29 Ekim 2009 Perşembe

TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR – II –

Türkiye’de her şey oluyor, Ermenilerle açılım yapıp barışmaya çalışıyoruz, Azerileri küstürüyoruz, Kürtlerle açılım yapmak istiyoruz Türkleri kızdırıyoruz. Her gün darbe yapıyoruz, yaş/kuru belgeler havalarda uçuyor.

Osmanlı oluyoruz.

Olaylar çok hızlı geliştiği için bizim aydınlarımız ne olduğunu anlayamıyor.

Türkiye Komünist Partisi, “AKP orduyu ele geçirmiştir, ya Osmanlı ya sosyalist cumhuriyet” diyor. Bakıyoruz ortada devrimci durum filan olmadığı gibi devrimciler de, kibrit çakacaklar da yok. “Eyvah Osmanlı olacağız” diyoruz.

Yalçın Küçük ise, “TSK, AKP’yi ele geçirmiştir” diyor. Küçük’e göre Obama TSK ile anlaşmış, AKP hükümeti de bu anlaşmaya boyun eğmiştir.

Bu görüşe göre, Fethullah Gülen tasfiye ediliyor, “İçişleri Bakanlığı İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek bu amaçla görevden alınmıştır” denilerek, “ABD, TSK ile anlaşması sonucu Osmanlı’dan, ılımlı İslamdan vazgeçmiştir” deniliyor.

ÖDP ve EMEP ise, tüm yandaş medya yazarlarının bile kabul ettiği ABD projesine, “Kürt sorununa barışçıl çözüm umut oluyor” diyerek, sosyalizm adına Kürt ve Türk milliyetçiliğinin tavan yapmasına kürek çekiyor.

Aydın Engin ise Kürt açılımını desteklerken bakıyor, milliyetçilik tavan yapıyor, “ben oynamıyorum” diyerek, zeytin toplamaya gidiyor. Sonra ortaya “yaş belge” çıkınca, zeytinleri öylece bırakarak, tekrar ahkam kesmeye devam ediyor.

Ertuğrul Kürkçü ise, “TSK ile AKP arasında sorun yoktur. Sorun TSK ile AKP içindeki bir takım radikal unsurlardan kaynaklanıyor” diyor.

Kimileri de Oya Baydar’ı soruyor. Baydar, kendine biçilen “pavyona düşmüş namuslu oruspu” rolünü oynamayı ret ederek, yeni roller bekliyor.

*****

Başka örneği olmayan böylesi belge posta ile gönderilemez, neden postada 15 gün gecikti?, zamanlaması AKP’yi kurtarmak için, yaş belge makinaları var, adli tıp ne kadar güvenilir? Gibi sorunlar art arda gidiyor.

Burjuva medyası “yaş belge”nin adli tıptan onaylanması yeterli görüyor.

En gerçek değerlendirmeyi TKP yapıyor. Fakat TKP de pavyona ilk defa gitmiş mahcup delikanlı rollerinde, milliyetçi konumlara düşmemek adına demokrasi mücadelesi vermekten utanarak, yani Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyeti savunur konumlara düşmemek adına, koşulları hiç de uygun olmamasına rağmen, “sosyalist cumhuriyet”i çözüm olarak getiriyor.

Fakat zaten TKP de bu noktada yanlış yapıyor. Gerçekleri gördüğü halde, onları tek başına savunmaktan korkuyor. Oysa bu fark komünist farktır. Partiyi komünist yapan adı değil, savunduklarıdır. Güçlenip, kitlelerle kucaklaşması buna bağlıdır. Yapamıyor!!!

Türkiye’de neler oluyor?

Türkiye’de ABD, TSK üst yönetimi ve AKP anlaşmıştır. Bunlar bir bütündür. Türkiye’ye bölgede ciddi rol verilecek, Osmanlıcılık gibi, karşılığında Türkiye ABD’ye hizmet edecektir. İsrail’in şiddet politikası Obama ile birlikte şimdilik askıya alınmış ve yerine gönüllü/gönülsüz sömürüyü sürdürmek için Osmanlıcılık getirilmeye çalışılmaktadır. İsrail’i eleştirmek serbesttir yani.

İsrail, Obama’yı istenmeyen adam ilan etmiştir.

Fakat bu projenin uygulama şansı hemen hemen hiç yoktur. Çünkü projede büyük Kürdistan vardır ve daha ilk “açılımda” duvara toslamıştır.

“Yaş belgenin” gerçek olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Yoktur çünkü AKP’ye karşı bir darbe söz konusu değildir. Eğer bir darbe yapılırsa bu kesinlikle AKP yanlısı bir darbe olacaktır. Daha önce Genel Kurmay başkanı Büyükanıt’a umut bağlayan kimi sözde demokratlar hayal kırıklığına uğramışlardır.

AKP hükümeti Büyükanıt’ın görev süresini uzatmayı denemiş, başaramamış, emekliliğinde ona süper bir zırhlı araba tahsis etmiştir.

Şimdi de aynı durum Başbuğ için geçerlidir. “yaş belge”nin işlevi Başbuğ’a yönelik değildir. O duruma gelmesi AKP’nin istemi değildir. Zaten Başbakan da ilk açıklaması bu yönde olmuştur. Gelişmelere göre “yaş belge”de amaç darbeyi önlemek için değil gelecekteki kuvvet komutanlarını, Genel Kurmay Başkanını belirlemek/engellemek istemi vardır.

Belgenin gerçek olup olmaması, Genel Kurmayın belgenin gerçek/yalan olduğunu açıklaması vb. hiçbir şeyin anlamı yoktur. Yoktur çünkü hepsi aynı cephededir. Başbakan Erdoğan açıklamaları ile Başbuğ’un açıklamaları arasında fark aramanın anlamı yoktur. Sadece arasıra Başbuğ, alt düzeyde subayları rahatlatmak adına çıkışlar yapmaktadır. Hükümet ile ordu üst yönetiminin tam bir uyum içindedir. Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı Gül, CHP Genel Başkanı Baykal’ı MGK toplantılarına davet etmiştir. Alınan kararlara ortak olmama adına Baykal bu öneriyi anında ret etmiştir.

Türkiye’de aydın var mı?

Artık kesinlikle inanıyorum ki Türkiye’de aydın yok.

Dünyaya baktığımızda, Jack London, John Steinbeck, Tolstoy, Gorki vb. yazarlar, tüm dünyaya mal olan eserlerini yaratırken ülkesindeki toplumsal alt/üst oluşlara tanıklık etmişler.

Bugün günümüzde tüm dünyanın on yıllarca tanık oldukları olaylara, alt/üst oluşlara aynı anda tanık olmasına karşılık hiçbir aydın bunu eserleştiremiyor.

Bir örnek hariç, “Kurtlar Vadisi” Yaşamlarında kitap okumamışların izlediği dizi bu alt/üst oluşlara, burjuvazinin çıkarlarına uyarlanarak, denk düşüyor.

Saygılarımla…

21 Ekim 2009 Çarşamba

"Eve Dönüş"

Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Kuzey Irak'tan gelen, Şırnak'taki Habur Gümrük Kapısı'nda savcı ve hakimlerin karşısına çıkarıldıktan sonra serbest bırakılan 8 PKK'lı ile Mahmur Kampı'ndan gelen 4'ü çocuk 26 kişi olmak üzere toplam 34 kişilik grup, Diyarbakır ulaştı.

Gurup Diyarbakır'ı ulaşıncaya kadar, her yerleşim biriminde gösterilerle, havai fişeklerle karşılandı. Diyarbakır'da onbinlerce kişi gurubu sevinç gözyaşları ile karşıladı……………

Avrupa'dan ve Kuzey Irak'tan daha başka gurupların gelmeye devam edecekleri belirtiliyor…………….

AKP ve bir takım sol ve liberal çevrelerce, "Türkiye'de iç savaş bitiyor", "kardeş kanı sona eriyor", "oğlu askerde olan aileler artık rahat uyusun" vb. söylemlerle gelişmeleri olumlu olarak değerlendiriyor.

Elbette kimse bu savaşın sürmesini istemez. Ama gerçekten de bu gelişmeler barışa hizmet ediyorsa.

Kürt milliyetçiliğinin tavan yaptığı buna karşılık tepki olarak Türk milliyetçiliğin hızla kabarmakta olduğu bu gelişmeleri barışa katkı olarak değerlendirmek politik körlüktür.

Daha düne kadar "her tür milliyetçilik kötüdür" diyenler bugün bu politikaları ile gırtlağına kadar milliyetçilik batağına batmış durumdalar ve bu gidişe en büyük desteği veriyorlar.

Eğer birileri Türkiye'de iç savaş çıksın veya MHP hükümet olsun gibi bir politika izleyip, bunu uyguluyorsa çok başarılı oldukları kesin.

Bugün Türkiye en ciddi bir şekilde iç savaşa doğru ilerliyor. Bu savaş bazılarının sandığı gibi sadece Güney-Doğu ile sınırlı kalmayacak, nerede Kürt/Türk vatandaşı varsa oraya sıçrayacak.

Son gelişmeler üzerinde Kürt halkı üzerinde umutlar öyle bir şekilde artırılıyor ki, istemlerinin nerede başlayıp nerede biteceği belli değil. Ne istediklerini bile unutur oldular. Hayallerinde sınırlar kalktı.

Peki, 7 den 70'e alanları dolduran, sevinç gösterileri yapan bu Kürt halkının istemlerini yok saymalı mıyız? Elbette hayır. Bunun için AKP hükümeti bir an önce kendi açılımını açıklayıp tartışmaya açmalıdır. Herkes ne alıp ne vereceğini, kabul sınırlarının ne olacağını bilmelidir. Aksi halde bir kör döğüşü içene girilmesi kaçınılmazdır.

CHP'nin Başbakan Erdoğan ile görüşmesinin kameraya kaydedilmesi ısrarı anlamsızdır. Başbakan ve Baykal görüşmesi TV'lerden canlı olarak yayınlanmalı ve Kürt/Türk herkes ne olup bittiğini öğrenmelidir.

Dönek Marksistler, liberaller vb. kim olursa olsun, ne derse desin bu gelişmeler kesinlikle Kürt ve Türk emekçi halkının çıkarlarına hizmet etmiyor. Bu gelişmeler ABD istemleri ve programı çerçevesinde, Kürt egemen burjuvazisinin, toprak ağalarının sömürü alanlarının genişlemesi düşlerini görmesine neden oluyor.

Türk ve Kürt emekçi halklarının ortak çıkarı, her tür emperyalizmi ve onların yerli işbirlikçileri olan tekelci burjuvaziyi, toprak ağa ve şıhlarını kovalamaktan geçiyor.

Gerisi ise emperyalizme, onun savaş mekanizmasına hizmet etmekten başka bir işlev görmüyor, göremeyecek.

Saygılarımla…

16 Ekim 2009 Cuma

TÜRKİYE’NİN DIŞ DENGELERİ DEĞİŞİRKEN

Türkiye Cumhuriyeti yıllardır sürdürmekte olduğu dış dengeleri, ilişkileri bir kenara bırakarak yepyeni arayışlara giriyor.

Bu durumu, bir çok kişi Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’nun kişilğine bağlıyor.

Davutoğlu çok iyi bir eğitim almış, orta-doğu konusunda kendisini yetiştirmiş olabilir. Fakat bir ülkenin dış politikası sadece Dışişleri Bakanının bilgisi, görüşü doğrultusunda böyle ani bir değişikliğe neden olabilir mi?

Türkiye Cumhuriyeti bir çok iyi yetişmiş Dışişleri Bakanı, Başbakan gördü fakat hiçbirisi böylesi önemli bir değişimlere yönelmedi.

Türkiye, Azerbeycan ile ilişkilerin bozulmasına aldırmadan Ermenistan ile ilişkilerini düzeltme, “Kürt açılımı” yapma, ABD’nin terörist dediği Suriye ile sınırlarını açma, ABD’nin işgal ettiği Irak’la sayısız anlaşmalar imzalama ve en önemlisi çok önem verdiği İsrail ile ilişkilerini koparma durumuna geliyor.

Türkiye dış dengelerle tehlikeli bir oyun oynuyor.


Daha düne kadar, ABD başkanı ile randevu almak için İsrail torpilini kullanan, mayın temizleme gerekçesiyle Türkiye’nin önemli miktardaki topraklarını İsrail’e sunan AKP hükümeti, bugün ne oldu da İsrail’e tavır alıyor?

Her hangi bir hükümetin böylesi önemli değişimler içine girmesi için arkasında çok ciddi bir destek olması gerekir. AKP hükümetine baktığımız zaman Türkiye içinden çok ciddi bir destek gördüğü söylenemez. AKP hükümeti tüm desteğini ABD’den alıyor.

İsrail, Amerika’nın şımarık çocuğu idi. İsrail ne yaparsa ABD’yi arkasında görüyordu. Buna karşılık İsrail’de orta-doğu da ABD’nin bekçiliğini yapıyordu. Fakat dengeler değişti. ABD orta-doğu, Kafkaslar gibi bir çok yerde üstünlüğünü yitirmeye başladı. Güç kaybını engellemek için askeri müdahalelere başvurdu. Fakat bundan da sonuç alamadı, alamıyor.

Obama başkanlığı ile birlikte ABD eski klasik yöntemleri terk ederek yeni arayışlar içine giriyor. İşte AKP hükümetinin dış politikası da bu çerçevede çok ciddi değişim geçiriyor.

ABD, İsrail kartından vazgeçiyor.

İsrail, son Gazze saldırısı ile birlikte dünya kamuoyundan çok ciddi tepkiler alıyor. Bu tepkileri ABD, BM’ler de bile karşılamakta güçlük çekiyor. Yine ABD, Afganistan, Irak ve guatalama’da yaptıkları tüm dünya halkları tarafından nefretle kınanıyor.

ABD’nin akil adamları bu aşamada yeni bir çizgiye, politik tavır değişikliğine karar vererek Obama’yı devlet başkanı yapıyorlar.

ABD’nin çizgisinde bundan böyle “iyi polis” rolü var. Kötü polis, ABD de İsrail de olmayacak artık. Bölgemizde günümüzün “iyi polis”i de “kötü polis”i de Türkiye olacak. Yani Osmanlı. Bu anlamda İsrail’e saldırmak serbest. Serbest çünkü İsrail’e saldırdıkça, Türkiye ve Arap kamuoyunu desteği geliyor, gelecek.

ABD’nin “iyi polis” rolü ne kadar sürecek? göreceğiz.

Peki İsrail bu dışlanmayı kabul edecek mi? Elbette etmeyecek. Dünyanın çok ciddi ekonomik gücünü elinde bulunduran Yahudi sermayesi ile birlikte İsrail’in de oynayacak kartları var.

Peki ABD bu değişimle imajını yenileyip, sömürüsüne devam edebilecek mi? Kısa dönemde bir risk görülmüyor. Fakat her şeyin ters tepme olasılığı da her zaman için gündemde.

Örneğin, Ermenistan’ı Rusya’dan kopardığını sanırken sanki, Ermenistan ile birlikte Azerbeycan’ı da kaybetmiş gibi görünüyor.

Ne dersiniz?

Saygılarımla…

7 Ekim 2009 Çarşamba

Havada bir ayakkabı uçtu, Türkiye’de dengeler değişti

Türkiye 12 Eylül öncesi, kapitalist dünyanın en dinamik ülkesiydi. 1 mayıslar, grevler, direnişler ile dünya kapitalist sistemin korkulu rüyasıydı. Avrupa ülkeleri Türkiye kapitalist sistemden kopmasın diye aralarında para bile toplayıp Ecevit hükümetine vermişlerdi. En kitlesel 1 mayıslar Türkiye’de kutlanırdı.

Gururlanırdık bununla. Bazıları Türkiye’yi emperyalizmin en zayıf halkası bile ilan etmişti. Emperyalizme kafa tutan bir ülkeydik.

Sonra bilindiği gibi 12 Eylül oldu. Solun üstünden silindir gibi geçtiler. Üstüne üstlük bir de reel sosyalizm çöktü. Türkiye solu sizlere ömür oldu. Türkiye’de sol adına dönekler, liberaller konuşur oldu.

Basından izliyorduk, G 7-8 ler toplantısının protestolarını, Ekonomik Forum toplantılarının protestolarını, kıskanıyorduk. Emperyalizme en çok kafa tutan ülke vatandaşı olarak tepkisizliğimizden utanır olmuştuk.

Sonra havada bir ayakkabı uçtu. Kimisi ayakkabının markası “NİKE” dedi. Kimisi sahte “NİKE” dedi. Kimisi ise “taklit bir protesto” diyerek küçümsemeye çalıştı. Kimisi ise inanamayacaksınız ama, ayakkabı atmanın doğululara özgü ilkel bir protesto yöntemi olduğunu ileri sürerek, “batılı/uygar olsaydık çilekli pasta atardık” filan dedi. Sanki toplantıya çilekli pasta sokmak serbestmiş gibi.

Ama havada bir ayakkabı uçtu ve Türkiye’de dengeler birden değişti. IMF son yılların en büyük tepkisini Türkiye’de yaşadı.

Burjuva medyası olayı, bankaların, işyerlerinin camlarının kırılmasına indirgedi. Elbette onlar da IMF’den gelecek dolarlardan nasipleneceklerdi. Ama dakikalarca bankaya yapılan saldırıları ekranlardan vererek insanların, eylemcilere karşı tepki oluşturacaklarını sanarak yanıldılar. Günümüzde milyonlarca insan bankaların icra/haciz kıskacında yaşıyor. Yine ülkenin neredeyse yarısı bankalara faiz ödemekten perişan olmuş durumda.

Bankalara yönelik saldırılar halkımızı ilgilendirmiyor da ama oradaki esnafın camının kırılması konusunda yayınları kamuoyundan destek görüyor. Oysa orada gariban esnaf yok. Saldırıya uğrayan işyerleri çok uluslu şirketlerin şubeleri, hemen hepsi de sigortalı. Türkiye emekçi halkının sorunu sigorta şirketlerinin karını düşünmek olmamalı.

Ama elbette ne olursa olsun kimse protesto gösterilerinin şiddet boyutuna dönüşmesini istemez, istememeli.

Burjuva medyasının, IMF ve Dünya Bankası’nın dünyadaki tüm açlıkların, eziyetlerin, işsizliklerin sorumlusu olmasını gizlemeye çalışması, protestocuları ise anarşist gibi göstermesi hiçbir gerçeği gizleyemez, gizleyemiyor da.

Başbakan Erdoğan ne dedi? “Afrika’daki açlara, dışarıda yapılan protestolara kulak ver” Oysa kendisi kulak vererek, İstanbul Emniyet Müdürünü uyarsaydı, hiçbir taşkınlık olmadan protesto gösterileri sona erecekti. Başbakan Erdoğan ertesi günü bu sözlerinden de vaz geçti.


Ama havada bir ayakkabı uçtu Türkiye’de dengeler değişti. IMF protestolarına 10 bine yakın insan katıldı. Protesto gösterisini düzenleyenler bile bu kadar kalabalık beklemiyorlardı. Polisle çatışmalar saatlerce sürdü.

Tüm ülkede protestolar yapıldı. Ama burjuva medyası cam kırmalar dışında bu protestoları görmemeyi tercih etti.

Protestolara katılanlar ise ne Türk ne Kürt milliyetçileriydi. Türkiye sosyalistleri, “biz de varız” diyerek alanlara çıkmışlar ve AKP hükümetinin alanları kontrol edemediğini dosta düşmana göstermişlerdi.

Avrupa ve dünya ülkelerinde nasıl protesto gösterileri yapılıyorsa “IMF savaşlarında” Türkiye’de de öyle gösteriler yapıldı.

Türkiye sosyalistlerinin yine alanlara çıkmasını, dünyayı sömüren kapitalist sistemin finans odaklarını protesto etmesini sevinçle karşıladık, gururlandık, eski günleri anımsadık.

Burjuva medyasının gizlemeye çalıştığı başka bir gerçek de, Türkiye’nin üç köklü hareketinin yıllar sonra ciddi bir işbirliğini yapması. Tüm Türkiye’de, IMF protestolarını yapanlar, TKP, ÖDP, EMEP, HALKEVLERİ ile diğer sosyalist yapılar ve sendikal örgütler.


Havada bir ayakkabı uçtu Türkiye’de dengeler değişti. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri Türkiye’yi karanlık ortaçağ bataklığına götürmeyi düşünecekleri yerde, bulunduğu yerde tutmaya çalışsalar bence en doğru olanı yapmış olurlar. Yoksa evdeki bulgurdan da olacaklar.

Saygılarımla…