9 Nisan 2009 Perşembe

“Gerçek Darbe Günlükleri -I-"

Biz karar vermişsiz iktidara el koyacağız devrim yapacağız yani. Halkın oyları ile seçmiş olduğu “demokratik/meşru” hükümeti devirerek yönetime el koyacağız. Hangi iktidar devireceksiniz derseniz? CHP ve MC hükümetlerini. Tabi o zaman şimdiki gibi yalaka liberallerimiz, dönek Marksistlerimiz olmadığı için kimse bizi darbeci olarak suçlamıyor. Göğsümüzü gere gere dolaşıyoruz, “devrimciyiz” diyerek.

“Bunun için, ulusal demokratik güçlerin güç ve eylem birliği gereklidir” diyor Baydar ve Engin. Biz de Ulusal Demokratik Cephe’yi kurmaya çalışıyoruz. “Yaşasın UDC” filan diyoruz. Sapına kadar ulusalcıyız, sapına kadar sosyalistiz yani…

Bize ne gerekli biliyoruz, aktif kitlenin çoğunluğu. Biz de oldukça aktifiz yani.

Oya Baydar ve Aydın Engin diyor ki; “önemli olan aktif kitledir, bu ülke nüfusunun yüzde beşi bile olabilir, aktif kitleyi kazandığınız zaman siyasi iktidarı ele geçirebilirsiniz. Seçimler bir burjuvazi kandırmacasıdır. Halkımız, burjuvazinin iletişim araçları, medya olanakları ile yanlış bilgilendirilmekte ve işçi sınıfının kendi sınıf çıkarlarını görmesini engellemektedir. İşçi sınıfı iktidarı ele geçirip proletarya diktatoryasını kurduktan sonra halkın gerçek çıkarlarını savunacak ve komünizmde gerçek halk demokrasisi gerçekleşecektir”

Şimdi siz diyeceksiniz ki; “Oya Baydar ve Aydın Engin bunları savunmuyor ki?” doğrudur şimdiki Baydar ve Engin tam tersini savunuyor. Ama siz bunlara inanmayanı bunlar, çakma, Oya Baydar çakma, Aydın Engin çakma. (sahte yani)

Hani Aziz Nesin vardı. Ateistti. Bir gazeteci ona sormuştu; “peki şimdi siz ateistsiniz fakat daha ileriki yaşlarda dine dönerseniz ne olacak?” Nesin bu soruya, “ben şimdi aklım başımda iken konuşuyorum. Yaşlandığım zaman farklı konuşursam bilin ki kafayı kırmışım, o zaman beni ciddiye almayın” demişti.

Baydar’ı da Engin’i de böyle değerlendirin işte.

Biz şimdi halkı bilinçlendirip, aktif kitlenin çoğunluğunu sağlayacağız. Bunun için propaganda çalışmalarımızı hızlandırıyoruz. En iyi propaganda çalışması, bildiri, korsan miting, legal miting, afişler filan. Fakat 1980 öncesi öyle billboardlar filan yok. İnşaatlar var onların etrafını çeviren tahta çitler, elektrik direkleri veya düz olan ne varsa oralara afişlerimizi yapıştırıyoruz. “İleri Demokratik Bir Düzen”, “Yaşasın sosyalizm”, “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” filan.

Ama öyle propaganda yapmak kolay değil. Emniyet izin vermediği için gece afişlemeye çıkıyorsunuz her tarafı afişlerle donatıyorsunuz. Sabah kalkınca bir bakıyorsunuz ki sizin afişlerin üstünü bir başka siyasi örgüt veya ticari bir firma reklam amacı ile örtmüş. O zaman ne yapmak lazım? Afişleri korumak. Afişleri yapıştıranlar gidiyor bu sefer koruma birlikleri geliyor afişlerin üstüne başkalarının afiş asmasını engelliyor.

Öyle halkı bilinçlendirip, aktif kitlenin çoğunluğunu sağlamak o kadar kolay değil yani!

Şimdi biz aktif kitlenin çoğunluğunu kazanmaya çalışırken, bunda da yol alırken bir de baktık birileri bizden önce iktidarı ele geçirmek istiyor. Adamlar alenen darbe yapacaklar. Hem de öyle aktif kitlenin çoğunluğunu filan sağlamadan. Emir komuta içinde ordu marifeti ile darbe yapacak. İş sakat yani.

Biz, “İleri demokratik Düzen”den filan vazgeçip var olanı korumaya çalışıyoruz. “Faşizme Geçit Yok” falan diyoruz ama bizi dinleyen kim! Hani şimdi demokrasini erdemi üzerine, en kötü demokrasi en iyi darbeden iyidir filan diyenler, darbelerin ne kadar kötü olduğu üzerine yazılar yazanlar var ya, şimdiki medyada köşe başlarını tutanlar hepsi olmuş darbeci.

MHP’liler, ÜGD’liler açıkça yazamadıklarını kimsenin göremeyeceği hela kapılarına, “bir gece ansızın gelebiliriz” yazıları yazıyorlar.

Bizim solcu arkadaşlarda kuyruğu dik tutmak adına, bu yazıların altına, “sakın geç kalma erken gel” yazılarını yazınca darbeciler de erkenden geldiler.

Türkiye 12 Eylül sabahı kapkaranlık uyandı. Ülkemize “demokrasi” gelmişti yani! Şimdiki Irak’a gelen demokrasi gibi. ‘Our Boys’lar başarmıştı yani…

Herkes karanlık uyandı da biz daha karanlığın, “demokrasi”nin farkında değiliz. 10 Eylül 1920 yılında kurulan TKP’nin kuruluş yıldönümü ile ilgili afişleri yapıştıracağız. Banyoda tutkalları hazırladık, afişleri paylaştık filan. Saat 06.30 gibi binadan çıktık. Çıktık çıkmasına da daha köşeye gelince bir baktık askerler devriye geziyor. Onlara görünmeden hemen geriye döndük.

Ülkeyi “demokrasi” geldiğinin farkında değiliz hala. Daha önce de zaman zaman askerler geliyor ana caddede böyle devriye geziyorlardı.

Hatta iyi anımsıyorum, bizim komşumun 3 tane çocuğu vardı, iki kız bir oğlan en büyük kız lise bire diğerleri ortaokula gidiyorlardı. 3’ü de İLD’ye üye olacaklardı ama yaşları tutmuyordu. Neyse, bir gün bunlar tutmuş bir şeyi protesto etmeye kalkmışlardı.

Şimdiki söz konusu olan ana yola çıkmışlar, bir tane teneke çay kutusunu sarmışlar, bomba süsü falan vermişlerdi. Bir tane de otomobil lastiğini yuvarlaya yuvarlaya getirdiler. Sahte bombayı yolun bir tarafına koydular. Yolun öbür tarafına da otomobil lastiğini. Biri kibrit çaktı lastik tutuştu. Birisi de havaya uçtu uçtu attı. Ana yoldan geçen araçlar lastik ile sahte bomba arasından filan geçiyorlar ama trafikte oldukça sıkıştı yani. Neyse bizim üç genç (çocuk yani) slogan filan da atarak kaçtılar, gittiler. Lastik bir yandan yanıyor, bir yanda sahte bomba duruyor, araçlar ikisinin arasından geçiyor. Derken iki cemse asker geldi. Askerler sağda solda mevzi aldılar, devriye geziyorlar.

Askerlerin başındaki komutan önce “bomba”ya gitti. Bir baktı bir boka benzetemedi herhalde bir tekme vurdu. Teneke çay kutusu fırladı kaldırıma gitti. Ama öbür tarafta lastik yanmaya devam ediyor. Tuttu aldı onu çöp varilinin içine atıp kapağını kapattı. Yol tamamen açılmıştı. Komutan biraz bekledi sonra tuttu çöpün kapağını açtı. Kapağı açmakla birlikte komutanın yüzü başta olmak üzere kapkara bir duman etrafı kapladı. Küfür eden komutan kapağı tekrar kapattı. Bu durum bir kaç kez tekrarlandı.

Ertesi gün o eylem yapan orta okul öğrencisi olan erkek çocuğu gördüm, “her ikisi”, “her ikisi” diyerek misket oynuyordu.

Neyse, biz yine böyle bir eylem oldu asker geldi sandık, bekliyoruz gitsinler de biz de afişlerimizi yapıştıralım. Bizim balkondan görülüyor, ara sıra bakıyoruz askerler gitmemiş.


Bizim İbo, erken kalktığı için uykusunu alamamış, tuttu, “ben uyuyorum askerler gidince beni kaldırın” dedi. Vurdu kafayı uyudu.

İbo’nun da evde bir arkadaşı var, siyasi filan değil, tesadüfen o gece bizde kalıyor, Sadi. Baktık Sadi bizim İbo’yu uyandırmaya çalışıyor, “kalk İbo kalk” diyor, “kalk devrim oldu” diyor. İbo başını kaldırıyor, “ne devrimi” lan diyor, “bizden habersiz devrim olur mu?” diyor. Sadi, “valla oldu, valla” diyor.

Meğerse o gün ülkeye “demokrasi” geldiği için sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Bizim evde TV ve radyo olmadığı için bizim haberimiz yok. Sadi balkondan etrafı seyrederken bir çocuk görmüş sokakta geziyor, karşı balkondan bir kadın, “oğlum ihtilal oldu, sokağa çıkma yasağı var, evine git, askerlere seni yakalar, götürür” deyince bizim Sadi’de sanmış devrim oldu.

Neyse sonuçta ülkeye “demokrasi” geldiğini anladık. Hemen önce tutkallar döküldü sonra da termesifonda afişler yakılmaya başlandı. Ama biz de afiş çok yak yak bitmiyor. Bizim termesifon oldu ateş gibi. Sular da kesik. Bereket küvette su var. Başladık küvetteki suyu termesifonun üstüne dökerek onu soğutmaya çalışıyoruz. Bir yandan da afişleri yakmaya devam ediyoruz. Neyse sonuçta hepsini yaktık. Sonra sıra geldi evdeki kitap, dergi, broşür, bildiri filan ne varsa.

Epey yorulmuştuk ama “demokrasi”ye zararlı ne varsa imha etmeyi başarmıştık.

Sonra aklımıza geldi sokaklarda ne var diye bir bakalım dedik. Balkona çıktık, bir baktık sıcak 12 Eylül günü olmuş Ocak-Şubat ayı gibi, Ankara’nın üstünde kapkara bir bulut. Kış değil kıyamet değil, bu pis hava nereden geldi merak ettik. Meğerse her ev yakacak bir şeyler bulmuş, sobaları, kaloriferleri harıl harıl yanıyor, her evin bacası tütüyor yani. O gün tüm Ankara “demokrasi”ye zararlı her şeyden kurtulmuş oldu, Ankara artık “özgürleşmişti”!

Ama dedik, ülkede demokrasi güçleri var, medya var. Onlar, bu meşru hükümete karşı yapılan darbeye karşı çıkarlar. Gazeteleri aldık bir baktık, hepsi esas duruşa geçmiş, “emredin komutanım” diyor.

Şimdi neymiş, “Doğan Medya gurubunun bu tavrı varken darbe yapılamazmış” zavallılarım benim. Bir darbe olsa Doğan Medyanın atacağı manşeti ben size söyleyeyim, “Nerede kaldınız Paşam?”.

Şimdi bazıları diyor ki, “artık sadece TRT yok ülkenin her tarafında medya var, bunları nasıl kontrol edebilirler”

Açıklayayım…

Biz gazeteyi pazartesi günleri çıkarıyoruz. Bir gün bir baktım kapıda iki tane inzibat, kolluklu, görevli filan. Eyvah dedim boku yedik, darbe mi oldu ne? Bizi götürecekler galiba. Ama yine de bozuntuya vermiyoruz. İnzibat, “gazeteden bir tane almaya geldim” dedi. Rahatlamıştık. Neyse, gazeteyi haftalık çıkarıyoruz, her hafta pazartesi günleri iki inzibat geliyor bir adet gazete alıyor gidiyor. Götürülme tehdidi yok ya biraz diklenelim dedim, “kim istiyor bu gazeteyi?”. “Garnizon komutanı albayım” dedi. Bir süre daha geçti, ben biraz daha dikleniyorum, gazete filan vermemeye kararlıyım yani. Ama sıkıyorsa anlat inzibata, emir almışlar, alıyor gazeteyi gidiyorlar, ilçede ne kadar gazete çıkıyorsa topluyorlar. Bir gün dayanamadım, “bakın dedim siz albaya bir şey söyleyemezsiniz ama hiç olmasa çavuşunuza filan söyleyin albayınız hiç olmazsa parasını versin abone olsun da öyle gazete verelim” dedim de dinleyen kim.

Yani “darbe yapacakların medyayı kontrol etmeleri mümkün değil, doğan Medyayı ikna edemediler” diyorlar ya onlar ya bir bok bilmiyorlar ya da sizi kandırmaya çalışıyorlar.

“Gerçek Darbe günlükleri” sürecek…