8 Kasım 2007 Perşembe

Kandırmacalar ve 3. Seçenek

Bazı “aydınlarımız”, “Türkiye’de bir avuç azınlık Cumhurbaşkanını seçmeye çalışıyor. Artık bunları bırakalım, TBMM cumhurbaşkanını seçsin demokrasinin önü açılsın” diyorlar.

Bu meclisin cumhurbaşkanını seçmesi durumu tamamen bir kandırmacadır. Bu şekilde bir cumhurbaşkanı seçilirse bu cumhurbaşkanını meclis değil, sadece ve sadece sayın Erdoğan seçmiş olacaktır. (Arkasına AB-D yi alarak) milletvekilleri sadece ellerini kaldıracaklardır.

Tepkileri gögüsleyeceğine inanırsa da cumhurbaşkanı kendisi olacaktır. Milletvekilleri ile, il başkanları ile yaptığı bütün toplantılar kandırmacadır.

Cumhurbaşkanını bu meclis seçmemelidir. Çünkü bu meclis meşru bir meclis değildir.

1- 2002 seçimlerinde sayın Erdoğan AKP genel başkanı olmadığı halde AKP oy pusulalarına genel başkan olarak yazılmıştır.
2- Tayip Erdoğan adaylığı cezası gerekçesiyle ret edilmiştir. Böyle olmasına rağmen bir seçimde iki yerden birden aday olmuştur. Siirt seçimi ayrı bir seçim değil 2002 seçimidir. Bu anlamda herhangi bir kişi aynı seçim içinde iki yerde birden aday olamaz.
3- Siirt seçimlerin yenilenmesinde hiçbir yeni aday gösterilemez. Aday gösterme seçim takvimi içinde yapılmış ve 2002 seçimleri öncesinde sonuçlanmış ve adaylar kesinleşmiştir. Eğer yenilenen Siirt seçimlerinde bir aday istifa edecek olursa bir alt sıradaki aday üst sıraya çıkar. Eğer tüm adaylar istifa edecek olursa o parti Siirt’ten milletvekili çıkaramayacak demektir. Bu YSK kararlarıdır.
4- Seçime katılan DEHAP oyları geçersiz sayıldığı halde, yüzde on barajı yeniden hesaplanmamış ve DYP’nin meclise girmesi anti-demokratik bir şekilde engellenerek AKP’nin ezici çoğunluğu ulaşmasına olanak sağlanmıştır.



Bu anlamda bu meclis meşru bir meclis değildir
Bu meclis cumhurbaşkanını seçerse bu kişi meşru cumhurbaşkanıdır sözü kandırmacadır.

Aslında karşı çıkılan elbette kişiler değildir. Sayın Tayip Erdoğan ve temsil ettiği siyasal eğilimdir karşı çıkılan. Sayın Erdoğan, ab-d nin ne derse yaptığı, ulusal çıkarları savunamadığı ve “ılımlı İslam” modeliyle bir din devletine özlem duyduğu bilinmeyen bir durum değildir.

Var olan devlet yapısının da elbette savunma refleksleri vardır ve mümkün olduğu kadar, üniter yapıyı, Kemalist yapıyı korumaya çalışacaktırlar. Var olan devlet yapısını arkasına halkı almadan, ab-d’ye güvenerek yola çıkanlar her zaman olduğu gibi kötü sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.

Bir devlet yapısı değiştirilemez mi? Elbette değiştirilir. Venezuela gibi, Humeyni gibi, Gorbaçov gibi arkana halkı alırsan devletin yapısını değiştirebilirsin. O zaman darbe de yapamazlar, yapsalar da başarıya ulaşmaları çok güçtür.

Ülkemizde yine bazı “aydınlarımız” milliyetçilik, ulusalcılık, yurtseverlik de özünde ırkçıdır diyerek hepsine karşı çıkmamızı savunuyor. Bunun için kampanyalar düzenliyor. Bunu savunan bazı “aydınlarımız” Türk yurtseverliğine karşı çıkarken Ermeni milliyetçiliği yapmaktan da geri kalmıyor. Agos Gazetesi Türkiye’deki Ermeni azınlığın çıkarlarını savunan bir yanın organıdır. Agos’un bunu yapması elbette çok doğal bir durumdur. Doğal olmayan durum ise Türk yurtseverliğine karşı çıkanların Agos’a üye kampanyası açmalarıdır.

Milliyetçiliğin kötü olmadığına bir örnek, chavez Venezuela’da ulusalcılığın dik alasını yapıyor. Özelleştirilmiş ne varsa hepsini kamulaştırıyor ve sosyalist bir devlete yöneliyor.

3. seçenek
Türkiye’de sol güçler ve halkımız, iki seçenekten birini seçmeye zorlanıyor,
1- Ortaçağ karanlığı, yobazlık
2- Militarist bir yapı.
Aslında üçüncü bir seçenek mevcut. Fakat bizim bazı “aydınlarımız” nedense bu seçeneğe pek değinmiyorlar. Neden biz de “turuncu devrim” gibi bir devrim yapmayı düşünmüyoruz. “Turuncu devrimler” sadece ab-d yanlısı olursa mı iyi oluyor? O zaman başımızdaki gericileri de, militaristleri de, ab-d cileri de kovar ulusal bir yapı ile, Türkü ile Kürdü ile Ermenisi ile, komşularımız ve barışçı dünya halkları ile kardeşçe yaşarız.

Türkiye’nin gerçek kurtuluşu ve tek seçeneği budur diye düşünüyorum.
Saygılarımla…