17 Kasım 2010 Çarşamba

Her şey Benlin Duvarının yıkımı ile başladı.

Yıl 9 Kasım 1989.

Tüm televizyon kanallarının canlı yayınladığı görsel şovlarla Berlin duvarı yıkıldı ve emperyalizm dünya üstündeki mutlak egemenliğini ilan etti.

Kızıl Ordunun doğudan Berlin'e girmesi ve Hitler'in intiharı ile II. Paylaşım savaşı gerçek anlamda sona ermişti. Berlin'e ise batıdan Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri girmiş Berlin'de 4'lü bir yönetim gerçekleşmişti.

Sovyetler Birliği yapılacak bağımsız bir seçimle Almanya'nın geleceğinin belirlenmesini savunuyordu. Fakat emperyalist batı seçimlerden komünistlerin galip çıkacağını bildikleri için (çünkü Almanya'da nazi ve komünistlerden başka yapı yoktu), kendi işgal bölgelerinde, Alman faşistleri ile işbirliği yaparak Federal Almanya Cumhuriyetini ilan ettiler. Bunun üzerine Demokratik Alman Cumhuriyeti kurularak Almanya fiilen ikiye bölünmüş oldu.

Alman faşizmini yenen Berlin'e girerek nazi Almanya'sını teslim alan Sovyetler Birliği, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyanın sempatisini kazanmıştı. İşte bu nedenle ABD, bu sempatiyi kırmak, başta SSCB olmak üzere tüm dünyaya gözdağı vermek için Japonya'ya atom bombaları attı. Yüzbinlerce masum Japon öldü, sakat kaldı.

Atom bombası üstünlüğünü göze alarak SSCB'yi savaşa zorlayan ABD, Berlin sınırında sayısız kez Kızıl Ordu'ya taciz saldırılarında bulundu. İşte bu nedenle Berlin Duvarı inşa edildi.

Niçin ilan edilirse edilsin Berlin Duvarı yıkılmış, reel sosyalizm çökertilmiş, emperyalizmin mutlak egemenliği tüm dünyaya kabul ettirilmişti. Artık öyle işçi sınıfının hakların savunan sosyal demokrat partiler filan olamazdı, gerek kalmamıştı onlara. Sosyal demokrasi Avrupa'da tarihe karıştı. Artık o İngiltere'nin ünlü İşçi Partisi, Almanya'nın sosyal demokrat partisi, Fransa'nın Sosyalist Partisi filan bitmişti. Yerine Afganistan'da, Irak'ta ABD'ye asker veren partilere dönüştüler.

Kapitalizm şimdi krizden çıkmak için tüm eski ulus devletleri yeniden yapılandırmak istiyor. Kabul etmeyen ülkelerde iç savaşlar çıkarıyor, açık işgallere başvuruyor.

Türkiye'ye biçilen elbise ise, ordusu, yargısı, üniversiteleri, emniyeti, mit ve her türlü istihbaratı ele geçirilmiş, tüm yer altı /yer üstü kaynakları küresel sermayeye açılmış bir ülke. Küresel sermaye bu konuda önemli yollar kat etti. Etmeye de devam ediyor. Anayasa değişikliğinde Türkiye küresel sermayeye tam teslimi için gerekli düzenlemeler yapıldı. Fakat %42'lik hayır oyu küresel sermaye için ciddi bir tehdit. Milyonların sokağa dökülmesini elbette hiçbir iktidar istemez.

CHP'de son yapılan operasyonda amaç CHP'yi de bu çizgiye çekmek.

Statükocu, yaşlı, eski politikaları savunmak, küresel sermayenin yeni politikalarına karşı çıkmak demek. Bu amaçla Önder Sav ve ekibi tasfiye ediliyor, yerine kara çarşafı CHP'nin içine taşıyan, amacı Rusya, İran gibi ülkelere göz dağı vermek olan "füze Kalkanı" projesine destek veren Gürsel Tekin getiriliyor. Gürsel Tekin'in de marifetlerini biliyoruz, izlemeye de devam edeceğiz.

Aslında emperyalizm çok ciddi bunalım yaşıyor. ABD askeri üstünlüğüne rağmen Afganistan ve İrak'ta başarılı olamıyor. Bu nedenle saldırmak istediği İran'a da saldıramıyor.

Avrupa ise tam çökmüş durumda. İngiltere hariç diğer Avrupa ülkelerinin savaş güçü yok. Kendi açıklamalarına göre Fransa'nın askeri malzemeleri, tank/top/uçak vb. %30'u kullanamaz durumda. Almanya'nın ise ciddi bir askeri gücü yok. Diğer Avrupa ülkelerin ise neredeyse dağılma noktasında.

Gürsel Tekin CHP'yi ne kadar "light" yapacak, AKP iktidarı ne kadar sürecek, CHP de Avrupa "Sosyal Demokrat" partileri gibi ABD emperyalizmi hizmetine savaşçı asker verecek mi?, yaşayarak göreceğiz.

Ama çok bilinen bir gerçek var ki; ABD'ye, Fettullah Gülen'e, Cumhurbaşkanı Gül'e yaklaşarak, "Türban özgürlüğü"nü savunarak, Başbakan Tayip Erdoğan'ın bu güçler tarafından tasfiye edilmesini bekleyip CHP'nin hükümet olacağını düşlemek, böylesi politikaları savunmak enayiliğin danişkasıdır.
Saygılarımla…

Hiç yorum yok: