyorlar. Aslında eksenin de ne olduğunu pek bilemiyorlar. Eksenin kayıp kaymamasını bilmek için, devlet ne, millet ne, ulus ne? Gibi kavramları bilmek gerekiyor. Bunu en iyi elbette dış İşleri Bakanlığı personeli bilir ama onlar da bildiğiniz gibi ‘monşer’
Bana göre AKP Tamamen doğru söylüyor. “eksen kayıyor” diyen muhalefet ise gerçekleri göremiyor.

ABD “uzmanları” tüm AKP politikalarını belirliyor, başbakanın konuşmasını yazıyor, kimin tutuklanacağına karar veriyor, medyanın ne yazacağına söylüyor ayrıca arkasında da AB’nin olduğu bu hükümet ekseni nasıl kaydırabilir ki?

“Sarı Öküz”
Sarı Öküz öyküsünü biliyorsunuz tekrarlamayacağım. Son günlerde bu öykü yine gündeme geldi. Türkiye’nin Sarı Öküz’ü ise kim olduğu ise tam olarak bilinmiyor.

Türkiye’nin Sarı Öküz’ü Cem Uzan’dır. AKP ilk olarak muhalefeti susturmaya, baskı altına almaya Uzan’la başlamıştır. Eğer o gün tüm kamuoyu, sivil toplum örgütleri, medya, siyasi partiler karşı çıksaydı, baskı bu boyutlara gelemezdi. Unutmayalım ki, Uzan ticari yolsuzlukları yüzünden değil AKP karşıtı politikalar sonucu yok edildi. Ama “Sarı Öküze” benzediği için kimse onu savunmadı.



12 Eylül’den kim nema’landı?
Bu soruyu yanıtlamak için önce 12 Eylül’den kim en büyük darbeyi aldı? Sorusuna yanıt vermek gerekiyor. 12 Eylül, komünist, sosyalist solun üstünden silindir gibi geçti. Ne Türk solu ne de Kürt solu kaldı. Türk solu emeklemeye çalışıyor ama Kürt solu neredeyse hiç yok. Devlet ve PKK sayesinde Kürt solu tamamen imha edildi. Diyarbakır Cezaevinde PKK değil Kürt solu yok edildi.

12 Eylül’den nema’lananlar ise, AKP, MHP ve PKK’dır. MHP hükümet ortağı olmuş ve meclistedir. AKP hükümettir, PKK ise biliyorsunuz. Sizce başka bir kanıta gerek var mı?

Heron
“Çok PKK'lı vuruluyor, Heronları düşürün” sözleri Türkiye gündemine oturdu. Ordu içinde PKK’lı subaylar varmış. Vardır bilemeyiz. Ama bu subayları Heronlara bağlamak kadar anlamsız bir şey olamaz. Telefon konuşmasında “Çok PKK'lı vuruluyor, Heronları düşürün” Heron’lar nasıl PKK’ya kayıp verdiriyormuş? Heron’ların tankı topu mu varmış? Açıklama yok. Ya peki PKK’lılar ağaç altına, kaya dibine vs. saklanmayı bilmiyorlarmış mı?

Ya peki Genel Kurmay Başkanlığı bu saçmalığı neden gündeme getirmiyor? Bu sorunun muhatabı Başbuğ olsa gerek. Belki o da trilyonluk zırhlı otomobile binecek.

BDP tavrımız net
Ben hem milliyetçi olup da solcu olduğunu pazarlayan, insanları, sadece Kürt’leri değil Türk solcularını bile kandırabilen BDP gibi bir parti görmedim. Bu konuda kendilerine hayranım. Hemen hepsi toprak ağası olacak hem de Kürt halkını özgürleştirecek!

Gelelim BDP’nin anayasa değişikliği konusundaki tavrına. Mecliste oylamalar başlıyor. BDP, değişiklikleri yetersiz bularak destek vermeyeceğini açıklıyor. Açıklama yapıyor, “anayasa değişikliği konusunda tavrımız net, oturumlara katılmayarak destek vermeyeceğiz” evet oyu vermemek karşı olmak demek. İyi de 5 tane milletvekilini yedek bekletiyor, AKP tökezlerse 5 BDP milletvekili meclise girerek evet oyu veriyor. Şimdi de referandumu boykot ediyor. Ben bu kadar net politikayı savunan bir başka parti görmedim!

Özal’a suikast
Son günlerde, derin devlet tartışmalarında Özal’a suikast da gündeme geldi. Geçmişte gizli NATO’nun çok suikastları var. Özal suikastını ise Özal yaptı. Kamuoyunda ve parti içinde güçünü yitiren Özal böylesi sahte bir suikast düzenleyerek konumunu sağlamlaştırdı. İnanmıyorsanız, İngiltere parlamentosunda anarşistlerin ilk bombalı saldırısını araştırınız. Özal oradan kopya çekmiş olmalı.

Kemal Kılınçdaroğlu

Bir garip adam! Tunceli kırsalında yetişmiş, 50 kilo 1.70 filan. Sen şimdi hem Kürt ol hem alevi ol hem de kalk ABD’nin, AB’nin desteklediği AKP’ye karşı alternatif ol, emperyalistlerin oyununu bozmaya kalk.

Kemal’in işi zor. O otelde kalacağını açıklayarak, bir başka otelde kalarak ne kadar can güvenliğini sağlıyor bilemeyiz, ama arkasında milyonlar var. AKP gibi taşıma yapmadığı halde, devlet olanaklarını kullanmadığı halde Erdoğan’dan fazla kalabalık topluyor. İnsanlar seçim olmadığı halde alanları dolduruyor. O da il il, ilçe ilçe, köy köy geziyor ve iktidarın en güçlü alternatifi oluyor. AKP baskısıyla medya Kemal’i görmezden geliyor. Ama halk onu ekranlarda değil alanlarda, karşısında görüyor.

Seçimle gelmiş iktidara saygı gösterilmesini isteyenler acaba seçimle gidecekler mi? 12 eylül referandumu bunun için bir gösterge olacak. Bakalım halkın iradesi 12 Eylül’de sandığa yansıyacak mı?

Saygılarımla…

1 Temmuz 2010 Perşembe

TÜRKİYE'DE NELER OLUYOR -III-

CHP
Ana muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın görüntüleri internete düşünce, ana muhalefet partisi üzerindeki santaj sona erdi. (darası yavru muhalefetin başına) ne hikmetse "birileri" artık CHP'nin özgürleşmesine ve AKP'ye karşı ciddi bir muhalefet partisi olmasına karar vermiş görünüyor.
Bunların sonucu CHP'ye genel başkan olan Kılıçdaroğlu, birden tüm Türkiye'nin umudu oluyor. İşverenlerin, işçilerin, işsizlerin, köylülerin, esnafın, "terör" altında kalan Türk ve Kürt emekçilerinin, emeklilerin, maliye ile tehdit altında olan medyanın vb. hepsinin umudu oluyor.
8 yıllık AKP hükümeti ilk kez gündemi belirleyemiyor. Rüzgar Kılıçdaroğlu'ndan yana esiyor. Başbakan Erdoğan; "kader" diyor, "din" diyor", "dine inanmayanlarla ben neyi tartışırım" falan diyor ama kimse bunlara aldırış etmiyor. Gündem de Kılıçdaroğlu var ve rüzgar estikçe esiyor.
"Mavi Marmara Gemisi" İktidara can simidi gibi geliyor. Arkasından uranyum takası, BM Güvenlik Konseyinde İran'a yaptırım kararına hayır oyu, PKK saldırıları, birden gündemi değiştiriyor. Bir de Başbakan Erdoğan medyaya vergi cezalarını anımsatınca medyada Kılıçdaroğlu haberleri iç sayfalarda ancak yer buluyor.
Fakat Kılıçdaroğlu il il, ilçe ilçe gezerek, halkın yoğun ilgisini görüyor. CHP'den ayrılanlar, ayrı parti kurmak isteyenler hatta AKP, MHP, DP tabanı bile CHP'ye kayıyor. Gündemi değiştirmek bu kaymaları engelleyemiyor.

PKK'YI APO YÖNETİYOR
Koskoca profesörler, bilim adamları, gazeteciler, askeri uzmanlar, PKK'yı, avukatları aracılığıyla APO'nun yönettiğini ileri sürüyor.
Biraz kurgulayalım; avukatlar APO ile görüşüyor:
Sayın başkan, şu anda Kandil'de 2000 bin adamımız hazır bekliyor. Türkiye içinde Şeftali tepesinde her an harekete geçecek 120 adamımız var, kayısı tepesinde ise 140 adamımız, erik dağlarında ise 1500 kişi harekete hazır. Ne yapmamızı istersiniz.
Yarın sabaha karşı Tunceli merkezde polis karakoluna roketli saldırıda bulunun, 3 gün sonra da Yüksek Ova'da askeri servis aracına tarayın. Vs. Avukatlar gemiden iner inmez açıyorlar telefonu Kandil'e emirleri iletiyorlar.
Bunlara kim inanıyor?
Yargıtay'ı, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini, gazetecileri dinleyen, ana muhalefetin yatak odasını gözleyen devlet bu görüşmeleri dinleyemiyor mu? Çok komik doğrusu… bir de diyorlar ki ABD bize istihbarat vermiyor!

HERON
Başka bir kafa karışıklığı da HERON'lar. Neymiş HERON'larla her şey denetlenecekmiş, İsrail bize HERON'ları vermediği için PKK hareketlerini kontrol altında tutamıyormuşuz. HERON'lar bu kadar marifetli ise İsrail, Hamas'ı kontrol etsin, ABD, Afganistan'daki, Irak'taki saldırıları önlesin. Eğer biri ve birilerin bulunduğu yeri koordinatları ile bildirilemiyorsa HERON'lar ancak, dağları, ağaçları ve çalıları denetler.

IRAK İÇLERİNDE, DAĞLIK OLMAYAN BÖLGEDE GÜVENLİK KUŞAĞI OLUŞTURULSUN
Bir başka tartışma konusu da bu.
Peki bu kuşak neden Türkiye içlerinde oluşturulamıyor? Dağlarda silahlı PKK'lılar dolaşırmış. Dolaşsın. Ne deniyordu bize deprem ile birlikte yaşamak! Biz de dağdaki PKK'lılarla birlikte yaşarız. Hiç olmazsa insanlar ölmez.

PROFESYONEL ORDU
Medyada son günlerde bu tartışılıyor.
Siz hiç merak etmeyin Türkiye'de ordu sistemi değiştirilemez. Belki uzman çavuşlar gibi yapılanmalara gidilebilinir ama kesinlikle profesyonel orduya geçilemez. Geçilemez çünkü ordu darbe yaparsa arkasında halk desteğini bulamaz. Kimileri de sanıyor ki darbe askerler için yapılıyor. Hayır darbe tekelci burjuvazinin içine düştüğü ekonomik krizi emekçilerin üstüne yıkmak için tekelci burjuvazi tarafından yapılır. Bunun için darbe ortamı filan oluşturulur. Bu oluşturma görevi ise tekelci burjuvazinin ve onların ağa babası emperyalizmindir. Örneğin Kenan Evren böyle "ince işleri" bilmez. Zaten faşizmin tanımı da; "tekelci burjuvazinin en kanlı en acımasız diktatörlüğüdür." Bu yüzden profesyonel orduyu ne beyaz Türkler ne de yeni palazlanan yeşil Türkler ister. Darbe kültürü de sadece bize ait değildir. Bakınız önümüzdeki günlerde, ekonomik krizi aşamazlarsa, Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de ya devrim olacaktır ya da darbe.

ANA DİLDE EĞİTİM
"Kürt Sorunu" deniliyor, başında da ana dilde eğitim. Bu istem bana çok gerçekçi gelmiyor. Herkes çocukların İngilizce eğitim veren ilköğretimlere, liselere, üniversitelere göndermek isterken bunun için çuval dolusu para dökerken neden Kürtler ana dilde eğitim istesin ki? Hele hele, kürt asistan, doçent, profesör vs. yokken. Ben kesinlikle Kürtlerin ana dilde eğitim istediklerini düşünmüyorum. Ama Kürtçe'yi, grameri ile tüm kuralları ile öğrenmesi, Kürtçe düşünmesi, Kürtçe roman, şiir yazması vs. isteniyorsa sonuna kadar destekliyor ve mantıklı buluyorum.

FAKİR ÇOCUKLARI ÖLÜYOR
Evet dünyada gelmiş geçmiş tüm savaşlarda hep fakir çocukları ölmüştür. Bu küresel dünyada da aynıdır, antik çağda da. Siz Afganistan dağlarında, Irak çöllerinde ABD'nin, İngilizlerin vb. zengin çocuklarının öldüğünü sanırım düşünmüyorsunuz. Aynı şekilde Güneydoğuda da ne zengin bir Türk çocuğu ne de bir generalin oğlu ölmüyor. Ama yine ne zengin bir Kürt ağasının ne de BDP milletvekillerinin çocukları da ölmüyor. Çünkü dağa çıkanlar yoksul aile çocukları.
Saygılarımla…

2 Haziran 2010 Çarşamba

Konuşulmayanlar

"Başka ülkelerde devletin ordusu var, Türkiye'de devletin ordusu yok, ordunun devleti var", "Ordu, kendisini devletin sahibi sanıyor".

Bunları yandaş medya, liberaller vs. söylüyor. Gerçekten de devletlerin sahibi kim?

Örneğin 5 yıllığına, 10 yıllığına hükümet olmuş siyasi partilerin, onların genel başkanlarının mı devlet? Eğer öyle olsaydı o devletlerin ömrü pek de uzun olmazdı.

Devlet, ordu, polis, cezaevleri, yargı demektir. Peki hükümetler ne yapar? Var olan anayasa çerçevesinde ülkeyi yönetir. Bu devleti değiştirmeye kalkarsa elbette orduyu karşısında bulur.

Biz de yanlış olan ordunun kendisini devletin sahibi sanması değil, 5-10 yıllığına hükümet olan siyasi partilerin, onların liderlerinin kendilerini devletin sahibi sanmasıdır.

Devletin demek, tekrarlıyorum, ordu, polis, yargı ve cezaevleridir.Peki bu devlet değiştirilemez mi? Elbette değiştirilir, devrim veya karşı devrim yapılır. Yeni devletin de sahibi yine yeni oluşturulan, ordu, polis, cezaevleri ve yargıdır. İran gibi Küba gibi.

*****

27 Mayıs'ın yıl dönümü nedeniyle tüm medya Adnan Menderes ve Celal Bayar'ı savunan yayınlar yapıyor. Medya Menderes ve Bayar'ı demokrasi havarisi, onlara müdahale eden orduyu, 27 Mayıs müdahalesini de demokrasiye vurulmuş bir hançer olarak değerlendiriyor. Ana muhalefet liderinin meclise girmesinin, miting yapmasının yasaklanması, bir çok anti-demokratik yasaları çıkarması, Anayasa mahkemesinin üstünde, DP milletvekillerinden oluşan özel komisyonlar kurması vb. tartışılıyor.

Ama, fakat bu değerlendirmeler içinde neden şunlar yok?

1- Türkiye'nin demiryolu yapmasının yasaklanması

2- Türkiye'nin otomobil yapmasının yasaklanması

3- Türkiye'nin roket yapmasının yasaklanması

4- Türkiye'nin helikopter yapmasının yasaklanması

5- Türkiye'nin uçak yapmasının yasaklanmasını DP hükümetinin kabul etmesi neden tartışılmıyor?

Ya peki vatan evlatlarının ABD çıkarları adına Kore'de kırıma uğratılması neden tartışılmıyor?

Osmanlı imparatorluğunun devamı olan Türkiye Cumhuriyetini ABD müstemlekesi yapan DP elbette bunun karşılığını alacaktı. Bakın bu tarihten sonra hiçbir TC hükümeti ABD veya başka ülkelerin çıkarları için başka ülkelere savaşçı birlik göndermedi.27 Mayıs'çılar DP'yi yargılarken bunları gündeme getiremezlerdi, çünkü ABD'yi karşısına alma cesaretleri yoktu. Ama DP'nin gerçek suçları bunlardı.

Peki idama cezası haklı mıydı? Elbette idam, bir ceza olarak kabul edilemez. Yanlış olan 27 Mayıs değil cezalardı.

*****

Neden CHP'de herkes Bürütüs oldu? CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bu kaset yüzünden 8 yıldır santaj altında kalıyorsa ve bunu öğrenen CHP yöneticileri, İl Başkanları Kemal Kılıçdaroğlu'nu desteklemeye karar vermiş olamaz mı?

Baykal, kasetin 2 hafta öncesine ait olduğunu söyledi. Ama kasetler, kaset göstericileri piyasadan kalkalı yıllar oldu.

*****

CHP'de Genel Başkan ile birlikte değişim olmalıymış. CHP artık Ergenokon'un avukatı olmaktan vaz geçmeliymiş, açılımlara destek vermeliymiş, anayasa değişikliğine evet demeliymiş vs. o zaman kapatsınlar CHP'yi AKP üye olsunlar!

*****

Neden bir takım yazarlar, 40 bin dolarlık saat kullananı eleştirmiyor da, 400-500 liralık gömlek giyeni eleştiriyor?

*****

Başta Taraf Gazetesi olmak üzere tüm yandaş medya Baykalcı oldu. Kılıçdaroğlu'nun estirdiği rüzgardan korkup, savrulan yandaş medyanın Baykal'ı savunmasının mantığını anlamak mümkün de, Baykal'ın görüntülerinin ilk kez Vakit gazetesinin internet sitesinde yayınlanmasını nasıl açıklamak gerekir. Vakit Gazetesinin çömezliği ile herhalde.

*****

Adam çıkmış bir kanala, "devlet artık iş kapısı değil" diyor. İyi de bunu hangi kanalda söylüyor? Cine5'te. Cine5 ise devletin elinde bunları söyleyen ayda kaç para alıyor 50 milyar… Yani diyor ki, ben 50 milyar almam için sizin avucunuzu yalamanız gerekir…

*****

Başörtülüler üniversiteye alınsın mı?

Papa'nın, Roma La Sapienza Üniversitesi akademik yıl açılışına konuşmacı olarak davet edilmesi laikleri ayağa kaldırdı. Öğretim üyeleri ve öğrenciler"Galilei'yi aforoz eden düşüncenin başının bilimsel bir kurumda konuşma yapması laikliğe ve ilime ihanettir" diye yaptığı eylemler sonucu Papa ziyareti iptal etti.

*****

ABD artık AKP'den umudunu kesmiş. İran / İsrail politikaları yüzünden AKP ile araları açılmış. Kılıçdaroğlu ile AKP'yi bitirecekmiş. Peki neden Türkiye'ye sıcak para akışı devam ediyor?

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Tayyip Erdoğan ve AKP’yi bitirme planı devrede

Baykal’ın istifası şu anlama geliyor, Türkiye üzerindeki ABD tehdidi sona erdi.

Osmanlı devleti, yaklaşık 400 yıl boyunca hemen hemen hiç askeri gücü olmamasına karşın, dış dengelerle, diplomasiyle milyonlarca kilometrelik toprakları elinde tutmasını bildi.

Hitler’e benzetilen İsmet İnönü, 2. dünya paylaşım savaşına katılmamak için, zaman zaman Almancı/faşist, zaman zaman Komünist, zaman zaman İngilizci vs. oldu. Ama ne yaparsa yapsın Türkiye’yi savaşa sokmaktan kurtardı. Tüm Avrupa kan gölü içinde iken biz sadece yiyecek/içecek sıkıntısı çektik.

Türkiye Cumhuriyeti köklü bir devlet geleneğinden geliyor. Devletin savunma refleksleri oldukça güçlü.

Sosyalist sistemin dağılmasından sonra; Yugoslavya param parça edildi. Çekoslavakya ikiye bölündü. SSCB param parça oldu. Afganistan işgal edildi. Irak işgal edildi ve 3’e bölünüyor. Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan AB tarafından yutulmuş durumda.

Irak’a saldıran ABD’nin elindeki haritada, içinde Türkiye’nin de bulunduğu 23 ülkenin sınırları değiştiriyor. Türkiye, PKK ile yaşadığı savaş dışında ülke bütünlüğünü koruyor, açlık, kıtlık, milyonlarca ölü/göçmen vs. yok. Olmadığı gibi AB’nin içine düştüğü krize “kıs kıs” gülüyor.

Kim ne derse desin, ABD’nin gözü dönmüş saldırılarını, Türkiye’nin bölünmesini engelleyecek, Türkiye’yi savaştan uzak tutacak tek güç AKP hükümetiydi. Devletin refleksleri devreye girdi ve AKP hükümet oldu. AKP, ABD ne isterse, “evet” dedi. Fakat ABD taleplerinin hemen hemen hiçbirisini yerine getiremedi. (özelleştirmeler hariç)

AKP nasıl geldi nasıl gidecek?

AKP’nin hükümet olduğu günlere gidersek;

1- Cemaat soruşturmasını yürüten DGM Baş Savcısı Nuh Mete Yüksel’in seks görüntüleri ortaya çıkar. Yüksel görevden alınır.
2- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DSP hükümetini bozarak, “28 martta erken seçim” der. MHP baraj altında kalır, AKP %33 ile tek başına hükümet olur. Daha sonra, “Gül Cumhurbaşkanı olursa onu oradan indiririz” diyen Bahçeli gurubunu meclise sokarak 367’yi sağlayıp Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlar.
3- CHP Genel Başkanı, siyasi yasaklı olan Tayip Erdoğan’ın yasağının kalkması için anayasa değişikliğine destek verir. Erdoğan önce milletvekili, AKP Genel Başkanı sonra başbakan olur.
4- Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Erdoğan ile görüşmesinden sonra “AKP”li olur, daha sonra zırhlı araba tahsis edilir.

Yukarıdaki, Bahçeli’nin, Baykal’ın, Büyükanıt’ın tutarsız tavırlarına hepimiz şaşırmıştık. Baykal’ın seks görüntüleri ortaya çıktıktan sonra gerçekler anlaşılıyor. Sanki hepsi, şu veya bu şekilde şantaj altında.

Kısacası daha AKP’nin kurulmasından bile önce birileri, AKP’nin önünü açmak için önemli kişileri izlemiş ve şantaj dosyaları hazırlamış görünüyor. Herkesin bildiği gibi bu şantaj dosyaları gizli dinlemelerle sürüyor.

Erdoğan’ı başbakan yapan görüntüler şimdi Erdoğan’ı bitirmek için kullanılıyor.

Gazeteciler, politikacılar, neler olduğunu, komployu kimin kurduğunu, istifanın kimin işine yarayacağını tartışıyor. Aslında sokakta kime sorarsanız sorun, “Baykal Genel Başkan olduğu sürece AKP muhalefete düşmez” diyor. Ne hikmetse herkesin bildiğini bir çok yazar/çizer/politikacı bu gerçeği ya bilmiyor, ya da bilmezden geliyor. Baykal’ın istifası ile birlikte CHP’nin oyları %10 artıyor.

Baykal kurultayda tekrar genel başkanlığa aday olur mu?

Aslında görüntüyü izleyenler hak verecekler, görüntüdeki kişi Baykal’a çok benzese de Baytok’un yüzü hiç görülmüyor. Fakat Baykal yalanlayamıyor. Yalanlayamıyor çünkü görüntüleri daha önceden izlemiş ve devamında çok daha kötü görüntülerin çıkacağını biliyor. Bu anlamda Baykal’ın aday olması olanaksız.

Görüntüleri kim sızdırdı?

Kimileri görüntüleri, AKP’nin İsrail ve İran politikalarına karşı ABD’nin sızdırdığını söylüyor. Bunun gerçek olması mümkün değil. Değil çünkü AKP İsrail ve İran’a ABD’nin istemleri doğrultusunda yaklaşıyor.

Kimileri, görüntüleri AKP hükümetinin sızdırdığını söylüyor. Bu da gerçek değil.

Şimdiye kadar yandaş medya hiç patinaj yapmadı. Çünkü ABD’lilerin de içinde olduğu tek masadan çıkan yazılar, tüm medyada, tüm AKP politikacılarda neredeyse aynı biçimde yer aldı, alıyor. Oysa bu kez; yandaş medya şaşırdı. Vakit Gazetesi Baykal’ı karalama anlamında, AKP’ye hizmet anlamında görüntüleri hemen servise koydu. Fakat hiçbir yandaş medya yazarı Baykal’ı istifaya davet etmedi. Baykallı CHP şimdiye kadar hep AKP’nin koltuk değneği oldu. AKP, Deniz Baykal’dan daha iyi bir muhalefet bulamaz. Bu durum da AKP’nin görüntülerin sızdırılmasında rolü olmadığını gösteriyor.

Türkiye’de çoluk çocuk herkes biliyor ki Baykal CHP’ye Genel Başkanı olduğu sürece CHP 1. parti olamaz. Şimdi CHP’nin önü açılmış görünüyor. Baykal’ın yaşlı kuşak kadrosu ise kendi tasfiyelerini engellemek için Baykal’ın geri dönmesini sağlamaya çalışıyorlar. Şimdilik görünen şu ki, Kemal Kılıçdaroğlu ilk seçimde başbakan.

Tayyip Erdoğan ve AKP’yi bitirme planını kim devreye soktu?

Milyonlarca kilometrelik toprakları, askeri gücü olmadan elinde tutan Osmanlı devleti, 2. dünya savaşında tüm Avrupa ateş ve kan gölü içinde iken ülkeyi savaş dışı tutan Türkiye Cumhuriyeti devleti, tüm çevremizdeki ülkeler bölünmüş ve kan gölüne düşmüş iken bizi tüm bunlardan uzak tutmasını bilen TC devleti bu planı devreye sokmuştur.

Önümüzdeki günlerde yandaş medyanın çok daha patinaj yapacağı da açıktır.

Saygılarımla…

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Burjuvazi, gözlerine biber gazı sıkılmış işçileri sever

Kimileri diyor ki; “AKP Hükümeti sonuna yaklaştı, ilk seçimde muhalefete düşecek.”
Ben bu söylenenlere katılmıyordum. Fakat 1 Mayıs 2010 sonrası AKP’nin gidici olduğuna kesin inandım.

2002, 2003, 2004, 2005,2006,2007,2008 1 Mayısları, işçileri biber gazı, cop, panzer, dayak. 1 Mayıs 2009 Taksim Alanı sınırlı da olsa işçilere açıldı. Önceki yıllarda kendini güçlü hisseden AKP hükümetinin de zaafiyeti başlamış oldu.

1 Mayıs 2010 ise bırakın biber gazı, panzeri neredeyse polis, işçilere karanfil verecekti. Hükümetin artık göstericilere bir fiske bile vuracak gücü kalmamıştı. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu kadar zayıf bir hükümet iktidara gelmemişti.

Burjuvazi, Taksim alanında zafer şarkıları söyleyen işçileri değil, gözlerine biber gazı sıkılmış işçileri sever.

Aslında 8 yıllık AKP hükümeti döneminde Türkiye çok yollar aldı, çok gelişti, değişti.

Örneğin;
1980 öncesi Ergenekon çok fakirdi. Kıbrıs “Barış” harekatı sonrası, Ecevit bir gün yolda yürürken, üstü başa perişan, ağlayan bir çocuk görür.

“Oğlum neden ağlıyorsun?” diye sorar.

Çocuk,
“Benim babam Ergenekon’da çalışıyor. Ecevit Kıbrıs’a asker gönderdi diye ABD Ergenekon ödeneğini kesti. Babam maaş alamıyor” der.

Ecevit’in gözleri dolar. Hemen Başbakanlığa giderek örtülü ödenekten Ergenekon’a para gönderir.

Ecevit’in bu özverisi sayesinde, Ergenekon personelinin çocuklarının karnı doyar. Fakat, Ergenekon darbe ortamı yaratmak olan görevlerini yerine getirmekte büyük zorluklar çekmektedir.

Ergenekon’un sadece bir tabancası vardır. Bu yüzden tabanca, sabahları, öğlene kadar ülkücülere, öğlen Maoculara, akşam ise Lenincilere verilir. Tabi darbe ortamını tek tabanca ile sağlamak kolay olmaz.

AKP hükümeti döneminde Türkiye çok yollar aldı, çok gelişti, değişti.

Şimdi öyle mi?

Ergenekon örgütü, silaha gark dedi. Fazla silahları koyacak yer bulamadığı için aynı köpekler gibi toprak altına gömmeye başladı. Nereyi kazsan silah çıkacak duruma geldi.

AKP hükümeti döneminde Türkiye çok yollar aldı, çok gelişti, değişti.

Sahi şimdi Ergenekon ödeneğini kim veriyor?

Ne yaptı AKP hükümeti?

“Laiklik elden gidiyor” diyerek eylem yapan Kemalistleri, Ergenekoncu diyerek içeri attı. Attı atmasına da bu burjuvazi için pek bir anlam ifade etmiyor. Çünkü Kemalistlerin burjuva iktidarı ile bir sorunları yok.

Ya peki 1 Mayıs 2010?
Hangi burjuvazi, işçilerin bayram yapmasını, güç gösterisini yapmasını, burjuva iktidarına meydan okumasını ister ki? Yeşil sermaye bile istemez.

AKP hükümeti gidici, gidici. İşçisine biber gazı bile sıkamayan hükümetleri ne yapsın burjuvazi?

Bakınız önümüzdeki yıllarda, CHP-MHP koalisyon hükümeti işçilere ne dayak, ne biber gazı….. görürsünüz.

Saygılarımla…

6 Nisan 2010 Salı

“Askeri vesayet”

Neymiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin vasisi Türk Silahlı kuvvetleriymiş. Bunu kimler söylüyor, sağcısı, dönek solcusu, “aydını”, liboşu vb. Bunları söyleyenler başka zaman olsa insan içine bile çıkamazlardı, fakat şimdi, bazıları ayda 20-50 milyarları götürüyor.

Aziz Nesin, “bizim halkımızın %60’ı aptal” demişti. Bizler ise kızmıştık. Nesin az bile söylemiş.

Türkiye Cumhuriyeti, TBMM’ye bağlı olarak askerler tarafından bağımsızlığını kazanmış ve kurulmuştu. Atatürk ve İnönü gibi savaş kökenliler ülkenin ilk yöneticileri olmuş ve arkalarında ordu desteği olmuştu. Fakat daha sonra, ABD ile yapılan anlaşmalar, Marshall yardımı Türkiye’yi bir sömürge ülkesi haline getirdi. Marshall yardımı karşılığında; Türkiye’de demiryolu yapımı, uçak yapımı, helikopter yapımı, roket yapımı, otomobil yapımı vb. yasaklandı. üstüne üstlük bir de Kore’de ABD çıkarları için Mehmetçiliklerimiz şehit edildi.

27 Mayıs işte bunun üzerine gerçekleşti ve ordu vasisini korudu. Ama NATO ve CENTO’dan çıkmaya cesaret edemeyince Türkiye, Demirel ile birlikte tekrar ABD kontrolü altına girdi. Ecevit hükümetleri bir ölçüde dışında kalmak üzere ABD hükümetleri, günümüzü kadar sürdü, sürüyor.

12 mart ve 12 eylül tamamen bir ABD yapımıdır. Eski İçişleri Bakana İhsan Sabri Çağlayanğil 12 martın bir ABD yapımı olduğunu itiraf etmiştir. 12 eylül’ü ise ABD’nin oğlanları yapmıştır. Peki Türkiye’nin vasisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri ne yapmıştır? ABD yanlısı darbe. 12 mart ile birlikte Vesayet bitmiştir yani.

Peki bu Türkiye gerçeğini açıklıyor mu? Elbette açıklamıyor. Sınıfsal temeli olmayan hiçbir tespit doğru değildir.

12 mart darbesi de 12 eylül darbesi de bunalıma giren ekonominin faturasını emekçilere kesmek, ABD ve yerli işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarını korumak için ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. Burada söz konusu olan bir takım subayların iktidar hırsı değildir. Gerçek sadece o olsaydı bu darbeler gerçekleşemezdi.

Türkiye’de, krize rağmen, Tekel direnişi dışında ciddi bir işçi hareketi yok, 12 eylüllün silindir gibi ezdiği sol hareketler güçlü değil, sendikalar büyük ölçüde işlevini yitirmiş durumda, öğrenciler desen, özel güvenlikçilerden dayak yiyor.

Bu durumda Türkiye’de neden kurumlar birbirini yiyor?

Milli Selamet Partisi, Fazilet Partisi, AKP vb. kimin temsilcisi? Birbirinin devamı olan bu partiler, gerici Anadolu burjuvazinin partisi, onların çıkarlarını savunuyor. Bunları yapmak için var olan egemen olan burjuvazi ile çatışma halinde. Bu yüzden TÜSİAD kendine başkan bile seçmekte zorlanıyor, maliye müfettişleri korkularından gıkları bile çıkmıyor. (İran’da da kapitalizmle çıkarları çelişen feodal yapılar mollayı iktidara getirmişlerdi. Şimdi bu feodal yapılar lüks içinde yaşamlarını sürdürüyor.)

Ordu egemen sınıfın baskı aracıdır. Devlet demek ordu, polis, yargı, hapishane, öğretim kurumları, din demektir. Bunların görevi egemen sınıfın çıkarlarını korumaktır. Anadolu’nun gerici burjuvazisi ile var olan burjuvazi arası çelişkiler bu kurumlarla çatışmayı kaçınılmaz kılıyor. İran’da egemenlik bir karşı devrim ile gerçekleşti. Türkiye’de AKP ise “evrim” ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyor, çünkü arkasında güçlü bir halk desteği yok.

Öte yandan ABD, eski biçimiyle egemenliğini sürdüremiyor, yeniden yapılanma gereğini duyuyor. Özellikle Müslüman ülkelerde kaybettiği egemenliğini ve imajını yeniden kazanmak istiyor. Bu amaçla Türkiye’ye yeni görevler vermek istiyor. Türkiye’yi İsrail gibi kendi tetikçisi yapmak istiyor. Üst yapısı ABD kontrolünde olan TSK’nın alt yapısı ile bu istemleri karşılamak mümkün değil. Bir çok muhalif ses çıkıyor, “Avrasya” filan diyorlar. Ergenekon işte burada devreye giriyor.

Tam burada AKP kendi burjuvazisinin iktidarı karşılığında ABD’ye sınırsız hizmet sunuyor.

Türkiye’de yaşanan gerilimin gerçek nedeni bu.

Bunların dışında, ağzına “ABD”, “burjuvazi” kelimeleri almadan konuşan herkes ya Aziz Nesin’in dediği gibi aptal ya da işbirlikçidir.

Peki Avrupa’da vesayet var mı? Avrupa ülkelerinin yarısı zaten krallıkla yani monarşi ile yönetiliyor, krallık vesayeti yani. Almanya ise Alman militarizmle yönetiliyor. Amerika dersen tröstler vesayeti ile yönetiliyor. Başkan, parlamento vs. kandırmaca. Ama bu başka bir yazı konusu.

Son olarak: 12 eylül darbesinin ardından insanlarımız sanıyor ki subayların her dediği oldu. Evet yerellerde onlar birer kral gibi oldu ama bir çok subayın, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay’ın yakınları hatta kendi çocukları, sol örgütlere bulaştığı için gözaltına alındı, işkence gördü. Hiçbirisi bu yakınlarını polisin elinden alamadı. İzmir Emniyeti 1. şube/siyasi şubenin kapısında, “rütbesi ne olursa olsun hiçbir subay içeri giremez” yazısı asılıydı. Polisler bu yetkiyi nereden almıştı dersiniz? Elbette ABD’den. Ayrıca en kötü insan hakları ihlalleri askeri ceza evlerinde değil, emniyetlerde yaşandı.

Türkiye, Demirel hükümetleri ile birlikte askeri vesayet ile değil, ABD, IMF vesayetleri ile yönetildi, yönetiliyor.

Saygılarımla…

3 Şubat 2010 Çarşamba

“HAVA DÖNDÜ, İŞÇİDEN İŞÇİYE ESİYOR YEL”

Bir insan nedir ki?

Denizde bir kum tanesi, havada bir yağmur damlası.

Bir insan nedir ki?

Tekel işçileri direnişte, Tekel işçileri haklarının gasp edilmesine karşı kışın soğuğunda, Ankara sokaklarında.

Tekel işçileri açlık grevinde.

Burjuvazi Tekel işçilerine ve tüm işçilere kölelik yasasını dayatıyor. Sendika yok, gelecek güvencesi yok, 10 ay asgari ücret iki ay ücretsiz izin diyor. Diyor da 2 ayı da ücretsiz çalışmayı dayatıyor, her yeni yılda yeniden işe başlama garantisi yok. Bakın diyor, “milyonlarca insan asgari ücretle çalışmaya hazır”.

Bir insan nedir ki?

Havada uçan bir sinek, yerde bir karınca.

Bir insan nedir ki?

Ama Tekel işçileri direniyor, Ankara sokaklarını işgal ediyor. Burjuvazi, önemsemiyor önceleri, bakıyor iş büyüyor, “iki tokat atarım, kaçarlar” diyor, gaz atıyor, su atıyor, dayak atıyor, kaçmıyor Tekel işçileri kışın soğuğunda havuzlarda kararlılığını gösteriyor.

Burjuvazi, şaşkın, “bırakalım kendi haline çekip giderler, bıkarlar” diyor. Bıkmıyor Tekel işçileri direnişlerine devam ediyor.

Tersine iş büyüyor, tüm Türkiye’nin demokrasi güçleri, Ankara halkıyla ile birlikte Tekel işçileriyle buluşuyor. Tüm sol, Marksist partiler, Tekel işçileri için bir okul oluyor Ankara sokakları.

Burjuvazi bağırıyor, “onlar kim oluyormuş da AKP hükümetini devireceklermiş” diyerek korkusunu dışa vuruyor. Burjuvazi Ankara sokaklarına çıkamaz oluyor.


Oysa ne güzel de Genel Kurmay ile al gülüm ver gülüm oynamak halkı kandırıp mağduru oynamak. ABD, Genel Kurmay Başkanına madalya veriyor, AKP’de zırhlı araba. İşi bir güzel götürürlerken, “bu Tekel işçileri de nereden çıktı” diyerek bozulan dengelere şaşkın şaşkın bakıyor, çözemiyorlar, global, küresel sermayenin, özelleştirmenin neden olduğu yıkımları, bıçağın kemiğe dayandığını.

Tekel işçileri bugün sadece kendi özlük hakları için değil, Türkiye’deki tüm emekçilerin çıkarlarını savunuyor. Tekel direnişi burjuvaziye karşı, gericiliğe karşı burjuvazinin kölelik düzenine karşı, demokrasi için aydınlık bir Türkiye için umut ışığı oluyor. Türkiye’nin demokrasi güçlerinin tüm halkımızın umudu oluyor.

AKP hükümeti, süre isteyerek, yalancı bir umut oluşturmak istiyor. “bu soğuktan bıkarlar, bu umutla memleketlerine giderler” diyor. Tekel işçileri yalancı umutlara kanmıyor. Kıdem tazminatları yatırılıyor hesaplarına, direnişi kırmak için.

Tekel işçileri eyleme başladığında nasıl bir slogan atacağını bile bilmiyor, “Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı?” gibi sloganlar atan işçiler, şimdi, “tarlalar, fabrikalar, işleyenin olacak” sloganları atıyor. Bu direnişte Tekel işçileri, havada uçan bir böcek, yerde bir karınca, denizde bir kum tanesi, havada bir yağmur damlası olmadığının farkına varıyor. Tekel işçileri zaten kazanmış olduğu kıdem tazminatları tuzağına düşmüyor.

Tekel işçileri sarı sendikacılığı da sarsıyor, burjuva sendikaları bile tabandan gelen baskı üzerine genel grev ilan ediyor.

Bir insan nedir ki?

Muhteşem, kiliselerin, camilerin yanında,

Bir insan nedir ki?

Avrupa başkentlerini süsleyen Muhteşem devlet binalarının, sarayların yanında?

Ama burjuvazi korkuyor, korkuyor işte. 11 bin Tekel işçisinden korkuyor. Korkuyor koskoca dünya burjuvazisi.

Korkuyor.

Korktuğu için AB parlamentosundan milletvekilleri geliyor Tekel direnişine.

Başta Avrupa olmak üzere ne güzel de, reel sosyalizmi yıktıktan sonra azgınca sömürülerini kabul ettirmişlerdi, ama olmuyor işte bir yerde bir karşı ses çıkıyor, çıkıyor yayılıyor tüm dünyaya.

“Babası gariban bir demirci olduğu için Cumhurbaşkanı yapmıyorlar”, “iktidarda hep Beyaz Türkler vardı”, “iktidarı sivillere vermiyorlar” diyerek yapılan kandırmacalar nasıl da son buluyor. AKP iktidarı, halkı, sivilleri değil de nasıl da burjuvazinin haklarını savunduğu ortaya çıkıyor.

Tekel işçileri gümbür gümbür geliyor, burjuvazi AKP yerine başka iktidar seçeneklerini bile hazırlamaya başlıyor.

Dayan Tekel işçileri dayan, dayandıkça düşünemeyeceğiniz kadar destek arkanızda olacak. Tüm Türkiye sizin arkanızda, tüm dünya emekçi örgütleri sizi destekliyor.

Tekel işçileri, havada uçan bir böcek, yerde bir karınca, denizde bir kum tanesi, havada bir yağmur damlası değiller. İnsanlık hiç de öyle olmadı. Ama birleşemeyen, hakkını aramayan insanlar yıllardır bin yıllardır ezildiler, sömürüldüler.

Dayan Tekel işçileri dayan, burjuvazinin oyunlarını bozmak için çok az kaldı.

Bir insan nedir ki?

Denizde bir kum tanesi, havada bir yağmur damlası.

Bir insan nedir ki?!!!!


Saygılarımla…

İsmet Baytak

20 Ocak 2010 Çarşamba

Mehmet Ali Ağca

Abdi İpekçi niçin öldürüldü? Papa’ya niçin suikast yapıldı?

Abdi İpekçi’nin katili, Papa suikastçısı M. Ali Ağca tahliye oldu. Cezaevinden çıkan Ağca’nın ekonomik sorunu olmadığı anlaşılıyor. Bir çok Avrupa basın organı röportaj için milyon dolarlar öneriyor. Peki Ağca basına milyon dolarlık ne açıklamalar yapabilir? Aslında hiçbir şey. Ağca hiçbir şey bilmemesine karşılık bir şeyler biliyormuş, söyleyecekmiş gibi davranıyor. Eğer Ağca’nın söyleyebilecek bir şeyleri olsa şimdi yaşamıyor olacağı çok açık.

Söyleyecek hiçbir şeyi olmasa da Agca’nın önemi çok büyük.

M. Ali Ağca iki büyük kırılmanın kahramanlarından biri.

Ağca akranları iyi bilir, dünyada zayıf halkalar vardı. Türkiye emperyalizmin zayıf halkası, Polonya’da sosyalizmin zayıf halkasıydı.

Türkiye emperyalizm zayıf halkasıydı. Çünkü işçi sınıfı hareketleri çok güçlüydü, genel grevler, dev 1 Mayıslar burjuvaziyi korkutuyordu. Kapitalizmden kopup sosyalist sisteme geçmesin diye Avrupa ülkeleri kendi aralarında para toplayıp Ecevit hükümetine göndermişti. ABD ise Türkiye’de solun kökünü kazıyacak bir darbe peşindeydi.

O yıllarda da ABD’ci köşe yazarları vardı. Bunların büyük çoğunluğu Tercüman Gazetesinde Konuşlanmıştı. O yazarlar neredeyse tamamı bugünün medyasının köşe başlarını tutmaya devam ediyor. Şimdi hepsi de demokrasi havarisi.

ABD’ci köşe yazarlarının içinde Abdi İpekçi’nin ayrı bir rolü var. 1980 öncesi bazı solcular Abdi İpekçi’yi ABD’nin sesi olarak değerlendirir, Milliyet’teki başyazıda ABD’nin görüşlerini öğrenirlerdi. Evet Abdi İpekçi ABD yanlısı bir köşe yazarı, gazeteciydi. Fakat İpekçi ordu darbesine karşı çıkıyor ve şöyle bir formül öneriyordu;

MC Hükümeti + Ordu = İktidar.

İpekçi darbe yapılmadan, ordunun sıkıyönetimlerle MC hükümetini desteklemesi gerektiğini savunuyordu. Fakat Türkiye’de darbe yapmaya kesin kararlı ABD tarafından bu seçenek ortadan kaldırmak anlamında İpekçi, MHP kadrolarından yetişmiş, gözü kara, psikopat Ağca ve arkadaşları tarafından öldürülmüştü. Bu cinayetten sonra ABD yanlısı yazarlar darbe dışında başka bir seçeneği telaffuz etmez olmuşlardı.

İşte bu tarih 12 Eylül’ün gerçekleşmesinde kırılma noktası olmuştur.

12 Eylül’den sonra sol buldozerlerle ezilmiş, emperyalizm için zayıf halka olmaktan “kurtarılmıştı”.

Emperyalizmin/ABD’nin sosyalist sistemi parçalamak için değişik girişimleri olmuş, Çekoslavakya, Macaristan gibi, ama başaramamıştı. ABD/NATO’un gözü Polonya’da idi. Çünkü Polonya’da dini inanışlar çok güçlüydü.

Bu amaçla Papa Polonya’dan seçildi, Jean Paul. Polonya halkının dini duyguları harekete geçirilecek ve Polonya sosyalist sistemden çıkacaktı. Jean Paul ABD ve kapitalist sistemin kendisine verdiği görevi fazlasıyla yerine getirdi. Sadece Polonya’daki sosyalist sistemi yıkmakla kalmadı tarihe dünyadaki sosyalist sistemi yıkan papa olarak geçti.

455 yıl sonra Vatikan’dan olmayan papa seçilen Jean Paul, 1978 yılı sonlarına doğru papa olmasına rağmen Polonya’daki sosyalist sistemi yıkamayan emperyalizm, süreci hızlandırmak ve dini duyguları güçlü Polonya halkını kışkırtmak anlamında 1981 yılında sahte bir suikast tertipler. Tetikçi ise M. Ali Ağcadır. Emperyalistler Ağca’yı Bulgar gizli servis elamanı, Bulgar Gizli Servisi KGB’den habersiz “tuvalete bile gidemeyeceği” için ayni zamanda KGB ajanı ilan ederler. Terör uzmanı olduğu ileri sürelen Claire Sterling bir CİA ajanıdır ve bizim bildiğimiz MHP’li Agca’yı Bulgar ajanı ilan etmiştir. Ne yazık ki Türkiye’de bu görüşü savunan yazarlar da çıkmıştır.

Suikastın amacı Polonya halkının tepkisini sosyalist sistemi yönelmektir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Reel sosyalizm önce Polonya’da sonra da tüm dünyada sona erdi.

Bu da Ağca’nın rol aldığı ikinci kırılma noktasıdır.

Gladyo ABD’nin etkili olduğu tüm ülkelerde, ordu, polis, istihbarat mensupları, aşırıcı sağcı ve faşist parti üyelerinden kurulmuş bir yapıdır. Halen günümüzde ABD’nin etkili olduğu tüm ülkelerde faaliyetini sürdürmektedir. M. Ali Ağca da Gladyo’nun kullandığı bir piyondur.

Tüm basın Ağca’nın yakalanıp cezaevinden kaçtığından söz ediyor fakat nasıl yakalandığı konusunda ise bilgi yok. 1979 yılında Ağca’yı yakalayıp hapse atacak ne bir jandarma ne de bir tek polis vardı. Ağca, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in kurduğu özel bir birim tarafından yakalandı. Bilindiği gibi Hasan Fehmi Güneş bir Gladyo operasyonu ile istifası sağlandı.

Sonuç olarak:
Bu yazılanlar bilinmeyen gerçekler değil. Fakat nedense gerçekler değil de yalanlar yazılıp tartışılıyor. Gladyo yapısının ne olduğu bilinmesine karşılık, Ergenekon operasyonunda bir tek ABD’li olmadığı gibi isimleri bile geçmiyor. Aşırı sağcı/faşist parti üyeleri yerine, solcular, aydınlar, anti-emperyalistler göz altına alınıp yargılanıyor.

Tetikçi Ağca ise bir takım kişiler tarafından kahraman ilan edilirken, kendisi cebini doldurmaya çalışıyor.

Ağca, canı sıkıldığı zaman çıkıp sokakta komünist öldürenlerin arkadaşıdır. Bu nedenle sokaklar çok daha tehlikelidir artık.

Saygılarımla…

14 Ocak 2010 Perşembe

Türkiye’de neler oluyor II

İsrail ile elçi krizi:

İsrail’in özür dilemesi üzerine kriz şimdilik sona erdi. Elçimize yapılan komik tavırlar üzerine, İsrail’i aptallar mı yönetiyor? sorularının gündeme geldiği kriz sonrası değerlendirmelerde Başbakan Tayip Erdoğan yine, bazı Arap ülkelerinde Padişah/Sultan olarak tanımlandı.

Aslında her şey çok açık. Obama’nın yeni politikası, Türkiye’ye Osmanlı, Erdoğan’a padişah rolü oynatmak. Bu sayede arası kötü olan Müslüman ülkelerle arasını düzeltmek, savaş yerine bu sayede o ülkelere girmek ve savaşçı, işkenceci imajını düzeltmek. Bunun için İsrail’e saldırmak serbest. Böyle olunca bazı Arap/Müslüman ülkelerinde Türkiye’nin/Erdoğan’ın desteği artıyor.

İsrail devleti ise sanki aptallar tarafından yönetiliyormuşçasına komik durumlara düşüyor. Ama İsrail bir şeye çok ama çok önem veriyor. O da Türk halkında İsrail karşıtlığının artmasını engellemek. İsrail’in bu tavrı bazı kişilerce İsrail’in Türkiye’ye boyun eğmesi olarak değerlendiriyor. Hükümetler arası düşmanlık geçicidir, hükümetler gider başkaları gelir düşmanlık biter ama halklar arası düşmanlık yüzyıllar boyunca sürer. İsrail’in aklı başında insanları bu ilkeye büyük önem veriyor.

Başbakan Erdoğan’dan padişah olur mu? Olamayacağı her yönü/tavırları ile ortaya çıkıyor. Doları bol olan Suudi kralının kaldığı otele/ayağına giden birine padişah rolü vermek hiç de gerçekçi değil. Bu gün Arap dünyasında ABD ile savaş tehdidi altında olan, Suriye, Lübnan, Sudan gibi ülkeler Türkiye ile iyi geçinmeye çalışırken diğer ülkelerin ise Türkiye umurunda değil.

Ayrıca, İsrail dünya ekonomisinin büyük bir bölümüne hakim. Gerek Obama gerekse Erdoğan İsrail’i küçümsememeliler. Ayrıca Obama’nın her an bu politikalarından vaz geçerek Türkiye’yi yalnız bırakabileceğini unutmamak gerekir. Bu anlamda ülkemiz çok daha ciddi, gerçekçi ve kendi politikalarına yönelmesi gerekiyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
Ülkemiz medyası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu orta-doğu ve Müslüman ülkeler uzmanı ve Türkiye’nin politikasının yeni yıldızı ilan ediyor. Gerçekten öyle mi?

İki olaya bakalım:

1- İçlerinde AKP milletvekillerinin olduğu Gazze’ye yardım konvoyuna Mısır’da sayısız engeller çıkarıldı. Davutoğlu’ndan ses yok.

2- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun düzenlediği Suudi Arabistan gezisine Nihal Bengisu Karaca da davet ediliyor. Kim tarafından Davutoğlu tarafından. Suudi Arabistan Ankara Büyükelçisi, Karaca’dan "kocasının iznini taşıyan bir belge" getirmediği gerekçesiyle vize vermiyor. Davutoğlu’ndan yine ses yok.

Arınç’a süikast:
Genel Kurmay Başkanlığı/TSK, Başbakan yardımcısı Arınç’a suikast hazırlığı içinde olduğu gerekçesiyle bazı göz altılar oldu, kozmik oda arandı vb. eğer 800 bine yakın askeri, tankı, topu, uçakları, roketleri vb. ile koskoca bir ordu herhangi birini öldürmek için kroki filan çizmeye gerek duyuyorsa ya o ordu yöneticileri aptaldır ya da bunu öne sürenler veya buna inananlar.

Kozmik odayı arayan hakime mermi:
Kargo şirketi bu mermili zarfları nasıl kabul etmiş? Sürat Kargo’nun bir açıklaması olmadığı gibi, kargoya yönelik bir soruşturma da yok.

Kozmik odada ne var?:
Kimileri kozmik odada devletin gizli sırları olduğunu sanıyor ve bu gizli bilgilerin ABD/İsrail’in eline geçmesinden korkuyor. Hiç korkmasınlar oradaki bilgiler o ülkeler tarafından zaten biliniyor.

Kimileri de, hem de çok ciddi sol, anti ABD yapılar filan, orada, 1 mayıs 77’nin, Çorum’un, Maraş’ın, Hrant Dink’in vb. olayların bilgilerini olacağını sanıyor.

Bir hükümet, generalleri, albayları gözaltına alacak, neredeyse tüm subaylar suçlu ilan edilecek, kozmik odalar aranacak, Uzan’lar yok edilecek, Aydın Doğan yok edilme noktasına gelecek. Bunların yanında Koç holdingin patronu AKP baskısından bunalarak 1 yıllığına tekne turuna çıkacak, Tüsiad Başkanı AKP baskısı nedeniyle istifa edecek ve Tüsiad yeni başkan seçemeyecek duruma gelecek. Hiç bunlar herhangi bir hükümetin yapabileceği şeyler mi? Ama AKP hükümeti arkasına ABD’yi olarak bunları yapabiliyor.

Şimdi kozmik oda aranıyor, sizce bu odadan ABD karşıtı bir belge çıkar mı? Ayrıca şunu da unutmamak gerekir, Fethullah Gülen ABD’nin elinde bir tutsaktır.

Abdullah Öcalan:
“Abdullah Öcalan’ın avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama” denilerek 5-6 sayfalık yazılar PKK yanlısı sitelerde yayınlanıyor. O açıklamaları o avukatın aklında tutup kağıda dökmesi mümkün değil. Abdullah Öcalan cezaevindedir ve PKK’yı yönetmesi olanaklı değildir. Çünkü Apo’nun bir televizyonu bile yoktur. Gelişmeleri takip edip yön vermesi olanaklı değildir. Apo kaynaklı tüm veriler Kandil’den gelmektedir.

Erken seçim:
Ülke gündemine erken seçim tartışmaları başladı. Şunu bilmek gerekir ki AKP’nin gündeminde erken veya normal seçim yoktur. Yapılanlar da zaten budur.

Tekel işçileri:
Tekel işçileri kimsenin tahmin edemeyeceği gibi AKP hükümetini sarsıyor. AKP bu sorunu çözmek için Tekel İşçilerinin taleplerine kabul etmeye dünden razı ama işin gerisi var, Şeker işçileri, itfaiye işçileri, Pektim işçileri ve 4C kapsamına giren diğerleri sırada. Bir çok özelleştirmenin neden olduğu sorunlar AKP hükümetinin karşısına çıkıyor daha da çıkacak.

Bugün Ankara sokakları kim ne derse desin 1917 yılı Moskova sokaklarını andırıyor. Ankara caddelerinde hemen hergün mitingler gösteriler yapılıyor. Başbakan belki Diyarbakır’a gidiyor ama Ankara sokaklarına girmiyor. 15 ocakta tüm Tekel işçileri Ankara’da eylemlere başlıyor. 17 Ocak’ta ise büyük miting var.

Laiklerin, Atatürkçülerin yaptıkları Cumhuriyet Mitingleri yasadışı ilan edilerek bir şekilde pasifize edildi. Bakalım işçi sınıfı eylemleri nasıl bir seyir izleyecek?

Saygılarımla…