19 Ocak 2008 Cumartesi

YÖNETENLER VE YÖNETİLENLER

6 Temmuz 1998

Türkiye ciddi bir kriz içinde kıvranıyor. Ülkeyi yönetenler eskisi gibi yönetemezken, yönetilenler de artık böyle yönetilmek istemiyor. Politikanın tamamen kirlendiği politikacıların yeniden seçilmek için çevirmediği dolapların, değiştirmediği partilerin kalmadığı günümüzde, TBMM halkın güvenini yitirmiş durumda. Halk bu politikacılarla artık hiçbir şeyin olamayacağını iyi biliyor. Sadece kendi işini yaptırmak için onların arkasından koşturuyor. İş takipçilerinin %95'şi de hayal kırıklığına uğrayarak TBMM'ye daha çok kızıyor.

Marksizme göre herşey devrim koşullarının altyapısına uyuyor. Bu nesnel gerçeklere göre sanki devrim kapımızda. Fakat gerçek hiçte öyle değil. Hükümet ekonominin %50'sinden fazlasını denetleyemiyor. Böyle olunca, hükümet halkın üretim potansiyelinin önemli bir bölümünü vergilendiremiyor, alış-verişlerde %15 alış-veriş haracını alamıyor. Bu anlamda birçok sektörde üretilen ve hükümet tarafından denetlenemeyen mallar piyasada oldukça ucuza satışa sunuluyor. Bu anlamda hükümetin körüklediği pahalılık-enflasyon bir anlamda halka ulaşamıyor.

Hükümet 'vergi reformu', 'sigorta reformu' adı altında, ve düşük ücret artışlarıyla var olan ekonomik bunalımın faturasını dar ve orta gelirlinin üstüne yıkmaya çalışıyor.

Hükümet ekonominin tamamını denetlemesi durumunda, elde edilen vergi gelirlerinin daha fazla savaş ekonomisine ve 'teşvik primleri' gideceği bilinmeyen bir gerçek değil. Bu durumda vatandaşın, pazardan aldığı en temel gıda maddelerinin bile fiyatının 2-3 katına çıkacağı da bir gerçek.

Tüm bunları hükümet yapamadığı için ülkemizde bir 'devrimci durum' yaşanmıyor.

Fakat burjuvazi birçok yönden TBMM'den şikayetçi. TUSİAD'ın yayın organlarında çıkan haber ve yorumların bir çoğu radikal sol'u bile geride bırakıyor. Bu anlamda ülke yönetiminde ciddi bir revizyon talepleri var.

Türkiye Cumhuriyetinde Osmanlıdan gelen bir gelenek var; ülkenin çıkarlarını en iyi devlet bilir. Devlet bu çıkarların korunmasını ve geliştirilmesinde gerektiğinde özel sektöre bile güvenmez. Fakat özel sektörün gerek ABD'de, gerek Avrupa'da gerekse ülke içinde çok ciddi güçleri olduğunu da iyi bilir. Bunun için devlet içindeki 'devletçi' kadrolar kendi seçeneklerini kabul ettirmek için, provakasyonlarına bir takım piyonları kullanırlar, Atatarükçülük adına Atatürk ilkelerinin çiğnenmesini desteklerler.

Komünizim tehlikesi adı altında koç'ları, sabancıları korkuturlar. Sonuçta darbe yaparlar. Komünizm tehlikesi olmayınca yeşil kapitalıstleri , şeriatı tehlike haline getirmek için gerektiğinde onları güçlendirmek için medyayı onlara sonuna kadar açarlar. Bazen sahte anketlerle burjuvaziyi korkutma yolunu bile seçerler.

Türkiye Burjuvazisi de ABD'ye ne kadar şirin görünmeye çalışsa da kendileri faali meçhul cinayetlere kurban gidebileceklerini çok iyi yaşadıklarından fazla ses çıkarmazlar. En demokratları bile askeri yönetimlerde daha fazla kar ettiğini bildiğinden oynanan oyunu uzaktan, bir seyirci gibi izlerler. Vatandaşlardan farklı olarak sadece gerektiğinde kaçmak üzere, bir kısım paralarını yabancı bankalara yatırırlar, kaçmak için gerekli planları yaparlar.

Türkiye egemen güçleri içinde bulunduğu açmazdan çıkmak için, onların medyadaki milyarlık kalemleri yeni yeni önerilerle rejim krizine çözüm arıyorlar, yeni sistemlerle devleti daha da merkezileştirmeye çalışarak, halkı daha da susturmak, büyük gücün altında, her ne şekilde olursa olsun yönetilmeyi kabule zorluyorlar.

Halk ise, devlet kontrolu dışında biraz rahat yaşarken, yaşam standartları iyi kötü korumak istiyor, daha fazla özveride bulunmayı düşünmüyor.

Önümüzdeki günlerde ekonomik krizin, yönetenler lehine çözmek isteyenler güçlerle buna karşı çıkan, üstelik fazla politik olmayan kişilerin çatışmasını hep birlikte yaşayacağız. Çalışanların en büyük açmazı ise tutarlı bir politik çizgide yer alan bir partinin olmayışı. Fakat devrimci durumlarda, yaşam göstermiştir ki halk politik yapıların hep önünde yer almıştır.

6 Temmuz 1998

Hiç yorum yok: