31 Ağustos 2009 Pazartesi

“Kürt Açılımının” açılımı

Kimse Kürt açılımının ne olduğunu söylemiyor, bir çok kişi destekliyor, hükümet, “Barış için son şans” filan diyor ama açılımı açmıyor.

Yandaşlar, “ne yani barış olmasın mı, insanlar ölmeye devam etsin mi?” dedikleri fakat ne yapılması gerektiğini söylemedikleri bu açılımı; şimdi açıklıyorum.

Bir hükümet yetkilisi masanın bir ucunda, bir DTP (siz ona PKK da diyebilirsiniz) masanın öbür ucunda.

Sayın yetkili, biz ;Türkiye Cumhuriyeti olarak bu acıların son bulmasını istiyoruz.

Sayın devlet yetkilisi, biz de öyle.

O zaman istemlerinizi sıralayın, biz de görüşlerimizi belirtelim.

Öncelikle, ana dilde eğitim, tv, müzik vb. taleplerimiz var.

Başka?

Özerk, otonom vb. bir yönetim istiyoruz. Örneğin belediyeler özerk bölgeler olabilir.

Bunu da kabul ediyoruz. Bu durumda Kandil’i, dağları boşaltıp silahları teslim edecek misiniz?

Fakat daha taleplerimizi bitmedi. Şimdi biz silahları bırakır düze inersek güvencemiz ne olacak?

Ne demek? devlete güvenmeyeceksiniz de kime güveneceksiniz?

Hadi bana eyvallah…

Dur yahu duuur, hemen nereye gidiyorsun. Tamam devletin güvencesine güvenmiyorsunuz o zaman yemin etsek. Tamam tamam otur. Peki güvence olarak ne istiyorsunuz.

Şimdi, güney doğu bir çeşit otonom bölge oldu ya, onu kim koruyacak. Elbette otonom yönetimin de bir silahlı gücü olmalı öyle değil mi? İşte dağda hazır güçler de var. İş bu kadar basit.

Sayın DTP yetkilisi siz ne diyorsunuz? Biz bunu halka nasıl anlatırız.

Anlatırsınız, anlatırsınız nasılsa yandaş medya ne yapsanız sizi destekliyor.

Peki bu dediklerinizi yapsak sorun biter mi?

Biter bitmesine ama, ya siz sözünüzde durmaz da bizim kentlerdeki militanlarımıza saldırırsanız. Çünkü Osmanlı dağdaki baş edemediği efelere af çıkarıp adamları evlerinde namaz kılarken öldürmedi mi?

Eee peki ne yapacağız.

Gayet kolay, tüm askerlerinizi Güney Doğudan çekersiniz olur biter.

Neee asker çekmek mi? Siz bizim Yüce divan’a gitmemizi istiyorsunuz.

Yok canım bir şey olmaz. Bakın neler yapıyorsunuz da bir şey oluyor mu? Nasılsa her ikimizin arkasında da Amerika var. Doğan medyaya da birkaç ihale verirsiniz olur biter.

Tamam olsa bile bizim o bölgeden çıkmamız için yıllar lazım. Cephanelerimiz, tanklarımız, toplarımız, mühimmatımız vb. bir çok şeyimiz var.

Siz o konuyu merak etmeyin. Onları bırakıp bir günde gidersiniz, bize de tank/top/cephane lazım ama öyle değil mi? Ne de olsa bu bölgenin sınırlarını biz koruyacağız artık.

Tamam tamam önerilerinizi hükümetime bildireceğim.

Haaa bir şey daha var.

Nedir o?

Peki siz askerinizi Güney Doğu’dan çektiniz, biz düze indik. Ya peki arkasından tekrar bölgeye gelip bize saldırırsanız.

Eeee, ne yapmamızı istiyorsunuz?

Gayet kolay! Araya tampon bölge oluşturur, oraya da ABD askerlerini yerleştiririz olur biter.

Hadi lan ordan, bunu değil bu koşullarda İslam devletini kursak bile yapamayız.

İşte açılımın açılmayan tarafını açtım.

Rütbesi ne olursa olsun, en aptal bir askeri yetkili bile, sonu belli olmayan durumlarda silahını teslim etmez.

Bu açılımın açılımı yoktur.

Peki bu Kürt sorunu çözülemez mi?

Elbette çözülür. Her iki toplumda da emperyalist ve onun yerli işbirlikçileri, toprak ağaları, şeyhler, şıhlar kovalanır bu durumda her iki halk kolayca bir çözüm yolunu bulabilir.

Şimdiki koşullarda çözüm yolu nedir? Derseniz,

O da kolay.

Öncelikle APO’ya af çıkartmaya filan gerek yok. Alırsınız onu herhangi bir PKK hükümlülerinin olduğu bir cezaevine atarsınız. Bu bir yumuşama belirtisi olarak hemen değerlendirilir.

Ana dilde eğitim.

Eğitimin yabancı dile olamaz. Bir insanın ana dili ne ise eğitimi de o olmalıdır. Kürtçe düşünen bir insan Türkçe şiir yazmaya zorlanamaz. Kürtçe düşünen bir insan Türkçe bilimsel düşünce üretemez.

Aynı şekilde bir Türk’e İngilizce eğitim verirseniz o, yaratıcılığını geliştiremez. Örneğin Nazım Hikmet’i Rusça şiir yazmaya zorlayamazsınız.

Her insan doğduğu anasından öğrendiğini konuşmalı ve o dilde eğitim görmelidir. Güney Doğudaki devlet okulları Kürtçe olarak eğitim vermeli yabancı dil olarak da Türkçe’yi öğretmelidir. Batıda bir çok özel okul var. Müşterisi varsa, girişimciler Kürtçe eğitim veren özel ilköğretim, lise ve yüksek okul kurar isteyen gider. Gerek Güney doğudaki gerekse batıdaki tüm okullar, diğerleri gibi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olurlar. İsteyen herkes Kürtçe TV/radyo da kurabilir. Onları da RTÜK denetler.

Bölgede toprak reformu yapılarak topraksız köylülere toprak verilir. Toprakları işlemesi için gerekli ekipman, tohum, kredi vs. de. Sonuç olarak silahlanmaya, savaşa harcanan paralar o bölge insanın istihdamına harcanır. Parası, ekonomik güvencesi, yarınları olan ve Kürt olduğu için dışlanmayan, ana dilinde konuşan, eğitim gören hiçbir Kürt de kolay kolay dağa çıkmaz.

Kürtleri tahrik eden tüm girişimler yasaklanır.

Bunlar belki dağdaki militanları düze indirmez ama dağa yeni çıkanların önüne geçer, süreç içinde de dağdakiler köylerine dönebilir.

Bu yapılanlar kesin olarak terör olaylarının yavaşlamasına yeterlidir. Eğer tüm bunlara karşılık PKK saldırmaya devam ederse kitlelerden dışlanması kaçınılmazdır.

Bunlar var olan bu koşulların çözüm önerileridir. Gerçek çözüm ise, kimsenin kimseyi sömürmediği halkların kardeşçe ve özgürce yaşayabildiği çözümlerdir.

Saygılarımla…

27 Ağustos 2009 Perşembe

“Demokratsan bir imza ver!”

Diyarbakır Cezaevinin öğretim kurumuna dönüştürme girişimine karşılık bir İmza kampanyası başlatıldı. Kampanyanın başlığı;
"5 NOLU CEZAEVİ KÜRTLERİN YAŞADIKLARI ACILARIN TANIĞIDIR
BU TANIĞI ORTADAN KALDIRMAYIN”
“…. Birilerinden intikam veya öç almak için değil; toplumsal adalet ve barışın sağlanması, güvenin oluşması için, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi "Adalet ve Özgürlük Müzesi"ne dönüştürülmelidir. Bu, Kürt ve Türk halkının hayrına olacak bir girişim olarak algılanacaktır.
Gelin, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nin yıkılarak yerine eğitim kompleksi değil, cezaevinin mevcut yapısı korunarak buranın "Adalet ve Özgürlük Müzesi" olması için sesimizi yükseltelim! …."

İmza kampanyasının içeriği kısaca bu.

Evet kesinlikle, her ne zaman, kime yapılırsa yapılsın, işkence insanlık suçudur. Sorumluları kesinlikle cezasız kalmamalı ve suç unsurları yok edilmemelidir.

İnsan olan biri bunları unutabilir mi?

1- Saldırıda 2 otobüs dolusu jandarma timi, 30 otobüs jandarma ekibi, aydınlatma cihazı taşıyan askeri bir araç, bir skorsky helikopter kullanıldı. Jandarmanın elinde bomba kalmadı Emniyet Müdürlüğü'nden takviye alınan gaz bombaları kullanıldı.
Operasyon 14 saat sürdü.
SONUÇ: 12 tutuklu katledildi. 55 kişi yaralandı.
Katledilen tutuklular:
Mustafa Yılmaz, Özlem Ercan, Cengiz Çalıkoparan, Seyhan Dogan, Murat Ördekçi, şefinur Tezgel, Ali Ateş, Gülser Tuzcu, Aşur Korkmaz, Nilüfer Alcan, Fırat Tavuk, Yazgülü Güder Öztürk

Erkekler bölümünde ölümler kurşunlanarak olurken, bayanlar bölümünde ortaçağ barbarlarının, engizisyoncuların, Hitler'in kullandığı yöntemlerle 6 kadın tutuklu DİRİ DİRİ YAKILDI.. Onlarca tutuklu yanık yaralarıyla hastanelere kaldırıldı.

2- Saldırıda binlerce gaz bombasının yanı sıra zehirli gaz püskürten sırt tüplerinde taşınan silahlar, Skorsky helikopteri kullanıldı.
Jandarma depolarında gaz bombası tükendi, Emniyet Müdürlüğü saldırılarda kullanılmak üzere 400 adet gaz bombası gönderdi.
Operasyon 83 saat sürdü.
SONUÇ: Beşi tutuklu katledildi, yüzlercesi yaralandı.
Katledilen tutuklular: Ahmet ibili, Alp Ata Akçayöz, Ercan Polat, Riza Poyraz, Umut Gedik

3- Operasyon 56 saat sürdü. Barikatlar yıkıldıktan sonra, istisnasız tüm tutuklular işkenceden geçirildi.
SONUÇ: Dört tutuklu katledildi.
Katledilen tutuklular: Fidan Kalşen, İlker Babacan, Sultan Sarı, Fahri Sarı.
Yüzlerce tutuklu ve hükümlü yaralandı.

4- Bir "düşman" bölgesine girer gibi kalkanlı, uzun namlulu silahlarla girmişlerdi hapishaneye.
Tutuklular, saldırıdan korunmak için koğuş değiştirdiler, barikat kurdular, iki tutsak bedenini
tutuşurdu. Ama saldırı sürdü.
Tutukluları etkisizleştirdikten sonra da işkenceye son vermediler.
Katledilen tutsaklar:
Murat Özdemir, A.İhsan Özkan

5- 8,5 saat süren saldırıya jandarma ve gardiyanlar haricinde Çevik Kuvvet ekipleri de katıldı
Saldırıda çeşitli türde gaz bombaları kullanıldı. Saldırının durdurulması için kendini yakan Halil Önder ağır yaralandı; katliamcıların umurunda değildi, ağır yaralı Halil Önder'in de içlerinde olduğu koğuşlara yönelik saldırı kesintisiz sürdürüldü.
SONUÇ: Operasyon sonunda tüm tutuklular yaralıydı.
Halil Önder, 26 Aralık'ta öldü.

6- Saldırı on saat sürdü. On saat boyunca tutukluların üzerine aralıksız sinir ve göz yaşartıcı gaz bombaları yağdı. Bu süre içinde yaralanmadık hiç kimse kalmadı.
Ama artık ayakta duramaz hale gelmek de işkencenin bitmesi anlamına gelmiyordu: "Bu daha
ölmemiş" denilerek, sürdürüldü işkence.
SONUÇ: katledilen tutuklular:
İrfan Ortakçı, Hasan Güngörmez


7- Malta kandan bir nehre dönmüştü o gün; Üç tutuklu -Turan Kılıç, Yusuf Bağ, Uğur
Sarıaslan demir sopalarla, kasaturalarla, işkencelerle, katledilmişti.

8- Saldırıya, 2000'e yakın asker, gardiyan, özel tim katıldı. Saldırıda çeşitli gaz bombaları, büyük küçük silahlar, el bombaları, bomba atarlar, büyük iş makinaları, kamera, ve basınçlı su sıkan araçlar kullanıldı.
Üç tutuklu saldırının durdurulması için bedenini tutuşturdu. Saldırı durmadı.
O kadar yoğun gaz bombası kullanıldı ki, işkencecileri kapıda ilk karşılayan tutuklular, atılan gaz bombaları sonucu hemen o anda bayıldılar.
Saldırı sonucunda onlarca tutuklu ağır yaralandı.

Evet 12 Eylül faşist yönetimi insanları katletti, ağır işkencelerden geçirdi. Devletin güvencesi altında olması gereken tutuklu ve hükümlüler yine devletin en ağır saldırılarına maruz kaldılar.

Kim bu katliamlara sessiz kalabilir ki? Evet Diyarbakır Cezaevi müze yapılsın. Bu kampanyayı sonuna kadar destekliyorum.

Fakat yukarıda yazdığım 8 saldırı, ne 12 Eylül’de ne de Diyarbakır’da yaşandı.
Saldırının tarihi, 19-22 Aralık 2000, adını da biliyorsunuz, “Hayata Dönüş Operasyonu”!.
Bu sekiz saldırı sırasıyla şu cezaevlerinde yaşandı.

1-Bayrampaşa Cezaevi
2-Ümraniye Cezaevi
3-Çanakkale Cezaevi
4-Bursa Cezaevi
5 -Ceyhan Cezaevi
6-Çankırı Cezaevi
7-Buca Cezaevi
8-Bartın Cezaevi

Ya peki 12 Eylül’de, Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve diğer illerdeki emniyet müdürlüklerinde yapılan işkenceler?

Ya peki Mamak/Metris’te yaşananlar bunlar unutulsun mu?

İnsanlar ya demokrattır ya da değildir. Sadece görmek istediğini görenler ya ahmaktır ya da satılmış.

Saygılarımla…

İsmet Baytak

24 Ağustos 2009 Pazartesi

“Öteki Olmak”

Ne güzeldi çocukluk günlerim. Annesinin kuzusuydum. Babam soğuk, mesafeli davranıyordu. Ama biliyordum ki babam beni çok seviyordu. Ben babamın geleceğiydim.

Bebeklik yıllarımda “öteki” olduğumu bilmiyordum. Ne zaman sokaktaki komşu çocukları ile tanıştım o zaman “öteki” olduğumu anladım. Hele hele okul yılları benim için tam bir kabus olmuştu.

Tüm, çocukluk yaşamımda, okul yaşamımda hep dışlandım, itildim, kakıldım. Benimle hep alay ettiler. Bense, kendi iç dünyama çekilerek onların baskılarına, alaylarına katlanıyordum.
Onlar, pastaneye, sinemaya gidiyorlardı beni aralarına almıyorlardı.

Üniversite sınavını kazandım, mühendis olacaktım. Ama ben “öteki” olduğum için beni üniversiteye almayacaklar sandım. Kayıt yaptırdım, okula başladım ama hep okuldan kovalanmayı bekledim. Mezun oldum, hep gelip elimden diplomayı geri alacaklarını bekledim.

Üniversiteyi bitirdikten sonra, Ankara emniyet Müdürlüğü 1. şube (siyasi şube) kapısından geri çevrildiğimi hiç unutamam. Kapıdaki nöbetçi polis, “sen fişlisin, ölünceye kadar öyle kalacaksın” demişti.

Ben ötekiydim, hep kapımın çalınıp alınıp götürüleceğini bekledim.

Siz, yanan sobanın başında yazılar yazmamışsınızdır. Ama ben hep öyle yazılar yazdım. Kapı çalındığı anda yazdıklarımı sobaya atacaktım. Yazdıklarımı, binanın dışında yağmur oluklarına saklıyordum.

Bahçede ise gömülü kitaplarım vardı. Yakmaya kıyamamıştım. Bir çok kitabım hala toprak kokar.

Evet ben “öteki”ydim. Çünkü ailemin bana harçlık verecek ekonomik durumu yoktu. Benim hiç yeni ders kitabım, kalemim, boyam olmamıştı. Kıyafetlerim ise ağabeyimden kalma eski püskü idi. Beni kimse yanında görmek istemiyordu.

Sonra büyüdüm, üniversiteye gittim, solcu oldum fişlendim.

Hiçbir resmi kurum, özel sektör beni “sabıkalı” olduğum için işe almadı.

Ben hala öteki olmaya devam ettim, edeceğim de.

Oysa benim “bağımsız” devletim de vardı,

“Öteki” olurken ana dilim olan Türkçe ile konuşuyordum.

Benim gittiğim tüm okullar Türkçe eğitim veriyordu.

Belediye başkanımız da Türk’tü, milletvekillerimiz de.

Cumhurbaşkanımız da, başbakanımızda Türk’tü.

Beni de, arkadaşlarımı da hapse atmışlar, işkence yapmışlardı.

Bana da tüm iş kapıları kapatılmıştı.

Sürücü belgesini bile “sabıkalı” olduğum için zar zor almıştım.

Bizim de arkadaşlarımızı, polis/ jandarma öldürmüştü. Üstelik “jandarma biz sosyalistiz dostuz yalnız biz sana kurtuluşun bizimledir elini uzatsana” dememize karşılık.

“öteki” olmak demek parasız olmak demektir. “öteki” olmak demek işsiz olmak demektir. “öteki” olmak demek, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından sömürülüyor olmak demektir.

“Öteki” olmamak için tüm ezilenlerin, sömürülenlerin emperyalizme, yerli işbirlikçilerine, ağalara, şeyhlere, şıhlara karşı baş kaldırması demektir.

Gerisi ise emperyalizmin bir kandırmacasıdır.

Saygılarımla…

23 Ağustos 2009 Pazar

TKP'nin, "İrticaya ve Faşizme Karşı, ÖZGÜRLÜK BİLDİRGESİ" üzerine

TKP, 10 Ağustos 2009 tarihinde aşağıdaki açıklamayı yaptı.

"TKP tarafından yayınlanan Özgürlük Bildirgesi Parti üyelerinin ve parti dostlarının katıldığı 2010 toplantılarında ve parti birimlerinde yapılan bazı öneriler ışığında TKP Siyasi Bürosu tarafından gözden geçirilerek son haline getirildi.

Tüm ülkede yüzbinlerce dağıtılması planlanan ve partinin önemli politik metinlerinden birisi olarak kayda geçen …………"

"ÖZGÜRLÜK BİLDİRGESİ" içeriği dışında iki somut yanlış olduğu düşüncesindeyim:

1.Yanlış:

Özgürlük,
"İnsanın gerçek özgürlüğü bu nedenle sınıfların ortadan kaldırılmasında yatar." Bunu TKP sitesinde özgün Şen söylüyor.

Aydemir Güler de yine TKP sitesinde, "Özgürlüğün sınıflar üstü bir özünün bulunmadığı da doğrudur." Diyor.

Gerek Şen'in, gerekse Güler'in sözlerinde hiçbir yanlış yok.

Fakat TKP'nin, "Özgürlük Bildirgesi"nde ise,
"Çalışanların özgürlüğü" bölümünde, çalışma eşitliği, çalışma hakları, sendika hakkı gibi burjuva demokratik talepler gündeme getiriliyor. Oysa yukarıdaki açıklamaların ışığında bu ve diğer taleplerin gerçek özgürlükle hiçbir ilişkisi yok. Çünkü gerçek özgürlük için, işçi sınıfının egemenliğini kurmak ilk şart.

"ÖZGÜRLÜK BİLDİRGESİ"nin diğer talepleri ile birlikte değerlendirildiğinde bu bildirge ancak, "Demokratikleşme bildirgesi" olabilir.

Komünist partilerin demokratikleşme bildirgeleri olabilir mi?

Komünist ve işçi sınıfı partilerin, stratejileri, sınıfsız sömürüsüz bir toplumu kurmaktır. Taktikleri ise bu yola giden en uygun koşulların hazırlanması için mücadele biçim ve yöntemlerini belirlemektir.

Bunların ışığında işçi sınıfı partilerin iki programı olmalıdır, asgari ve azami program. Asgari program demokratikleşme programıdır, azami programı ise sınıfsız sömürüsüz bir toplum, yani sosyalizm/komünizmdir. (sosyalizm, komünizmin içinde yer alır ve komünizmin bir alt aşamasıdır)

Bu asgari programı ret eden sol yapılar da olmuş bazıları ülke koşullarına göre başarılı da olmuşlardır. Sonuçta Marksizm, "Tek Yol Devrim”i de ret etmez önemli olan ülkenin somut koşullarıdır.

Türkiye ve Türkiye gibi benzeri ülkelerde işçi sınıfı partileri, sınıfsız/sömürüsüz bir toplum aşamasına giden yolda, gelişmiş bir burjuva demokrasisi için mücadele ederler. Bu mücadele işçi sınıfı partilerinin asgari programlarıdır.


TKP, her ne kadar içeriğini tam olarak kitlelere ifade edemese de "Yurtsever Cephe" isimli bir yapılanmaya gitmiştir.

"Yurtsever Cephe" ne olmalıdır?

Türkiye içinde yaşayan, emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri ile uzlaşmaz çelişkileri olan, küçük ve orta burjuvazi, yaşantılarından memnun olmayan köylüler ile onların siyasi örgütleri ile birlikte oluşturulacak anti-emperyalist cephedir.

Bu cephenin amacı, anti-emperyalist, demokratik bir yapı olmalıdır.

İşte TKP'nin, "Özgürlük Bildirgesi" yerine, "demokratikleşme bildirgesi bu olmalıdır.

2. yanlış:

Komünist partiler de, burjuva partileri de istemlerini talep etmez, iktidara geldiklerinde uygulama sözü verir. Bir veya birkaç konu üzerinde iktidar partisinden demokratikleşme vb. konularda talepler olur, bunun için mücadele edilir, grev, yürüyüş, miting vb. şeyler yapılabilinir.

Ama,
"Çalışanların özgürlüğü
İnanç özgürlüğü,
Seyahat özgürlüğü,
Kadın - erkek eşitliği ve kadınların özgürlüğü,
Silahlı kurumların yetkilerinin sınırlandırılması,
Haberleşme, basın-yayın özgürlüğü ve siyasal haklar,
Eğitim kurumlarında özgürlü,
Gençlerin ve çocukların özgürlüğü,
Sağlık ve özgürlük,
Bütün halklar için özgürlük"

Gibi, tüm devletin yeniden yapılanmasını gerekli kılan talepler var olan siyasi iktidardan istenmez. Böylesi talepleri ancak, sendikalar, dernekler isteyebilir. Siyasi partiler değil. Yani şimdi bunları AKP hükümeti mi gerçekleştirecek?

Her siyasi partinin temel hedefi iktidar olmaktır. Bunlar iktidarı amaçlayan siyasi partilerin vatandaşlara vaat ettiği haklar olmalıdır.

Bu talepler işçi sınıfı partilerinin asgari programlarında yer alırlar.

Son olarak Özgür Şen'in, "yoksa özgürlük bir yalan mı?" yazısına bir ek;

İnsanların gerçek özgür olması için sınıfların ortadan kalkması ilk şarttır ama bu yeterli olmaz. Olmaz çünkü bunu somut olarak reel sosyalizmin iflasında yaşadık. İnsanların özgür olması için, içinde yaşadığı ülkede ve tüm dünyada kapitalizmin sona ermesi gereklidir.

Ama bu da yetmez.

İnsanların gerçek özgür olması için,

"Zorunluluğun bilince varması" gereklidir.

Yani birey toplumsal yaşamanın bir parçası olduğunu bilmeli ve topluma karşı ödev ve yükümlülüklerini kendi başına, herhangi bir devlet aygıtı, mesai çizelgesi, giriş çıkış kartları vb. zorlamalar olmadan yerine getirecek bir bilince varmalıdır.

İşte o zaman insanlar gerçek özgürlük ile tanışacaklardır.

Saygılarımla…

19 Ağustos 2009 Çarşamba

“Medya Savunma Alanları”

Türkiye’de son günlerde içeriğinin ne olduğu bilinmeyen bir açılımdan söz ediliyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı, yandaş medya sürekli bir şanstan, açılımdan söz ediyor fakat açılımın içeriği konusunda hiçbir açıklama yapılmıyor.

Söz konusu olan, “Kürt açılımı” veya “demokratik açılım” aslında “Medya Savunma Alanları” dır.

Nedir “Medya Savunma Alanları”?

Ecevit, ABD’nin neden Apo’yu paketleyerek kendisine verdiğini bilmediğini söylüyor.

Aslında her şey çok basit. ABD Irak’ı işgal edecek. Bu işgal sonrası Barzani ve Talabani ile işbirliği yapacak. Yapıyor da. Bu plan içinde Apo’nun, PKK’nın bir rolü yok. Bu yüzden ABD, Apo’yu paketleyip Türkiye’ye veriyor.

Irak işgali bildiğimiz gibi gerçekleşiyor. Fakat ABD planlarında olmayan bir şey yaşanıyor. Irak halkı ABD’yi çiçeklerle karşılamıyor ve Irak halkı işgalcilere karşı çok ciddi bir direniş gösteriyor.

Bu direniş halen sürüyor. Obama da, ABD’nin paramparça olan imajını düzeltmek için görevlendirildiğinden, 2010 yılında Irak’tan çekileceğini söylüyor.

Evet, ABD’nin şimdiki planı 2010 yılında ırak’tan çekilmek. Ama bu elbette Irak’ı terk etmek demek değil. ABD Irak’ın güvenli bölgesine çekilerek, petrol üretimini ve dağıtımını kontrol altına almak istiyor. Bunun için tek güvenilir yer ise Irak’ın kuzeyi, yani Kürt bölgesi yer alıyor.

Aslında ABD Irak işgaline başladığı ilk anda, 26 ülkenin sınırlarını değiştirerek, kendisine İsrail gibi hizmet edecek, bölgede ABD’nin silahşörlüğünü yapacak bir yapılanma içine girmek istiyordu, fakat Irak direnişi bu emellerini gerçekleştiremedi, büyük Kürdistanı kuramadı.

Irak’taki ve Afganistan’daki şiddetli direniş karşısında Büyük Kürdistanı kuramayan ABD şimdilik küçük Kürdistanı, yani Irak’ın kuzeyinde, tam bağımsız veya özerk bir devlet kurmak ve oraya yerleşmek istiyor. Fakat orada da “Medya Savunma Alanları” var.

“Medya Savunma Alanları” PKK’nın, Kuzey Irak’ta , Kandil Dağı çevresinde ilan ettiği, özerk / bağımsız bölge.

PKK o bölgeyi “Medya Savunma Alanları” ilan ederek Barzani’ye, ABD’ye, Türkiye’ye kapatıyor. Kısaca, “burası benim bölgem, benden izinsiz giremezsiniz” diyor.

ABD’nin planın işlemesi için bu sorunun çözülmesi gerekiyor.

Türkiye’de “çok bilmişler” ABD’nin Kandil ve çevresini ele geçirerek PKK kadrolarının Türkiye’ye teslim edilmesini istiyor.

Aslında ABD’nin bunu gerçekleştirmesi için yeterli gücü yok.

TSK’nın 25 yıldır başaramadığını ABD’den beklemek elbetteki hayal. ABD’nin PKK’ya saldırması demek, Irak’ta Talabani’nin, Barzani’nin sonu demek. Çünkü, bu durumda Irak Kürtlerinin tamamına yakını PKK’yı destelemek durumuna düşecektir. Çünkü çoğu birbirleri ile akrabadır.

Apo’nun da Barzani önderliğini kabul etmesi mümkün olmadığına göre bu sorunu Türkiye çözmelidir. İşte “Kürt açılımı”, “demokratik açılım” budur.

ABD sayesinde Türkiye PKK’ya tavizler verecek PKK’da ABD’ye Kuzey Irak’ta sorun çıkarmayacaktır.

Tüm hesap budur. Bunun için ABD, Kuzey Irak’a yerleşecek üst düzey subayları için İncirlik’te yüzlerce ev yapımına başlamıştır bile.

ABD’nin bu hesabı tutar mı? Göreceğiz.

1 Mart Tezkeresi öncesi de, ABD bölgede yerler kiralamış, inşaatlara da başlamıştı fakat 1 Mart Tezkeresi kabul edilmeyince tüm çalışmaları boşa gitti.

Son olarak, PKK, MİT tarafından kurulmuş, fakat devlet kontrolünden çıkmıştır. Bugün bazı ülkeler, ABD, AB PKK’yı kontrol ettiklerini düşünürken PKK hem ABD’yi hem AB’yi hem de TSK’yı zaman zaman kullanmış fakat kendi bağımsızlığını önemli oranda korumuş ve dengelerle oynamasını bilerek gücünü korumuştur.

Saygılarımla…